2012 Beyannamesi adalete çağırıyor

İstanbul’daki Ermeni vakıflarının mülkiyet sorunlarını ele alan ‘2012 Beyannamesi: İstanbul Ermeni Vakıflarının El Konan Mülkleri’ Türkçe ve İngilizce olarak yayımlandı. Hrant Dink Vakfı’nın, 20 aydır yürüttüğü araştırmanın ürünü olan kitap, İstanbul’daki 53 Ermeni vakfının el konan taşınmazlarının kapsamlı bir envanterini çıkararak uzun yıllardır yaşanan hak gaspını ortaya koyuyor.

 Kitap, başta 1936 Beyannamesi olmak üzere türlü hukuki kılıfla hakları gasp edilen vakıfların uğradığı haksızlıkları ‘beyan’ ettiği için ‘2012 Beyannamesi’ adını aldı. Çalışma, sadece İstanbul’daki Ermeni vakıflarının mülkiyet sorununa odaklanıyor. Ancak kitapta, vakıflar konusundaki tarihsel gelişim de ayrıntılı olarak yer aldığından dolayı Rum ve Yahudi toplumları için de kaynak niteliği taşıyor

 Bu kitapla birlikte yayına başlayan www.istanbulermenivakiflari.org adresinden İstanbul’daki Ermeni vakıflarına ait mülklerle ilgili her türlü bilgiye ve bu mülklerle ilgili yaşanan tüm sorunlara ulaşmak mümkün hale geliyor. Gelişmelere göre sürekli güncellenecek site, vakıflarla ilgili yaşanan gelişmenin kamuoyu önünde şeffaf biçimde ele alınmasına ve tartışılmasına zemin oluşturacak.

 2012 Beyannamesi, yaşayan insanların hikâyesini anlatıyor. Kitapta adı geçen kurumlar, bu ülkenin insanlarının birlikte var ettikleri ortak değerlerdi. Haksızlığa konu olan mülkler, ibadethanelere, okullara, bütün bir topluma can veren maddi kaynaklardı. Yok edilmek istenen bu yaşantının ve kültürün izleri, benzer adaletsizlikler yarınlara taşınmasın diye bu kitapta kayda geçiyor. 

Bu da yüzyıllık gaspın beyannamesi

 

İstanbul’daki Ermeni vakıflarının devlet uygulamaları nedeniyle yaşadığı mülkiyet sorunlarını ele alan ‘2012 Beyannamesi: İstanbul Ermeni Vakıflarının El Konan Mülkleri’ adlı kitap Türkçe ve İngilizce olarak yayımladı. Hrant Dink Vakfı’nın, Mart 2011 ile Ekim 2012 arasında 20 ay yürüttüğü araştırmanın ürünü olan kitap, sorunu tarihsel ve hukuki yönleriyle ele alıp, İstanbul’daki 53 Ermeni vakfının el konan taşınmazlarının kapsamlı bir envanterini çıkararak onlarca yıldır yaşanan hak gaspını ortaya koyuyor. Kitap, bugüne kadar, başta 1936 Beyannamesi olmak üzere türlü hukuki kılıflarla hakları gasp edilen Ermeni vakıflarının uğradığı haksızlıkları apaçık bir şekilde ‘beyan’ ettiği için ‘2012 Beyannamesi’ adını aldı. 

EMRE ERTANİ
eertani@gmail.com

2012 Beyannamesi sadece İstanbul’daki Ermeni vakıflarının mülkiyet sorununa odaklanıyor, fakat vakıflar konusundaki tarihsel gelişim ele alındığından dolayı Rum ve Yahudi toplumu için de kaynak olabilecek bir nitelikte. Çıkan sonuçlar, Türkiye’deki azınlık toplumlarının hepsinin karşı karşıya kaldığı durumu büyük ölçüde yansıtıyor.

Osmanlı döneminden günümüze kadar varlıklarını sürdüren cemaat vakıfları, gayrimüslim toplumların dini, kültürel ve sosyal ihtiyaçlarını karşılamak için kurulan kilise, sinagog, okul ve hastanelerin faaliyetlerini devam ettirebilmeleri için hayati önem taşıyor. Devletin maddi destek vermediği bu vakıfların yegâne geçim kaynağı, sahip oldukları mülklerin akarları. Yıllardır yaşanan sorunlar, kaybedilen veya kullanılamayan mülkler sebebiyle, vakıfların tamamına yakını, faaliyetlerini bütçe açığıyla sürdürüyor. Bu açıklar, azınlık topluluklarının kendi bünyeleri içinde toplamaya çalıştıkları bağışlarla kapatılıyor. Genel kanının aksine, azınlık vakıfları taşınmaz zengini değil ve hatta hiç taşınmazı bulunmayan Ermeni vakıfları da var.

