'Sonuçlar karşısında korkaklık, çağdaş bir kusurdur'

Yeraz Der Garabedyan, ‘faili meçhullerin genç bir adamın ruhunda yaptığı tahribat, üzerine yıkılan “aydınlık” hayalleri’ anlatan, Civan Canova’nın yazıp yönettiği, Vardiya Oyuncuları tarafından sahnelenen “Kızılötesi Aydınlık” oyunu üzerine oyuncular Altan Gördüm ve N. Cihan Aksoy’la söyleşti.

Yeraz Der Garabedyan
yerazdergarabedyan@gmail.com

Hepimizin bildiği bir gerçektir, tanımadığımız ölüler çoğu kez daha az bizimdir, sahiplenmek ve sorumluluk hissetmek istemeyiz. Peki ya mahallenizden komşunuz olan bir çift gözlerinizin önünde öldürülürse, aynı bakkaldan alışveriş yaptığınız bir çift örneğin. Eğer “su testisi” ile başlayan bahaneler üretemezseniz, aynı kapanın sizin için de kolayca kurulabileceğini bilmek korkutmaz mı sizi? Yoksa sizi kimsenin hedefi olmayacak şekilde bir bireye mi dönüştürür?

Vardiya Oyuncuları tarafından sahnelenen Civan Canova’nın yazıp yönettiği, Altan Gördüm ve N. Cihan Aksoy’un oynadığı “Kızılötesi Aydınlık” 31 Ocak tarihinde Levent Kültür Merkezi’nde prömiyerini yaptı. Faili meçhullerin genç bir adamın ruhunda yaptığı tahribat, üzerine yıkılan “aydınlık” hayalleri, 12 Eylül döneminin yarattığı paranoya ve korku atmosferi, şahit olmanın getirdiği suçu paylaşma duygusu, çağdaş dünyanın zalimliğiyle baş edememesi, usta oyuncu Altan Gördüm ve N. Cihan Aksoy vasıtasıyla, seyircisini huzurlu uykusundan dürterek uyandırıyor: Kızılötesi Aydınlık adeta bir bellek tazeleme oyunu.

Civan Canova’nın 1996’da yazdığı, korkunun, bireyin çağdaş bir kusuru olduğu noktasından yola çıkan oyun, kendini eve kapatan Genç Adam ve onun gelecekteki hali olan Yaşlı Adam arasında geçen bir hesaplaşma, yüzleşme hikâyesi.

Yaşlı adam ve genç adamın karşılaşması, yıllar içinde korkunun yarattığı yetersizlik hissiyle bireyin nasıl bir şekle büründüğünü göstermekle kalmiyor, içinde bulundukları kısırdöngüyü pesimist-optimist rollerinin değiştirerek izleyiciye aktarıyor. Yapayalnız bir bedenden ibaret, korku ve paranoyalar içindeki insanın  bu kısırdöngüyü kırmasının bir yolu vardır: “Hayatta kalmak istiyorsan oyun oynamalısın”. Diğer Canova metinlerinde rastlayabileceğiniz  “oyuna, sanata sığınma” Kızılötesi Aydınlık’ta yaşlı adam üzerinden yansıma buluyor. Bu sebeple metnin politik satır araları sanatsal motiflerle bütünleşmiş. Örneğin Iago Otello’yu oynamaya soyunurken, Kızılötesi Aydınlık, kahramanıyla beraber devlet ve toplumu da sanatla sınıyor.

Civan Canova birden çok alt metin içeren oyununu hiç tanımadığı iki sevgiliye atfetmiş:

“Onları hiç tanımamıştım, hiç görmemiştim. Resimleri vardı gazetelerde. Cansız bedenlerinin fotoğrafları bir şamar gibi çarpmıştı suratıma apansız, bir sabah, çok eskiden bir sabah. Sonra da, genç adam hissiyatıyla bir oyun yazmaya koyulmuştum. Bitirince de onlara hediye etmek istemiştim bu oyunu. Şimdi de yaşlı bir adam olarak tekrar onların anısına sunmak istiyorum. O iki genç sevgilinin olsun bu oyun. Tabii benim de bu mahallenin bir ferdi olduğumu göz ardı edip kabul ederlerse…'

Cellatlarını alkışlamaya, ödüller vermeye kurulu bir düzen içinde “beş duyunun duyumsamadığı bir aydınlık” özlemek bir nevi delilik. “Gerçekte bilmiyorsun gitmek istediğin yerin neresi olduğunu”  sözleriyle kahramanın, kaçmak istediği yalnızlığının üzerine korkunun eklenmesiyle ne denli köşeye sıkışmış ve çaresiz olduğunu görsek dahi, temelinde vazgeçtiği düşlerine hala bağlı olmasının, deliliğe övgüsünün altını çizmeden geçemeyiz.

