'Biz iyi ve samimi sinemayı arzuluyoruz'

2000’li yıllarla beraber büyük bir ivme kazanan Türkiye sinemasının biçim ve hikâye açısından kendisini tekararladığını ve bir tür tıkanıklık yaşadığını düşünen iki genç sinemacı Can Eren ve Beste Yamalıoğlu geçtiğimiz günlerde bu duruma itiraz ederek bir manifesto yayınladılar. Can Öktemer, Eren ve Yamalıoğlu ile yayınladıklar manifesto ve Türkiye sinemasının geleceği hakkında konuştu.

Can Öktemer
temercan.ktemer7@gmail.com

·         Öncelikle sizi böyle bir manifesto yayınlamaya iten sebepler nelerdir?

Öncelikle bizler 20'li yaşlarda, sinema ile hem teorik hem de pratik anlamda haşır neşir olan gençleriz. Bu süre zarfında bir çok kısa metraj film denemelerimiz oldu, bu kısa metraj filmler vesilesi ile kendi jenerasyonumuzdaki sinemacılarla tanışıp, eğilimlerini gözlemleme imkanımız oldu. Acıdır ki yenilikçi ve özgün fikirlere sahip sinemacıların, daha yolun başındayken kendi eksenlerinden, bazı sebepler dolayısıyla, çark etmeye başladıklarını fark ettik. Bu sebeplerin; film yapım desteğinin sadece Kültür Bakanlığı'nın omuzlarına yüklenmiş olması, özel sektörün duyarsızlığı, yanlış ve eksik yapımcılık algısı, akademisyenlerin ve akademilerin beceriksiz, yetersiz kalışı, festivallerin karar mercii olabilecek sanatsal derinlikten yoksun oluşu gibi ciddi eksikliklerden kaynaklandığını fark ettik. Biz ve bizim gibi yenilikçi sinemacıların ilerleyen zaman içinde yalnızlaştığına tanık olduk. Fakat ısrarcı olan arkadaşlarımız ulusal ve uluslararası camiada kendi sinemasal cümleleriyle Yenilikçi Türkiye Sineması'nı temsil edebilmeyi başardılar. Takdir edersiniz ki tüm bu şartlar altında sinema üretebiliyor olmak aslında bir mucize. Üstüne ıslarla yenilikçi işler üreten sinemacıları görmek bizi bu manifestoyu yazmaya iten en güçlü motivasyon oldu.

·         Size göre Türkiye sinemasının biçim ve hikaye olarak tıkanmasının ve ezberci bir hal almasının sebepleri nelerdir?

Çoğunu bu üsluba yönlendiren şeyin, sanatsal dürtü değil, ekonomik sorunlar olduğuna inanıyoruz. Yeteri kadar sektörleşmenin olmadığı sinemamızda, sinemacılar, çekebilecekleri masrafsız minimal hikayeler üretmeye başladı. Yani, bütçeler hikâyelere değil, hikâyeler bütçelere uymak zorunda bırakıldı. Bu baştan pazarlıklı sektörün içinde iyi sinema üretebilmenin imkansızlığını yaşamaktayız. Başarılı örneklerin, yani minimal-gerçekçi yaklaşımı içselleştirip sinemasal bir üslup olarak benimseyenlerin, örnek olarak Nuri Bilge Ceylan sineması, uluslararası ödüller alması ise içinde bulunduğumuz tıkanmanın en büyük itici gücü oldu. Sadelerin başarısını bayağılar bir tıkanmaya dönüştürdü diyebiliriz. Kabaca, zamanında edebiyatımızda “Anadoluculuk”un yükseldiği dönemde, İstanbul'dan hiç çıkmamış şair-yazarların Anadolu'yu öven eserler vermesi gibi, aslında çekmedikleri sancıların hikâyelerini “itibari” bir biçimde anlatmaya çalışan samimiyetsiz, özelliksiz Nuri Bilge Ceylan sineması taklitleri türedi diyebiliriz.

·         Manifestonuzda, minimalist ve bağımsız sinema olarak tanımlanabilecek son dönem Türkiye sinemasındaki tıkanmalardan bahsetmişsiniz, peki siz son dönem Türkiye popüler sinemasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Türkiye popüler sinemasını, festival sinemasına kıyasla daha samimi buluyoruz. Tasvip edilir, edilmez o ayrı bir tartışma konusu, fakat kendi kitlesini doyuran filmler üretebilmekteler. Kabaca 'Popcorn Movie' olarak tabir edilen gişe odaklı, sanatsal kaygısı olmayan filmlerin yapımının sinema sektörüne olan maddi katkısını göz ardı edemeyiz. Örneğin, dolaylı yollardan da olsa Kültür Bakanlığı Film Yapım Destek Fonu’nun bir kısmı bu tip filmlerin gişe gelirlerinden oluşmakta. Bizim amaçlarımızdan biri de hem gişeyi hem festivalleri aynı ölçüde doyurabilen filmlerin yapımının artması, aradaki uçurumun mümkün mertebe kapanmasıdır. Bu durumun aksi, bir grubu avam diğer grubu ise entelektüel olarak etiketlemektir, yani bir izleyici faşizmidir.