Hrant Dink Vakfı’ndan ücretsiz olarak edinilebilecek kitapta, 200 kadar fotoğraf, 52 harita, 54 grafik, 30 sayfa tablo halinde, vakıfların sahip olduğu veya el konulan mülklerle ilgili bilgiler ayrıntılı şekilde belirtiliyor. Araştırmanın temel kaynakları, Hrant Dink, Agos, Avukat Diran Bakar ve Ermeni vakıflarının arşivleri.

Kitabın ilk bölümünde, azınlık vakıflarının gayrimüslimlerin yaşantısındaki yerini, tarihçelerini, tüzel kişilik tartışmalarının yanı sıra, devletin siyasi gelişmelere paralel olarak attığı çeşitli adımlar, örnek yargı kararları ve uygulamalarla ortaya konmuş. Ayrıca, Avrupa Birliği’ne giriş sürecinde son dönemde yapılan iyileştirmeler ve bunların eksiklikleri de tartışılıyor.

İkinci bölümde, yaşanmış beş el koyma olayı derinlemesine inceleniyor. Bunlar, Boğaziçi Köprüsü’nün yapım aşamasında Halıcıoğlu Mahallesi’nden Kalfayan kurumlarının tümüyle yok oluşu; kendi satın aldıkları mülkte yıllarca kiracı olarak eğitime devam eden Bomonti Mıhitaryan İlkokulu’nun hikâyesi; Ermeni toplumunda nadir rastlanan hukuk mücadelelerine bir örnek olarak İstiklal Caddesi’ndeki İGS (İstanbul Giyim Sanayi) binasının geri alınma süreci; mazbutaya alınarak tasarrufu tamamıyla Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne geçmiş olan Kasımpaşa Surp Hagop Kilisesi Vakfı ve Ortaköy’de kaderine terk edilmiş tarihi Andonyan Manastırı’nın hikâyesi. Türkiye kamuoyunda, Ermeni vakıflarının mülkiyet sorunu dendiğinde akla ilk gelen örnek olan Tuzla Çocuk Kampı’na el konmasının hikâyesine de bu bölümde yer alıyor.

Kitabın üçüncü ve son bölümünde ise, İstanbul’daki, Apostolik, Katolik ve Protestan Ermeni toplumlarına ait toplam 53 vakfın kısa tarihçeleri ve tespit edilebilen el konan mülkleri hakkında detaylı bilgi ve istatistikler yer alıyor. Bu bölümde, vakıfların hayrat ve akarları da, ilçe ve kimi zaman da semtler bazında hazırlanan haritalar üzerinde gösteriliyor.

Kitap İstanbul’daki Ermeni vakıflarının yaşadığı mülkiyet sorununa ilişkin, mevcut en kapsamlı çalışma ve envanteri içermekle birlikte, arşivler paylaşıldıkça tablo daha da genişleyecek ve netleşecek. Ayrıca, burada bahsi geçen taşınmazlardan pek çoğunun iadesi için vakıfların açtığı davalar devam etmekte, dolayısıyla bahsi geçen taşınmazların mülkiyet durumları sürekli olarak değişmekte. Çalışma yürütülen döneme denk gelen Ağustos 2011’de yürürlüğe giren 651 sayılı kanun hükmünde kararname kapsamında, azınlık vakıfları, el konan taşınmazlarının iadesi için başvurularda bulundu. Başvuruların bazıları kitabın tamamlandığı tarih olan Eylül 2012 itibariyle henüz sonuçlanmadı.

28 Kasım Çarşamba günü İKSV Salon’da Oral Çalışlar, Hüseyin Hatemi ve Elçin Macar’ın katılımıyla kitabın tanıtımı yapıldı. Hrant Dink Vakfı’ndan Nora Mildanoğlu kitabın içeriğine dair bilgiler verdi.
FOTOĞRAF • BERGE ARABIAN

Vakıf mülklerinin hikâyeleri bir tık uzağınızda

Proje ekibinden Nora Mildanoğlu, kitabın önemini ve konuyla ilgili açılan internet sitesini anlattı. Mildanoğlu, internet sitesi sayesinde artık her vakfın hangi ilçede, mülkiyet sorunu yaşamış kaç mülkü olduğunu ve bugüne kadar yaşanan yasal süreçleri bir tık ile öğrenmenin mümkün olacağını söylüyor.

