Unutulmuş Bir Portre: Suat Derviş

Atacan Atakan, Yeni Yüzyıl Üniversitesi III. Kadın Yazarlar Sempozyumu’nun adandığı, hiç kimseye baş eğmeden yaşadığı bir ömürden sonra, belki de bu “baş eğmez”liğinden ötürü unutulmuş, unutturulmuş bir kadını, Suat Derviş’i yazdı.

Atacan Atakan
atacanatakan88@gmail.com

Türkiye’de özellikle son on yıldır hafıza sosyal, tarihsel ve politik anlamda önemli bir yer edindi. Hafıza kavramının gündeme gelmesiyle birlikte hem devlet bazında hem de kişisel bazda tarihsel yüzleşmeler ve hesaplaşmalar başladı. Bunların sonucunda tarihsel olaylar masaya yatırıldı, Türkiye Cumhuriyeti’nin geçmişi ve Osmanlı İmparatorluğu’nun icraatları yeniden gözden geçirildi ve sorgulandı. Hafıza beraberinde unutulmuş birçok olayı ve birçok ismi gün yüzüne çıkardı, yeniden hatırlattı insanlara.

Hafızanın karanlık bir köşesinde unutulmuş isimlerden sadece bir tanesi Suat Derviş. 1903 yılında İstanbul’da dünyaya gelen yazar ve gazeteci Suat Derviş, 69 senelik yaşamında birçok eser yazar ve birçok ilke imza atar.

Suat Derviş, Hatice Saadet adıyla varlıklı bir ailenin ortanca çocuğu olarak dünyaya gelir. Babası ünlü tıp profesörü İsmail Vehbi Derviş, annesi Abdülmecid’in mabeyncilerinden Kamil Bey’in kızı Hesna Hanım. Osmanlı’da Telefon İdaresi’nde çalışmaya başlayan ilk kadınlar arasında yer alan Hamiyet Hanım da kardeşi olur.

Eğitimi ilk olarak evde, Fransız bir mürebbiyenin gözetiminde başlar. Daha sonra Kadıköy Numune Rüştiyesine gider. Savaş zamanı eğitimini Bilgi Yurdu’nda devam ettirir. Konservatuar eğitimi için ablasıyla birlikte Almanya’ya gider ve piyano dersleri almaya başlar. Ancak daha sonra Edebiyat Fakültesi’ne yazılır, felsefe derslerine yönelir. Ilk gazetecilik deneyimini burada yaşar. Uhistein gazetesinde Suzet Doli imzasıyla yazar. Babasının ölümü üzerine fakülteden mezun olmadan ayrılır ve İstanbul’a döner.

Derviş’in ilk eseri olan Hezeyan şiiri, 1918’de Alemdar gazetesinde yayınlanır. İlk romanı olan Kara Kitap 1920 yılında basılır. Yazdığı eserlerin büyük bir bölümü tefrikalar halinde çeşitli gazetelerde yayınlanır. Latin alfabesi ile yazdığı ilk eser Emine (1931), en bilinen eseri ise Fosforlu Cevriye’dir (1944-45 yıllarında tefrika halinde yayınlanır). Bunların dışında yazdığı romanlar: Hiçbiri, Ne Bir Ses Ne Bir Nefes, Çılgın Gibi, Buhran Gecesi, Fatma’nın Günahı, Gönül Gibi, Bu Roman Olan Şeylerin Romanıdır, İstanbul’un Bir Gecesi, Biz Üç Kardeşiz, Kendine Tapan Kadın, Zeynep İçin, Ankara Mahpusu ve Aksaray’dan Bir Perihan.

Suat Derviş, İleri, Alemdar, İkdam, Süs, Resimli Ay, Cumhuriyet, Son Posta, Yeni Ay, Tan, Haber, Son Telgraf, Gece Postası gazetelerinde çalışır. 1922’de Ankara hükümetinin temsilcisi olarak İstanbul’a gelen Refet Bele’yle ilk röportajı Alemdar gazetesi için kendisi kendisi yapar. Resimli Ay ve Tan gazetelerinin hayatında ayrı bir yeri vardır. Resimli Ay’da Suat Derviş ilk defa solcu basın dünyasına adım atar Derviş. 1936 yılından itibaren çalışmaya başladığı Tan gazetesinde ise kadın sorunlarına değinir ve dış siyaset olayları ile ilgili haberler yapar. Ancak burada çalıştığı sürede hayatını etkileyen en önemli gelişme Sovyetler Birliği’ne yaptığı gezidir. Burada gördükleri onun zihin dünyasını önemli ölçüde etkiler. Bunun dışında, Son Posta gazetesinde çalışırken 1936 yılında Montrö Konferansı’nı izlemeye gider ve böylece yurtdışına giden ilk kadın gazeteci olur.

