“Hürriyet’in onu ölüme götüren süreçte sorumluluğu olduğunu biliyorum”

Hrant Dink'in hazırladığı Sabiha Gökçen haberini, Hürriyet'te yayınlayan Ersin Kalkan, 2010 yılı Ocak ayında gazetemize verdiği röportajında, Hürriyet'te haberin yayınlanmasından sonra gelişen süreci ve işten çıkarılışını anlatıyor.

 

'Başta Hürriyet olmak üzere, gazetelerin çoğu Kemal Kerinçsiz tayfasının yaptığı saldırıları kınamak şöyle dursun, bu canileri kahraman haline getirdiler. Bu süreçte Kerinçsiz’le yapılan söyleşilere baktığımızda olayın şeklini daha iyi anlarız. Çünkü, bazı gazeteciler de bu kampanya sırasında Kerinçsiz gibi görevlendirilmiş ve bu vazifelerini de hakkıyla yerine getirmişlerdi.'

 

 

 


•          Sabiha Gökçen haberini yapmaya karar verdiğiniz süreci anlatabilir misiniz?

Biz Hrant Dink’le zaman zaman dönmelerle ve 1915 mezalimi sürecinde mecburen dönenlerle ilgili konuşurduk. O duyduklarını bana anlatır, ben de Anadolu’yu gezerken bana anlatılan hikâyeleri ona aktarırdım. 2004 Şubat’ının başında Hrant beni aradı ve Sabiha Gökçen’le ilgili bir haber üzerine çalıştığını söyledi. Agos’a gittim ve haberin ham halini okudum. Haber dört başı mamurdu. Cumhuriyet tarihinde mitos haline getirilmiş birinin öyküsüydü. Sabiha Gökçen hem ilk “Türk” kadın pilot, hem de Atatürk’ün manevi kızıydı. Haber mükemmel ama tehlikeliydi. Çünkü resmi tarihin temel direklerinden birinin yerinden oynamasını sağlayacak özelliğe sahipti. Zaten burası Türkiye’ydi ve haber tehlikeli olmazsa haber olma özelliğini yitiriyordu.

Hrant’a, “Bu haberin tamamlanması gereken ayakları var. Ver bana, eksiklerini tamamlayıp haber yapayım” dedim. Sabiha Gökçen’in sırrını bilen Oktay Verel ve Cemal Kutay gibi gazeteci ve tarihçilerin bu konuda görüşlerini alırsam bana göre haber tamamlanıyordu. Hrant, haberin önce Agos’ta çıkmasını, ardından eksikleri tamamlayarak benim yazmamın daha doğru olduğunu savundu. 6 Şubat 2004’te haber Agos’ta çıktı. Hrant, Verel ve Kutay dışında Pars Tuğlacı’dan da görüş almamı önerdi. Oktay Verel, önce bu konuda konuşmak istemedi (haber yayınlandıktan sonra başka gazetelere konuştu ve bizim öne sürdüğümüz tezin tam zıddını savundu), Cemal Kutay da Sabiha Gökçen hakkında bu iddiaları duyduğunu, ama kendisini bu habere dâhil etmememizi rica etti. O sırada ben başka bir haber için İstanbul dışına çıktığım için editörümüz Necdet Açan, muhabir arkadaşımız Ayda Kayar’ın Pars Tuğlacı ile konuşmasını istedi. Görevden döndüğümde, Tuğlacı’nın henüz bir açıklama yapmadığını öğrendiğimde Hrant’la da yaptığım kısa söyleşiyi habere ekleyerek yayınladık. Bilindiği gibi haber manşet oldu. Birinci sayfada ve haberin devamının görüldüğü 21. sayfada benim koyduğum başlıklar aynen korunarak haber sunuldu. Haber gayet dengeli ve tarafsız bir dille verildi. Burada hiçbir sorun yoktu.

•          Haberin yayımlanmasından sonra neler oldu?

Haber yayınlandıktan sonra ilk tepki dönemin Ege Ordu Komutanı’ndan geldi. Komutan, Sabiha Gökçen’i Ermeni olduğunu bildiği halde evlat edinen Atatürk’ün büyüklük gösterdiğini savunuyordu. Fakat ertesi gün Genelkurmay Başkanlığı bir açıklama yaparak haberi lanetlendiklerini ilan etti. Genelkurmay açıklamasının bir yerinde, “Böyle bir sembolü amacı ne olursa olsun tartışmaya açmak, milli bütünlüğe ve toplumsal barışa katkısı olmayan bir yaklaşımdır” deniliyordu. Çünkü askerler eskiden beri, milli bütünlük ve toplumsal barışın sürmesinin, resmi tarih ne diyorsa onu kabul etmemize bağlı olduğunu savunuyordu. Bir diğer tepki de o dönemde boğazına kadar yolsuzluğa batmış olan Türk Hava Kurumu’ndan (THK) geldi. THK, “Bilerek veya bilmeyerek bir Türklük değeri daha yok edilmeye çalışılmaktadır” diyordu!