•          Kitabın adı neden ‘2012 Beyannamesi’?

Azınlık vakıflarının mülkiyet sorunları tartışılırken hep 1936 Beyannamesi’ne atıf yapılır. Vakıf mülkleri o beyannamede kayıtlı mı değil mi tartışılır.  1936 Beyannamesi odaklı uygulamalar, el koymaların çoğunun nedeni olmuş olsa da tek sebebi değildir. Aynı şekilde 1936 Beyannamesi’ni merkeze koyan çözüm arayışları da sorunu çözmek için yeterli değildir. Çalışmamız bunu ortaya koyuyor. “Beyan etmek” bu kadar önemli bir şey ise biz de Cumhuriyet tarihi boyunca yaşanan hak gaspının beyanı olarak 2012 Beyannamesi’ni ortaya koymayı amaçladık.

•          Kitaptaki el koyma hikâyelerini hangi kriterlere göre seçtiniz?

Yedikule Surp Pırgiç Hastanesi Vakfı’nın AİHM’e gitme hikâyesini, Ermeni toplumunu hak aramaya teşvik etmek amacıyla olumlu bir örnek olarak koyduk. Seçimimizi taşınmazların çeşitliliğine ve yaşadıkları el koyma süreçlerine göre yaptık. Okul, manastır, kilise, kamp ve iş hanı gibi farklı taşınmazlar seçip her birinin tarihçelerini ve maruz kaldıkları hukuksuzlukları hikâyeleştirdik. Sorunları devam eden mülklere yer verip, kamuoyunun ilgisini çekmeye çalıştık. Kentsel dönüşüm konusu bugünlerde gündemde. Halıcıoğlu’ndaki Kalfayan Yetimhanesi, Boğaziçi Köprüsü ve bağlantı yollarının inşası için kamulaştırılıp yıkılmıştı. “Bu bağlantı yolları başka yerden geçemez miydi?” sorusunu gündeme getirmek istedik. Devlet zihniyetini de yansıtıyor Kalfayan’ın hikâyesi. VGM o dönem “Madem binası yıkıldı vakfı da kapatalım” diyor.  Küçük bir fırsatta dahi hemen bir Ermeni kurumunu ortadan kaldırmayı düşünüyorlar. Dönemin vakıf yöneticilerinin çabaları ile yetimhane vakfı tamamen kapatılmaktan kurtuluyor ve Üsküdar’daki yazlık binasına taşınıyor.

•          Kitapta ‘Gizli bir belgeye göre’ ibaresi olan bölümler var. Bu belgelere nasıl ulaştınız?

Bunlar Diran Bakar’ın arşivinde yer alan dosyalarda var. Hangi süreçler sonrasında bu belgeler ortaya çıktı ve nasıl Diran Bakar’ın dosyalarında ve savunmalarında yer aldı, bilemiyorum, ancak her biri birer hukuksuzluk vesikası olduğu için tarihsel önem taşıyorlar.

•          Ne tür zorluklarla karşılaştınız çalışma sürecinde?

Bilgilere erişimde zorluklar yaşadık. Bilgi Edinme Hakkı Kanunu kapsamında cevap almaya çalışılan sorulardan bazıları, ilgili devlet kurumları tarafından kısmen cevaplanırken; bazı konularda ise herhangi bir cevap verilmedi. Bu durumun gösterdiği üzere bu tür çalışmalar yapmak isteyenler için devlet arşivlerinin açık olduğunu söylemek henüz mümkün değil. Bu engelleyici tutum bile, kamu kurumlarının meseleye hâlâ bir ‘devlet güvenliği’ perspektifiyle baktığını gösteriyor. Öte yandan, bu araştırma sırasında bir kez daha fark ettik ki son yüzyılda, birbirini takip eden vakıf yönetimleri arasında sağlıklı bir bilgi akışı olmaması da zaman içinde bilginin kaybolmasıyla sonuçlanmış. Bu çalışma sayesinde ise, arşivlerini açan vakıfların belgeleri de dijital ortama aktarılarak koruman altına alınmış oldu.