Her Cumartesi ve Pazar Levent Kültür Merkezi’nde (Yeni bir sahne bu arada Levent Kültür Merkezi, Levent Çarşı içinde. Çalıkuşu Sok. No:2 – Levent) sahne alacak Kızılötesi Aydınlık’ın oyuncuları Altan Gördüm ve Nezih Cihan Aksoy’la, tiyatroyu, oyunu ve 12 Eylül dönemini konuştuk.

  • Metni seçmenizdeki sebep nedir, neden “Kızılötesi Aydınlık”?

AG: Ben bu oyunu yazıldıktan hemen sonra bir şekilde okumuş ve çok beğenmiştim, aklımın bir köşesinde hep dururdu. Grubumuzu hayata geçirmeye karar verince ciddi bir oyun arama sürecine girdik. Bazı kriterlerimiz vardı, ilk defa biz oynayalım, 5-6 kişilik olsun vs. derken içimize sinen bir oyun bulamadık. Kabul etmek lazım ki ciddi bir yeni metin sorunu var tiyatromuzda. Bu nedenle aslında ikinci oyun olarak düşündüğümüz Kızılötesi Aydınlık’ı seçtik. Kızılötesi Aydınlık oyuncu açısından da, yazarı açısından da, yönetmeni açısından da gizemleri fazlaca olan bir oyun. Metin, biraz tiyatro seyircisi istiyor. Ben yaparım anlayan anlar, anlamayan anlamaz mantığımız elbette yok. Kurulan bir tiyatronun ilk seçilen metni olarak oyuna da bu anlamda haksızlık etmiş olabiliriz. Seyircimizi oluşturmuş olsaydık daha fazla kitleyle buluşma ihtimali yüksek olurdu. Kızılötesi aydınlıkta yer yer simgesel konular var, mesela Iagoya yüklenilmesi, finalde Hamlet’in intihar ediyor olması gibi iki aşamalı, üç aşamalı simgeler var. Bu denli kolaya alıştırılmış seyirci için anlaşılabilir mi bilmiyorum. Iagoyu, Hamleti bilmeyen seyircilerden de anlamıyoruz diye bir dönüş almadık aslında, onlar da Yaşlı Adam’ın Genç Adam’ı güldürmeye çalıştığı eğlenceli yerler olarak gördüklerini söylediler. Ama yine de bu oyun için biraz tiyatro seyircisi gerekiyor. Nasıl opera seyircisi operayı bilerek gidiyordur, bu oyuna da biraz tiyatro seyircisi gerekiyor.  Bu da biraz sanat oyunu oldu, sanat filmi gibi. Ben olgunluk çağında bir oyuncu olarak bakıyorum kendime, böyle bir oyunda oynadığım için çok mutluyum.  Bu oyun seyirci oluşturmak için cesur bir seçim olabilir ama iddialıyız, biz iyi oynadığımıza, oyunun iyi çıktığına inanıyoruz, işimize güveniyoruz. Bazen öyle oyunlar var ki tüm koltuklar dolar ama sahnede bir şey yoktur. Bu da bu ülkenin gerçeği, Türk Sinemasında rekor kılan filmlere bakalım, bu gayet güzel kanıtlıyor.

  • Civan Canova’nın orjinal metniyle sizin yorumunuzda farklılıklar var mı?