Aynı gün içersinde Atatürk’ün manevi kızlarından biri olan Ülkü Adatepe de bir basın toplantısı yaparak Gökçen’in annesinin “Boşnak Türklerinden” babasının ise Edirneli olduğunu açıkladı. Bu açıklamalar üzerine Ertuğrul Özkök, haberi savundu ve ırkçılığın yanlış olduğunu belirtti. Özkök’ün bu haberle ilgili duruşunda sorun yoktu, ama bu arada Emin Çölaşan’ın elleri armut toplamıyordu. Çölaşan, “Sabiha Gökçen” başlıklı yazısını, “Bir gün onun sırtından böyle oyunlar oynanacağı ve Ermeni ilan edileceği hiç aklıma gelmezdi. Ölmüş insanlar yalanlara, iftiralara yanıt veremez. Onların üzerinden oyun oynamak en kolay yoldur. Yazık, ayıp, günah…” diyerek bitiriyordu. Bu nefret korosuna Hasan Pulur ve Melih Aşık da katıldı. Cumhuriyet yazarı Özgen Acar ise bir adım daha ileri gidip “şimdi merak ediyorum! Basın-yayın ilkelerini açıklamış olan Doğan Grubu, bu haberle bağlantılı olarak sorumsuzlar hakkında acaba ne gibi işlem yapacak” diye soruyor, Hürriyet’in patronuna açıkça, “bu sorumsuz gazeteciyi işten atın” demeye getiriyordu. Bu konuda en insani duruş Taha Kıvanç mahlasıyla yazan Fehmi Koru’dan geldi. Koru, bu haberin yıllarca önce Jamanak gazetesinde de yayınlandığını belirtiyor ve bazı yazarların Sabiha Gökçen’in Ermeni olmasından neden bu kadar fazla gocunduğunu soruyordu.

Hrant Dink, Sabiha Gökçen haberinin Hürriyet’te yayınlanmasından sonra bu denli ses getirmesinin iyi olduğunu düşünüyordu. Haberden iki hafta kadar sonra buluştuğumuzda bana, söz konusu haberin resmi tarih tezlerinin tartışılmasının miladı olacağını söyledi. Zaten ikimiz de Anadolu’da 1915’ten kalma on binlerce Sabiha Gökçen olduğuna inanıyorduk ama ilk defa bu mesele kamuoyu önünde açıkça tartışılmaya başlanmıştı.

•          Dink’i ölüme götüren süreçte Hürriyet gazetesinin rolü üzerine ne düşünüyorsunuz?

Sabiha Gökçen’le ilgili haberin kısa hikâyesi bundan ibaret ama mensubu olduğum Hürriyet gazetesinin Hrant’ı ölüme götüren süreçte, başta Emin Çölaşan olmak üzere bir kısım yazarı ve “habercileri” marifetiyle büyük bir sorumluluğu olduğunu biliyorum. Ayrıca devletin derin sahiplerinin Hrant’ın ipini tam olarak ne zaman çektiğini bilmemekle birlikte, resmi tarihi topuğundan vuran Sabiha Gökçen’le ilgili haberin de bunda etkisinin olduğunu düşünüyorum. Daha sonra “zehirli Türk kanı ile” ilgili o meşhur tartışma var. Bilindiği gibi Gökçen haberinden bir hafta sonra Hrant’a, Agos’taki köşesinde kaleme aldığı bir yazıdan ötürü Şişli cumhuriyet Savcısı tarafından dava açılmıştı. “Türklüğü neşren tahkir ve tezyif etmekten” açılan bu dava sırasında Kemal Kerinçsiz önderliğindeki zinde güçler harekete geç(iril)miş ve altı ay süren dava sırasında zalimce ve barbarca olaylar yaşanmıştı.

Başta Hürriyet olmak üzere, gazetelerin çoğu Kemal Kerinçsiz tayfasının yaptığı saldırıları kınamak şöyle dursun, bu canileri kahraman haline getirdiler. Bu süreçte Kerinçsiz’le yapılan söyleşilere baktığımızda olayın şeklini daha iyi anlarız. Çünkü, bazı gazeteciler de bu kampanya sırasında Kerinçsiz gibi görevlendirilmiş ve bu vazifelerini de hakkıyla yerine getirmişlerdi. Kerinçsiz’in bazı gazete yayın yönetmenlerinin ve kimi gazetecilerin suçu ortada. Ama tam bu noktada yargıyı gözden kaçırıyoruz. Hrant’ın söz konusu yazıda ne dediği alenen ortada iken dava açılmasını sağlayan Şişli Cumhuriyet Savcısı, bu davada hapis cezası veren Şişli 2. Sulh Ceza Mahkemesi ve bu kararı onaylayan Yargıtay Genel Kurulu da Hrant’ın öldürülmesinden sorumludur. Suçludur. Hrant’ın bütün çırpınmalarına rağmen bu kararı vermişlerdir çünkü. Ceza alırsa hedef olacağını bile bile yani. Yargıtay’ın verdiği altı aylık hapis cezasının katiller tarafından idam şeklinde tercüme edileceği gün gibi aşikârdı çünkü…