•          Ermeni vakıfları bilgi paylaşımında kolaylık gösterdiler mi?

Pek çok vakfımız son derece içten bir şekilde, bu işin tüm toplumun yararına olduğunu idrak ederek bizlere yardımcı oldu. Onlara çok teşekkür ediyoruz. Ne yazık ki, çalışmamıza destek vermeyen ve arşivlerindeki bilgileri bizimle paylaşmayan Ermeni vakıfları da oldu. Bu durum, bazı vakıf yöneticilerinin ne kadar keyfi ve başına buyruk hareket ettiğinin bir göstergesi.

•          Bu kitapta ‘ilk kez’ ortaya çıkmış olan neler var?

Her vakıf kendi el konan mülkleri hakkında bilgi sahibiydi ama X vakıf Y vakfının mülkleri hakkında bilgi sahibi değildi. Bu açıdan vakıfların şeffaf olmasına da önayak olacak bir çalışma oldu. Herkes her şeyi bilecek artık. Azınlık vakıfları şirket değil, onların sahip olduğu mülkler sadece o vakfı değil, bütün toplumu ilgilendiriyor. Toplumun, eğitim, sosyal ve kültürel ihtiyaçların karşılanması için kullanılabilecek ne kadar vakıf mülkü olduğu hakkında bilgi sahibi olması lazım.

Çalışmayı yürütürken şunun sıkıntısını yaşadık: Vakıf yöneticileri geçmişte sahip olunan mülkler hakkında bilgi sahibi değiller: “Ne de olsa artık bizden çıkmış” gözüyle bakıyorlar. Allah korusun, tekrar benzer bir el koyma süreci yaşanacak olursa, artık hangi mülkün hangi vakfa ait olduğunu belirlemek çok kolay olacak.

Öte yandan, mevcut taşınmazların yerlerini belirledik. Mesela bir mülke 1970’lerde el konmuş ve bugünkü vakıf yönetimi o mülkün 1970’lere ait sokak adını ve kapı numarasını adresini biliyor ama sonra takibini yapmamış. Sokak adları ve kapı numaraları değişiyor, bu yüzden günümüzün vakıf yöneticisi kaybolan mülkün adresine dair bilgi sahibi olamıyor. Eski tarihi haritalarla güncel kadastro haritalarını bilgisayarda çakıştırdık ve her bir mülkün yerini belirlemeye çalıştık. Kitapta haritalara ayrıntılı olarak yer verdik.

Haritaların şöyle bir gücü var, İstanbul’daki Ermeni toplumunun tarihi varlığını ortaya koyuyor.  Örneğin 20 parselden oluşan bir ada var ve 18 parseli bir Ermeni vakfına ait ve ortada başka bir kuruma geçmiş 2 parsel var. Haritaya bakınca o arada kalan 2 parselin de Ermeni kurumuna ait olduğunu ve el konduğunu hemen anlıyoruz. Sonuçta Osmanlı döneminde parsel-ada diye bir şey yok, “Şuradan şuraya kadar şu kiliseye aittir” denerek veriliyor. Yani o arada kalan parselin vakfın elinden alınmış olduğunu anlıyoruz.

Bu çalışmanın bir diğer faydası ise, vakıflar arası iletişimi teşvik ediyor olması. Bir vakıf başka bir vakfın mülkiyet sorunlarını nasıl çözdüğünü görünce onun deneyimlerinden yararlanmak isteyecek, aynı yöntemi deneyecekler.

•          İnternet sitesinde neler olacak?

www.istanbulermenivakiflari.org adresindeki İstanbul haritasından değişik kriterlere göre arama yapılabilecek. 

Bir vakfın adını seçiyorsunuz ve o vakfın mülkiyet sorunu yaşamış olan taşınmazları görünüyor. Ya da bir ilçe seçerek o ilçedeki tüm Ermeni vakıf mülklerini görebileceksiniz. Her bir taşınmaza bir numara kodu verdik, bu da araştırmacılara kolaylık sağlayacak. Örneğin taşınmaz kodu 10 olan bir mülkten bahsediliyor kitapta, internet sitesindeki haritaya girip 10’u arattığınız zaman ayrıntıları görmek mümkün olacak. Her taşınmazın bir bilgi fişi var: Adresleri, yasal süreçleri vs. orada anlatılıyor. Örnek el koyma hikâyeleri de sitede olacak. Siteden vakıf yöneticileri ve araştırmacılar çok fazla faydalanacaktır. Örneğin genç biri, vakıf yöneticisi oldu, vakfın el konan mülklerini birkaç tıkla öğrenebilecek. Site gelişmelere göre sürekli güncellenecek. Bizim el konan mülklerin hepsini bulduk gibi bir iddiamız yok. Bu çalışma bu konuyla ilgili atılmış büyük bir adım. Konuya duyarlı kişilerin bilgi paylaşımı ile bu yolda daha çok yol kat edilecektir.