AG: Provalar sırasında bazı şeyleri yazarla birlikte değiştirdik. Normalde finalinde ayak sesleri duyulur, kapı çalınır genç adamın oynadığı tiyatrodan biri gelir. “Kaç gündür kendisine ulaşamıyoruz, tiyatro grubunda ona bir rol var, görürseniz söyleyin” repliğini seyirci duyar. Bizim oyunumuzda yorum olarak çocuk iyice geri plana çekilmiş bir karakter.Değişim dışında gelişecek bazı şeyler olur her oyun içinde. Örneğin Prömiyer günü reji Civan (Canova) bize verdi. Genel provadan sonra akşam verdi, İlk kez sahnede denedik. İkinci oyunda değiştirmek istediği yerler oldu. Tiyatroda oyun oynanır, düzeltme provası yapılır. Tiyatronun bir tiyatro oyuncusu olarak bence en güzel yanı da bu, sürekli dinamik olması.Sinema filmini çekersin, orada kalır. Tiyatroda ilk oyunla son oyun arasında dağlar kadar fark vardır. Bazen, örneğin 25. oyunda, bunu farketmemişim dediğimiz noktalar oluyor. Rutkay Abinin bir örneği var, zamanında bir oyun sahneye koymuş, zannedersem Zengin Mutfağı. Ardından 80’li yılların başında Ankara Devlet Tiyatrosunda aynı oyunu farklı oyuncularla tekrar sahneye koydu.Rejisinde bunu o zaman nasıl atlamışım dediği noktalar vardı. Belki o zamanki bakış açısıyla vurgulanması gereken yerler başkaydı. Ama yönetmen olarak da ben bunu atlamışım dediğimiz yerler her zaman olur.

  • Oyun bir nevi olgunlaşıyor yani...

AG:Kesinlikle. Bence güzelliği de bu tiyatronun. Kişi olarak da seni sürekli zinde ve uyanık tutuyor. Kamera karşısında hata yaptığın zaman bir daha çekiyoruz şansın var ama sahnede “pardon ya, bir daha alıyoruz” diyemezsin. Aktarmak istediğini bazen aktaramıyorsun seyirciye. Bu yüzden oyun başladığında tartarız oldu mu diye, seyirciden gelen sessiz de olsa bir ses vardır. Onu her oyunda duymaya gayret ederiz.

  • Oyunu sergileyen ‘Sanat için nöbetteyiz” sloganıyla çıkan Vardiya Oyuncuları oluşumundan söz edelim biraz da dilerseniz...

AG: Vardiya Oyuncuları oluşumu Ekim ayında başladı. Aslında okulu açtıktan bir yıl sonra Vahide’nin burada Cuma Vardiyası diye grubu vardı, bir nevi onun devamı oldu. Bir futbol takımı gibi düşünelim, popüler örnek olarak, alt yapı kurmaktı amacımız. Şampiyonlar ligine gidecek, şampiyon olacak, UEFA’da küme çıkacak, bu şekilde düşündük. Bizim amacımız sadece para kazanmak değil, biz bir seyirci oluşturmak istiyoruz. Vardiya Oyuncuları bir kurumsal kimliğe bürünsün istiyoruz. Her sezon en az iki tane çocuk oyunu, iki tane de oyun yapar, Avrupa turnelerine gider, gerekirse yurtdışından gruplar getirir. Sanata bakışı ve dünya görüşü net bir oluşum olsun istiyoruz.  Bir kimliği olsun istiyoruz. Biz bunu yerleşik ve tutarlı bir hale getirmek istiyoruz, bizden sonra bayrağı öğrencilerimiz devralır. Onların sorumluluğuyla da oynuyoruz.

NCA: Cuma Vardiyasında genç bir ekibiz biz 12 kişi kadar. İki yıldır burada, Akademi 35 Buçukta oldukça aktif bir şekilde çalışıyoruz. Burası bir oyunculuk okulu ve Vahide Hocamızın yönetiminde Cuma Vardiyası okuldan mezun arkadaşlardan oluşuyor. İki senedir atölyelerimizde oyunlar oynuyoruz, 27 Martta şenlik düzenliyoruz. Eğitim gören öğrenciler derslerine girmeden önce, oluşturduğumuz bir takvim doğrultusunda düzenlediğimiz şiir, öykü okuma ve plak dinleme etkinliklerimize katılıyorlar. Öğrenciler Akademiye sadece ders için gelip gitsinler istemiyoruz, burada kültürel ve sanatsal paylaşımın olmasını, oyunculukları için gereken birikimi katılımcı olarak sağlayabilecekleri bir ortam oluşturmaya çalışıyoruz.

  • Nöbet tutmak gerekiyor mu gerçekten sanat için?

NCA: Vardiyanın aslında gemi de tutulan nöbetten gelen bir anlamı var. O sebeple sanat için nöbetteyiz sloganını seçtik. Biraz son dönemde Tiyatrolara yapılan baskı ve saldırıya  gönderme yapıyoruz ama esas olarak sanat için durmaksızın çalışacağımızın altını çizmek istedik.