·         Size göre bundan sonraki Türkiye sineması sizin işaret ettiğiniz tıkanıklıktan nasıl kurtulabilir?

Yenilikçi işler üreten ve üretmek isteyen sinemacıların inançlarını yitirmemeleri gerekiyor. Bu zorlu bir yol, farkındayız. Hem ekonomik hem kültürel zorluklar söz konusu. Fakat sinema evrensel bir sanat. Sınırların, zamanların ötesine, sonsuzluğa hikâyelerimizi uğurluyoruz. Türkiye Sineması'nın bu sorumluluğu taşıyan sinemacılara ihtiyacı var. O hikâyelerin ve o hikâyeleri izleyecek insanların varlığına inanıyoruz. Ekonomik zorluklar, sanatsal kaliteyi etkilemeyen alternatif bütçe kaynakları bulunarak aşılabilir, ki dünya sineması bu şekilde ilerlemektedir. Tabii bu noktada özel sektörün de sağ duyulu olması gerekmekte. Örneğin, özel sektörün sinema yapım desteği konusunda bilgi alabileceği paneller düzenlenebilir. Film festivalleri, dünyanın önde gelen festivallerinde olduğu gibi, Cannes, Berlinale, film yapımının teorik ve pratik anlamda desteklenmesine katkıda bulunabilir. Acıdır ki, sektör içi/dışı her türlü gelişimin ve değişimin gün be gün arttığı Türkiye’de bu gibi eksiklikler imkansızlıktan değil umursamazlıktan kaynaklanmaktadır.

·         İleride çekmeyi planladığınız filmler için nasıl bir yol haritası izlemeyi planlıyorsunuz?

Biz üzerimize düşen sorumlulukları hem teorik hem pratik anlamda elimizden geldiğince yerine getirmeye çalışıyoruz. Karşıt Sinema Manifestosu'nu (http://www.karsitsinema.com/manifesto) kaleme almak da bu sorumluluğun bir parçası idi. Teorik açıdan; sadece film tanıtımları ve eleştirileri ile yetinmeyip, sektörün gelişimine ve değişime alternatif yollar sunacak makaleler yayınlayacağız. Sinema yazarlarından, eleştirmenlerinden ve akademisyenlerden beklentimiz sinemayı bu perspektiften de ele almalarıdır. Eğer değişim gerçekten isteniyorsa, bu manifesto önümüzdeki uzunca yolun temizlenmesinde hepimize yardımcı olacak, sinemasal farkındalığı tetikleyecektir. Bu değişim sürecine paralel olarak uzun metraj film yapım çalışmalarımıza devam edeceğiz. Yapımcının, yapımcılık adabının hayati öneme sahip olduğunun bilincindeyiz. Sanat yönetiminin, post prodüksiyonun en az senaryo ve sinematografi kadar önemli olduğu kanısındayız. En önemlisi ve zorlusu ise bu uzun maratonda hikâyelerimizi bütçe kaygısıyla manipüle etmeyip, mümkün olan tüm alternatifleri sinemamız lehine çevirmeye gayret edeceğiz.   

·         Türkiye’nin önemli film festivali ödüllerinin ağılrıklı olarak sizin manifestonuzda bahsettiğiniz minimal-gerçekçilik türe sahip filmlere verilmesi ve sinema otoritelerinin bu filmleri ön plana çıkarmalarının sebebi size göre ne olabilir? Bu tür bir tutumun sinemada bir tür “cemaatçiliğe” dönüştüğü fikrine katılır mısınız?

“Cemaatçilik” yanlış bir tespit değil, fakat bunun sorumlusu festivaller ve sinema otoriteleri diyerek köşeye çekilmek de doğru olmaz. Aksine bu yapıyı kırmanın daha fazla yenilikçi film üretmekten geçtiğini savunuyoruz. Tabii ki de bu yapı, yenilikçi filmlere çifte standart uygulamakta, bu su götürmez bir gerçek. Minimal-gerçekçi filmlerin teknik-teorik yetersizlikleri hoş görülürken, yenilikçi filmlere yaklaşım olabildiğince sert. Halbuki sinemada yetersizlik hoş görülebilecek bir özür değil, bunun bilincindeyiz ve yenilikçi yönetmenlerin de bu bilinçle daha fazla üretim yapmaları, ısrarcı olup festivallere sanatsal anlamda doygun filmler sunmaları gerekmekte. Yenilikçi sinemacılar ürettikçe festivaller nezdinde kötünün iyisi algısı iyilerin tatlı rekabetine dönüşecek. Biz iyi ve samimi sinemayı arzuluyoruz ve bunu yaparken filmleri minimalist/maksimalist olarak gruplandırmıyoruz, iyi sinema iyi sinemadır.

Kategoriler

Şapgir

Etiketler

Çağdaş sinema