El konulan taşınmazları da fotoğrafladık, sitede bunlar da olacak. Fotoğrafa bakınca el konulan mülklerin içler açısı durumunu görebiliyorsunuz. El konma sonucu VGM’nin ya da Hazine’nin mülkiyetine geçen taşınmazlara gerekli bakım ve onarım yapılmamış. Mülkiyet durumu değişebilir diye devlet el koyduğu mülklere yatırım yapmıyor; mülklerin vakıflara iade edilebileceğini göz önünde tutmuşlar. Yasal düzenlemeler çerçevesinde mülklerin bazıları iade ediliyor ama çok harap durumdalar. Örneğin iki katlı ahşap bir ev, yıkılacak bir halde vakfına iade edilmiş. Bu mülkün bakımsız kalmasından dolayı zararı tazmin edilmiyor.

•          Batı Trakya’daki durum da yer alıyor kitapta…

Araştırmacı arkadaşlarımız Mehmet Polatel ve Mehmet Atılgan, Batı Trakya’ya giderek oradaki Müslüman azınlığın temsilcileri ile görüşme yaptılar. Azınlık vakıflarının mülkiyet sorunları gündeme geldiğinde Batı Trakya’daki durum gündeme getirilir. Bu araştırma ile Batı Trakya ile Türkiye’deki sorunun ortak olduğuna dikkat çekmek istedik.

HALICIOĞLU’NDAKİ KALFAYAN YETİMHANESİ’NİN HİKÂYESİ

 

‘Fırsat bu fırsat, vakfın kapatılması için gerekli koşullar sağlandı’

Kalfayan Yetimhanesi’nin 1943-1944 eğitim-öğretim yılında mezun olan öğrencileri müdür Veronig Küdyan ile birlikte.

Kalfayan Yetimhanesi, 1866’da Ermeni toplumun desteği, Episkopos Nerses Varjabetyan ile Patrik Boğos Taktakyan’ın onayı ve katkılarıyla, Sırpuhi Nışan Kalfayan tarafından kurulur. 14 Haziran 1928’de Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı bir eğitim kurumuna dönüşen Kalfayan Yetimhanesi, uzun süre Halıcıoğlu-Boncuk sokak 10 numaradaki ahşap binasında, sayısız kız çocuğa yuva ve okul olur. 1960’lı yılların sonlarında, Boğaz geçişi ve bağlantı yolları için yapılacak olan kamulaştırmalardan Sütlüce’nin de etkileneceğini gören Kalfayan Vakfı yönetimi, Karayolları Bölge Müdürlüğü’nden, yetimhane binasının ve arazisinin durumu ile ilgili bilgi ister. 10 Ocak 1969’da vakıf yönetimine gelen cevapta, yetimhanenin istimlak sahasında kaldığı ve yıkılacağı bildirilir. Vakıf yönetimi, Ocak 1969’da istimlak kararı eline ulaştıktan sonra, yetimhanenin nakledilmesi için izin almak üzere ilgili makamlara başvuruda bulunur.

Yetimhanenin tekrar inşa edilmesi için, Üsküdar’daki yetimler için dönüşümlü olarak yazlık kamp yeri olarak kullanılan arazi uygun görülür. Vakfın mülkü olan 12,5 dönümlük bu arazi yetim çocuklara hizmet verecek bir eğitim ve barınma kompleksi için yeterlidir. İstimlakle 100 yıldan daha uzun bir süreden beri bulunduğu yeri terk etmek zorunda kalacak olan vakıf, İstanbul Milli Eğitim Müdürlüğü’nden 16 Ocak 1970 tarihinde gelen yazı ile bir darbe daha alır. Bu yazıda, yetim çocukların Üsküdar’da barındırılmasının mümkün olmadığı, şehirdeki başka yetimhanelere dağıtılmaları gerektiği bildirilir. Kalfayan, binasını kaybetmenin yanı sıra kapatılma tehlikesiyle de karşı karşıyadır. Bunun üzerine, birkaç gün içinde Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne, nakil için yeniden başvuruda bulunulur. Şubat ayında gelen yanıtta, söz konusu gayrimenkullerin vakfın 1936 Beyannamesi’nde kayıtlı olmaması gerekçe gösterilerek, nakil talebi reddedilir.