  • Kaç kişilik bir grup Vardiya Oyuncuları?

AG: Vardiya oyuncuları kemik bir kadrodan söz ediyorsak eğer  yaklaşık 15 kişi.

  • Vardiya Oyuncularının bir sonraki projesi ne olacak?

AG: Öncelikle Kızılötesi Aydınlık’ın İstanbul içi ve Türkiye turneleri de olacak. İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin 27 Mart haftasına gideceğiz. Ankara, Antalya ve Eskişehir var. Şu anda 7-8 merkeze oynama planımız var. Yerleşik olarak da burada Nisan’ın sonuna kadar oynamayı planlıyoruz. Bu sezonu iyimser olarak 60 oyunla kapatmayı planlıyoruz.

Bu sene yetiştirebilseydik, salonla ilgili sıkıntılar olmasaydı, ikinci oyunumuz repertuarda jose sanchis sinisterra’nın Ay Carmela oyunuydu. Vahide Gördüm ve Tuna Orhan oynayacaklar, Rutkay Aziz’de rejisini yapacak. Oyunun promiyerinin Mart ayını bulması sebebiyle yeniz sezona öteledik. Umarız bu oyunda yeni sezonda devam eder. Bir de Broadway’de oynanan, görüşmelerini yaptığımız bir oyun var. Oyunlar olacak yeterki bir salonumuz olsun.

  • Salon konusunda sıkıntı mı yaşıyorsunuz?

AG: Okulu kurduktan bir yıl sonra çocuk tiyatrosunu başlatmıştık.Sonra salonsuzluk yüzünden vazgeçtik. İki üç yıldır bu salonun peşindeydik. Salonu kiralamakla da bitmiyor, imzalar, izinler gerekli. Biz Ekim ayında perde açacaktık, Ocağın sonunu buldu. Tiyatro yapılacak salon yok.

  • Aynı karakteri oynayan iki kişi olarak, beraber oynama deneyiminizi nasıl tanımlarsınız?

AG: Cihan’la oynadığım için son derece mutluyum, sebebi de şu: Burası bir okul. Cihan’ın geçmişi de var ama bu okuldan da feyz aldı. Bu okuldan yetişmiş biri olmasını tercih ettik. Tiyatronun güzelliğidir bu, minik minik hatalar olur, -sahnede bir iki hata yaptık seyirciye geçmeyen- ama hiç konuşmadan onları toparladık, bu da bir deneyim. Tanıdığım biriyle oynamak çok önemli bir şey.

NCA: Hocamla sahneye çıkmak benim için hayalimin gerçek olması. Bazen hala inanamıyorum. Ben Boğaziçi Üniversitesi Oyuncularıyla başladım tiyatroya, mezun olduktan sonra Tiyatro Boğaziçi’nde devam ettim toplam 8 yıllık bir süreç, Akademiye geldiğimde 2009’da  beş yıl ara vermiştim tiyatroya. Akademide hep çalışkan bir öğrenci olmaya, katılımcı olmaya, sorumluluk almaya ve sorumluluklarımı yerine getirmeye çalıştım. Bu süreçte Vahide Hocamın, Altan Hocamın, Akademideki tüm hocalarımın büyük emeği, desteği var üstümde. Profesyonellerle çalışmak ayrı bir şey derler ya, ben amatör ruhla işini yapan profesyonellerle birlikte çalıştım. Bu tüm Akademi 35 Buçuk öğrencileri için geçerli tabii ki. Tüm bu sürecin sonunda da profesyonelliğe adım atmak, yeni bir grubun ilk oyununda sahneye çıkmak benim için mutluluk ve gurur kaynağı.

  • Bu karakterin hazırlık sürecinden nasıl gerçekleşti?