Gölgesi

Ağlasa da gizliyor gözlerinin yaşını
Bir kere eğemediğim bu kadının başını

Kaç kere sürükledi gururumu ölüme
Fırtınalar yaratan benim coşkun gönlüme
Cevapları öyle heyecansız ki onun,
Kaç kere iman ettim hiçliğine ruhunun
Kaç kere hissettim ki, yine bu gece gibi
Güzelliğin önünde dolup çarpmalı kalbi
Ne mehtabın aksine yelken açan bir sandal
Ne de ayaklarında kırılan ince bir dal
Onun taştan kalbini sevdaya koşturmuyor
Bir çiçeğin önünde bir dakika durmuyor

Dönüyoruz yine biz uzun bir gezintiden
Gönlümün elemini döküyorken ona ben
O bana kendisini gülerek naklediyor
Bilseniz mavi boncuk nasıl yaraştı diyor.
Ya bu kadın delidir yahut ben çıldırmışım
Ben ki birçok kereler kırılmışım, kırmışım
Ömrümde duymamıştım böyle derin bir acı;
Birden onun yüzüne haykırmak ihtiyacı
Alev alev tutuştu yangın gibi
Bir dakika kendimin olamadım sahibi
Hiç olmazsa hıncımı böyle alırım dedim,
Yola mağrur uzanan gölgesini çiğnedim!

Nazım Hikmet

Suat Derviş dört kez evlenir (Seyfi Cenap Berksoy, Selami İzzet Sedes, Nizamettin Nazif Tepedelenli ve Reşat Fuat Baraner). Bu isimlerin yanı sıra hayatında etkili olan bir isim daha vardır ki, o da Nazım Hikmet’tir. İlk kez Birinci Dünya Savaşı sırasında babasına hastaneye yardım etmeye gittiğinde tanışır Nazım Hikmet ile. Arkadaşlıkları tek taraflı bir aşka dönüşür. Her ne kadar Suat Derviş bu aşka karşılık vermese de, hayatının bütün dönüm noktalarında Nazım Hikmet her zaman yanında olur (Nazım Hikmet, Gölgesi isimli şiirini Suat Derviş için yazar).

Suat Derviş’in Reşat Fuat’la yaptığı evliliği hayatında büyük bir öneme sahiptir. Arkadaşı Neriman Hikmet ile çıkardığı Yeni Edebiyat Dergisi’nde tanışırlar ve 1940 yılında evlenirler. Bu evlilik Suat Derviş’teki sol görüşü iyice pekiştirir ve kendisi bir yandan Komünist Parti’nin Türkiye’deki yapılanması içinde çalışmaya başlar. Yeni Edebiyat’ta Baraner’in yazıları Suat Derviş ismi altında yayınlanır. Eşinin 1944 ve 1951’de yargılanması ve ikisinde de hapse mahkum edilmesi Suat Derviş’e zor zamanlar yaşatır. 1944’te Derviş’te eşiyle birlikte tutuklanır ve 8 ay hapis yatar. Ayrıca aynı yıl bir sorgu sırasında çocuğunu düşürür. Hapisten çıktıktan sonra kendisine karşı ‘şüpheli’ yaklaşım nedeniyle iş bulması da çok güç olur. Almanca, İngilizce ve İtalyaca çeviriler yapar. Editörlük yapar. Editörlük sırasında tiyatro piyesleri ve radyo skeçleri yazar, hatta kimileri için kendisininmiş gibi tiyatro piyeslerini düzenler.

Hayatında önemli bir yere sahip olan dönem ise Fransa’da geçirdiği yıllardır. Reşat Fuat Baraner’in tutklanması ve kendisinin geçimini zor karşılaması nedeniyle ablası ile birlikte Paris’e gider. Burada sol kesimin entelektüel ortamına girme ve Europe dergisinde makale yazma şansı bulur. Maddi zorluklardan dolayı ablasıyla yerleştiği 10. Bölge’de kendisini yurtdışına tanıtacak kitapları kaleme alır. Ablasının desteği ile önceden yazdığı Çılgın Gibi eserini Fransızca’ya çevirir (Les Ombres du Yali/Yalının Gölgesi) ve Zeynep İçin romanını (Le Prisonnier d’Ankara/Ankara Mahpusu) ilk haline hiç bakmadan yeniden yazar. Eserleri büyük ilgi görür ve olumlu eleştiriler alır hatta kimi eleştirmenler kendisini Balzac ve Gorki gibi büyük isimlerle karşılaştırır. Bu eserler daha sonra Rusça ve Bulgarca’ya da çevrilmiştir. Ayrıca bu romanlar Türkçe’den Fransızca çevrilen ilk eserlerdir.

Reşat Fuat Baraner’in hapisten çıkmasının ardından 1961 yılında Türkiye’ye döner. Bu dönemde çocuk masalları yazar. Bunun yanı sıra, başkasının imzası ile çıkacak olan öykü ve tiyatro oyunları yazmaya devam eder. 1968 yılında eşini 1970 yılında ise ablasını kaybeder. İki kayıp Suat Derviş’i çok derinden etkiler. Kendisinin de şeker hastalığına bağlı olarak çok ciddi derecede görme bozukluğu sorunu vardı. Hayatının son yıllarında Devrimci Kadınlar Birliği’nin kurulmasına yardımcı olur. 1971’de birçok solcu genci evinde saklar ancak daha sonra bunun açığa çıkmasıyla tutuklanır. 1972 senesinde Kasımpaşa Askeri Deniz Hastanesi’nde hayatını kaybeder.

 

 

Kategoriler

Şapgir