Altunizade’deki mülkler, 1930’lardan beri nam-ı müstear adına kayıtla vakfın kullanımında olmasına rağmen, resmen 1954’te tapuda vakıf adına kaydedilebilmiştir. Devlet, pek çok benzer vakada olduğu gibi, burada da 1936 Beyannamesi’ni bahane olarak kullanır. Bu örnekte, beyanname, mülklere el koymak üzere açılacak bir dava yerine, mülkün yetimhane olarak kullanımını engellemenin zeminini oluşturmuştur. Vakıf yönetimi, buna rağmen, yeni bir dilekçeyle talebini VGM’ye iletir, ancak gelen cevap öncekinden farklı değildir.

Yetimhanenin varlığını sürdürebilmesi için her yolu deneyen vakıf yöneticileri, Ankara’ya gidip, dönemin Vakıflardan Sorumlu Devlet Bakanı Hüsamettin Atabeyli’ye, yetimhanenin karşı karşıya kaldığı sorunu anlatırlar ve olumlu bir sonuç elde ederler. İstanbul Valiliği, bir yazı ile yetimhanenin Üsküdar’a nakledilebileceğini vakıf yönetimine bildirir.

Vakıf yöneticilerinin Ankara’da yaptıkları görüşmeler sırasında tanık oldukları bir konuşma, devlet bürokrasisinin azınlık vakıflarına bakışını açıkça ortaya koymaktadır: Bakan Hüsamettin Atabeyli, yetimhanenin karşı karşıya kaldığı durumu öğrenince, Vakıflar Genel Müdürlüğü’nden sorumlu müsteşarı yanına çağırıp, sorunun ivedilikle çözülmesi için talimat verir. Müsteşar, Atabeyli’ye, heyetin yanında “Aman bakanım, fırsat bu fırsat, vakfın kapatılması için gerekli koşullar sağlandı bu istimlakle” cevabını verir. Sinirlenen bakan, çözüm talimatını tekrarlayarak görüşmeyi sonlandırır. Bu diyalog, istimlak sonrasında Kalfayan Vakfı’nın mazbutaya alınmasının da planlandığına işaret etmektedir.

Valilik’ten nakil için izin alınır. Ancak, 31 Ağustos’ta VGM’den gelen yazı bu izni doğrulasa da, günümüzde de devam eden başka bir sorunu ortaya çıkartır. Yazıda, herhangi bir gerekçe gösterilmeksizin, vakfın Üsküdar’daki arazisinde bulunan ahşap binada hiçbir değişiklik yapılamayacağı bildirilmektedir. 1972’nin yaz aylarına kadar, VGM’nin en alttan en üste kadar her kademesine, ilgili bakanlığına, Başbakanlığa, mesele defalarca izah edilir; hatta Başbakanlık’tan gelen talep üzerine, durum, bilirkişi raporları ile de tespit edilerek sunulur.

Karayolları Bölge Müdürlüğü, 24 Aralık 1971 tarihli bir yazıyla, yetimhanenin 1972 yılının Haziran ayında yıkılacağını bildirir ve o tarihe kadar boşaltılmasını ister. Böylece, bir sonraki yıl eğitime nerede devam edileceği bilinmezken, yetimlerin açıkta kalması tehlikesi baş gösterir.  1972’nin bahar aylarında kamuoyu yetimlerin başına gelenlerden nihayet haberdar olur fakat aynı yılın Temmuz ayında bina mecburen boşaltılır. Çocukların nerede barındırılacağı meselesine öncelik verildiğinden, tahliye acele bir şekilde yapılır; o telaş içinde, vakfın kimi belgeleri ve eşyası geride kalır.