NCA: Öncelikle Civan Hocam çok destek oldu, yol gösterdi. Oyunu çok uzun zamandır okuyorduk ama yazar ile beraber olunca onun verdiği referans noktalarıyla bakışın değişebiliyor. Ben temel olarak bu karakterin yaşadığı travmadan yola çıktım. Çok naif bir karakter, hayat mücadelesi altında ezilmiş durumda. Bunu anlayabilmek ve kendinde olan şeyleri ona yakınlaştırmak gerekiyor. Uzaktan gıptayla baktığı, sonradan öldürülen çifte olan hissiyatını oluşturmaya çalıştım. Ona büyük mutluluk veren, umut bağladığı bir şeyi kaybediyor karakter. Travma da böyle ortay çıkıyor zaten. Bu hissiyatı arayarak yola çıktım. Geçirdiği travmanın somut karşılığı nedir ona yoğunlaştım. Karakterin hafif şizofrenik davranışları vardı, sizofrenleri inceledim. Yazarak çalışırım, alt metinleri oluşturarak ve müzikle. Tüm bunlar yaklaştırıyor sizi. Ben prova dışında da çok düşünüyorum karakteri. Osmanbey metro civarında esnaf benim deli olduğumu düşünebilir örneğin, çünkü ben yolda kendi kendime konuşuyorum. Telefonla konuştuğumu zannetsinler diye kulaklık takıyorum.

  • 12 Eylül dönemine dair travmalar bu denli büyük mü sizce? Yoksa oyundaki karakterin teatral, abartılı bir yanı var mı?

AG: Tabii her zaman bir fantazi vardır. Ama o dönem etkilenmiş bir kitle var. Civan Canova o fotoğrafı gerçekten görmüş, ben de hatırlıyorum. Ancak bu çocuğun kişisel sıkıntıları var, sadece travmadan kaynaklı değil. Çok yetenekli ve başarılı olmayan bir adam.Hayat zaten üzerine geliyor, bir de ara söylüyor örneğin, “korktun sadece, seni hedef alan yoktu, seni hayatın boyunca kimse hedef almadı”. Hedef bile olamamış, kendi içinde silik bir karakter.

NCA: Çok aşağıda, iç dünyası çok karanlık bir karakter, aslında kimseye bir şey yapmamış ve isyan içinde ancak kimse bu isyanın farkında değil o da geleceğiyle, 20 yıl sonraki haliyle o derme çatma çatı katından bozma evinde tartışıyor bunu.  Dekor bu konuda çok yardımcı oldu bana, Başak Özdoğan öyle detaylara yer verdi ki dekorda oyuncu olarak bir sürü malzeme oluyor elinizin altında.

  • 12 Eylül döneminin siz de canlı bir tanığıydınız, hafızanızda neler var döneme ilişkin?

AG: O dönem çok mu eski? Eski gibi değil mi? Gerçekten insanlar öldürülüyordu, yanlarına silah bırakılıyordu ve cesetleri çıkarılırken mahalleli alkışlıyordu. Benim arkadaşım öldürüldü 12 Eylül’de. İnsanlar alkışlıyordu, örgüt evi dağıtıldı diye bayraklar çıkarıyorlardı. Sonra, üçüncü sayfada örgütle ilgileri olmadığı yazardı. Bilmiyorum hatırlar mısınız İstanbul’da bir alt geçidin altında arabayı taradılar, örgüt arabası diye. Hiç ilgileri olamayan beş kişi öldü. Bir hafta yazdı gazeteler, aslında hiç ilgileri yokmuş. Bir de tek kurşunla öldürülmüyorlardı, çatışmada ölmüş gibi bayağı delik deşik ediliyordu insanlar. Hangi hırsla o gencecik insanlara kurşun yağdırdılar? Civan’ın yaptığı o yargısız infazlarda katledilen insanlara bir anlamda saygı duruşu.

NCA: Ben 12 Eylül döneminde çocuktum. Kafamda net bir şey yok ama hatırladığım annemin bana sokağa çıkılmadığını anlatması, camdan bakarak geçirdiğim zaman ve düdük sesleri. Ama sonrasında, politikaya ilgi duymaya başlayınca, Bağlarbaşının zamanında daha sol görüşlü bir yer olduğunu farkettim. Mesela bizim arka sokakta, bir apartmanın duvarında antifaşist bir slogan gördüğümü hatırlıyorum.Bunlar bir şekilde merakını uyandırıyor, araştırıyorsun ve öğreniyorsun. 12 Eylül’e ait -düdük sesleri dışında- sokaklarda yürüyen askerler vs gibi net figürler hatırlamasam da sonradan çocukluğuna dair yaşadığın her şeyin o dönemle ilişkisini kavrıyorsun.Ama 80’lerin ikinci yarısına dair ise çok net hatırladığım bir konu yargısız infazlar: örgüt evi basıldı, şu kadar kişi öldürüldü, yanlarında şu silahlar bulundu gibi. Sonradan bir iki tezhip de hatırlıyorum bunla ilgili.