Çocuklar, Vakfın Üsküdar İcadiye’de bulunan üç katlı ahşap evine yerleştirilir. Daha sonra Altunizade’deki arsaya yapılan barakalarda eğitim verilmeye başlanır. Böylece yetimhane, hem eğitim hem barınma için hiç yeterli olmayan bir mekâna sıkışmış olur. Bu arada, Danıştay’da açılan dava, 4 Ekim 1972’de sonuçlanır. Danıştay, istimlakin hayri hizmeti ortadan kaldırmayacağına karara vermiştir. Bu karara göre, hayri hizmet devam ettiği sürece istimlak bedeli ile hizmetin devamını sağlayacak imkânlar sağlanmalıdır. Dolayısıyla, hayrat binanın yani okulun başka bir yerde inşa edilmesinin gerekli ve hukuka uygun olduğu açıkça ortaya konmuş olur. Buna rağmen, yetimhane vakfının eski binasının hacmini geçmeyen projesi için gerekli izinler bir türlü alınamaz.

Yaklaşık olarak 30 yıl boyunca, bu zor şartlarda hizmet veren Kalfayan, 1999’da Üsküdar’daki Semerciyan Cemaran İlköğretim Okulu’nun binasını, o okulla ortak olarak kullanmaya başlar. Sonraki yıl Nersesyan Yermonyan İlköğretim Okulu da bu binaya taşınır. Semerciyan Cemaran ve Nersesyan Yermonyan okulları resmen kapanmaz ancak her iki okulun da öğrenci sayısı çok azalmış olduğundan, eğitime ‘Kalfayan İlköğretim Okulu’ adı altında devam edilir. Barınma hizmeti, halen, Altunizade’deki eski yazlık binada verilmektedir. Okulun çok değişken olan öğrenci sayısı, şu anda 60 civarındadır. 2011-2012 eğitim-öğretim dönemi itibariyle, 33 yatılı öğrenci bulunuyor. Kalfayan Yetimhanesi bugün Türkiye’de, barınmaya muhtaç Ermeni çocukların yararlanabileceği, ilköğretim düzeyindeki tek yatılı Ermeni kurumu.

Aramyan Uncuyan Okulu 1943-44 eğitim-öğretim yılı mezunları ve öğretmenleri. Orta sırada, ortada, okulun müdürü, emektar eğitimci Vahram Burmayan (1944.)

‘Taş yapıların değil, etten kemikten insanların hikâyesi’

Bu kitapta anlatılan, taştan, betondan yapıların, el konan binaların değil, etten kemikten insanların hikâyesidir. Burada sözü edilen kurumlar, genci ihtiyarı, kadını erkeği, zengini fakiriyle, bu topraklarda yaşayan insanların birlikte var ettikleri değerlerdi. Haksızlığa konu olan mülkler, ibadethanelere, okullara,

yetimhanelere, huzurevlerine, yardım kuruluşlarına, bütün bir topluma can veren maddi kaynaklardı.

Türkiye Ermenilerinin toplumsal yaşantısı ve kültürü, bu ekonomik zemin üzerinde yükseliyordu. Yok edilen bu yaşantının ve kültürün izleri, ‘neden’ ve ‘nasıl’

sorularıyla birlikte bu kitapta kayda geçsin; benzer adaletsizlikler yarınlara taşınmasın diye...

Çalışma sırasında, İstanbul’da 9 Ermeni kilisesinin ibadete kapandığını veya tamamen yok olduğunu, 34 Ermeni okulunun kapandığını ve 11 Ermeni mezarlığının mezarlık vasfını kaybettiğini tespit edildi.

Araştırma kapsamında, İstanbul’daki 53 Ermeni vakfın yıllar içerisinde toplam bin 328 adet taşınmaz edindiği tespit edilmiş ve bunlardan 580 taşınmazın mülkiyet sorunu yaşadığı saptanmış. Ayrıca 661 adet taşınmaza, değişik sebeplerle el konmuş. Bin 328 taşınmazdan 87 tanesinin akıbeti tespit edilememiş; yani mülkiyet sorunu yaşayıp yaşamadığını bilinmiyor. El konan 661 taşınmazın 143 tanesi, son 10 yıl içerisinde yapılan yasal değişiklikler sonucunda vakfına iade edilmiş.

Bu rakam da el konan 661 vakıf taşınmazının yüzde 21’ini oluşturuyor. Bu verilerin gösterdiği üzere, yapılan yasal düzenlemeler soruna çözüm getirmekten hâlâ çok uzak.

 

Kategoriler

Toplum Vakıflar