  • Yılların oyuncusu olarak sahneye çıktığınızda hala heyecanlanıyor musunuz?

AG: Tabii ki heyecanlanırsın, her oyunda heyecanlanırım ben. Dozunda tutulursa kişinin oyuna daha fazla girmesini sağlayan bir heyecandır. Prömiyerde şöyle bir şey dedik: ne işimiz var burda, niye kalkıştık bu işe? Ben bunu 30 küsür yıldır söylüyorum. Ne işim var burada siyasalda okumuşum, gidip Vali ol, vs ol dediğim çok oldu benim. Bir de prömiyerde üzerimizde yeni bir tiyatronun, Vardiya Oyuncuları’nın ekstra heyecanı da vardı. Cihan’a da söyledim, yeni kurulan bir tiyatronun ilk repliğini sen söylüyorsun.  Benim adıma heyecan verici başka bir şey de aslında ben 6 yıldır sahneye çıkmıyordum. En son 2007’nin baharında Ankara’da sahneye çıkmıştım. Çok mutluyum tekrar sahneye döndüğüme.

  • Türkiye’de tiyatro seyircisinin azlığını, fazla sayıda oyun sergilenmemesini neye bağlıyorsunuz?

AG: Devlet tiyatrolarının kapanması gündemdeyken biri bana sosyal medyada sordu, “neden bu kadar olay yapıyorsunuz, şart mıdır tiyatro?” diye. “Evet şart, senin gibi adamların olmamasını sağlıyor” dedim. Tiyatro görmek isteyene yol gösterir. Gelişmiş ülkelerde sanata ayrılan paya bakın, bir de gelişmekte olan ülkelerde aynı paya bakın. Geliştikleri için mi sanata pay ayırıyorlar yoksa sanatsal olarak geniş bir yelpazeleri olduğu için mi gelişiyorlar? Nerden çıktı sanat? Osmanlı medeniyetin beşiği, ilk roman 1904 Şemseddin Sami'nin Taaşşuk-ı Talat ve Fitnat. Matbaaya bakıyorsunuz, kaç yüz sene sonra geldi. İlk tiyatro oyununa bakıyorsunuz uyarlama. 1900’lere gelmişiz. İhtiyaç mı hissedilmemiş dersiniz, hayır bastırılmış. Çünkü sanat bir aydınlanma.  Aydınlanmaya karşı durulmuş yıllarca.

Tiyatro bir gelenek işidir. Neden İngiltere’de her akşam Londra’da 100 küsür salon perde açıyor? Gelenekleri var. Bizde neden yok? Çünkü destek olması gerekiyor. Ben İzmir’de 1900’lerin başında çekilmiş siyah beyaz bir fotoğrafta, Karşıyaka İskelesini karşına verdiğin zaman sol tarafta tiyatro hatırlıyorum. İstanbulda var bu gelenek, Ankara’da devlet desteğiyle on ciavarı sahne olmuştur. İstanbul, Avrupa kültür başkenti. Kim gördü kültür başkenti olduğunu? Bizlerin kullanımına açılmış kaç salon var örneğin? Haftada iki gün oynayabiliyoruz. Potansiyelimiz var ancak gösterecek salon yok. Alışveriş Merkezlerindeki salonlar çok yüksek fiyatlı.

Seyirci açısından da birbirini beliyen bir süreç sözkonusu. Tiyatroya gitmek istiyorsun, gidiyorsun tesadüf kötü bir oyunla karşılaşıyorsun. Bir daha gidiyosun bir daha oluyor, üç, dört derken kumanda elinde altında, dizilere başlıyorsun, üstelik bedava. İnsanların bahanesi genelde “ben günlük hayatta çok bunalıyorum, öyle bunalım oyunlara, filmlere gitmek istemiyorum” oluyor. Elinizde sizin bir seçenek var, bunalıyorsanız hayatınızı değiştirmeye çalışın, esas sorun orada. İzlediğiniz sanat dalını değiştirmektense daha temel bir şey var, hayatını değiştirmeye çalış. Sorun hayatın zaten.                                     

Kategoriler

Şapgir