Franz Werfel’i Yeniden Keşfetmek

Türkiye’de 1915’teki Musa Dağ Direnişi’ni anlatan Musa Dağ’da Kırk Gün kitabıyla tanınan Franz Werfel kimdir? Muriel Mirak-Weissbach, Almanya’nın Postdam şehrinde düzenlenen “Soykırım ve Edebiyat: Ermeni-Yahudi-Türk-Alman Perspektifinden Franz Werfel” konferansıyla derinlemesine incelenen Werfel’in hayatını ve eserlerini yazdı. Halit Yerlikhan çevirdi.

Muriel Mirak-Weissbach

Pek çok Ermeni için Franz Werfel’in yazmış olduğu Musa Dağ’da Kırk Gün isimli roman, mutlaka okunması gereken eserler arasındadır. Bu yüzden Ermeniler, Werfel’i -sadece olmasa bile- ekseriyetle bu şahane eseri vasıtasıyla tanır. Ancak 10-12 Mart tarihlerinde Almanya’nın Potsdam şehrinde düzenlenen bir konferansta ortaya konulduğu üzere Werfel’in edebi başarılarından söz etmek, çok çeşitli meselelere ilişkin başkaca eserlerini de değinmeyi gerektiriyor. Potsdam’daki Lepsius Evi ve Moses Mendelssohn Merkezi’nin sponsorluğunu üstlendikleri bu üç günlük konferansın ismi, yoğun araştırmalara konu olan Werfel’in ilgi ve faaliyet alanlarının kapsamına ilişkin bilgi verici bir mahiyet taşımakta: Konferansın ismi, “Soykırım ve Edebiyat: Ermeni-Yahudi-Türk-Alman Perspektifinden Franz Werfel” idi. Sunumlar ve onlar akabinde gerçekleşen yuvarlak masa tartışmalarında, Almanya, Fransa, Avusturya ve Birleşik Devletler’den gelen konuşmacılar, bu çok yönlü, sıradışı insanın hikâyesinin muhtelif yönlerine yeni bir ışık tuttular.

Bir Werfel biyografisi kaleme almış olan Peter Stephen Jungk, sunumunda yazarın hayatı ve eserlerine giriş yapıp, kitabı için yaptığı araştırmaların kendisini yirminci yüzyılın ilk yarısına ilişkin bir yolculuğa çıkardığını ifade etti. Gerçekten de Werfel, Birinci Dünya Savaşı’nı ilk elden deneyimlemiş, İkinci Dünya Savaşı’ndan önce Nazi rejiminin baskı ve eziyetlerine maruz kalmıştı. Her ne kadar 1890 yılında Prag’da, Yahudi bir ailenin çocuğu olarak doğmuş olsa da, genç Franz, dini bir eğitimden geçmedi. O, Hristiyan kültürüne hayrandı. Franz’ın Hristiyanlığa duyduğu hayranlık, onu kilisedeki ayinlere götüren ve ona dua etmesini öğreten Katolik dadısı Barbara Simunkova’yla olan yakın ilişkisinden ileri gelmekteydi. Werfel’in bu iki kültürle olan tanışıklığı, hayatı ve eserlerini boydan boya kat eden ana temayı teşkil etti. 12 yaşında sıkı bir opera izleyicisi ve Verdi hayranı -1924 yılında “Verdi, Operanın Romanı” adlı eserini yazmıştır- olan Franz, 16 yaşında şiir yazmaya başlar ve ilk şiir kitabı olan Der Weltfreund (Dünyanın Dostu) bir bestseller olur. Bu eseri, çoğu başarı kazanan tiyatro oyunları ve başkaca kurgusal çalışmalar izler. 1933’te yayımlanan Musa Dağ, haklı olarak Almanya’da Yahudilerin başına gelenlere ilişkin bir önsezi olarak görülüp, tanındı. 1933 Mayısı’nda Musa Dağ’ın pek çok başka eserle birlikte Nazilerce umuma açık bir şekilde yakılmasıyla beraber, Werfel’e yönelik baskılar başlar. 1938 yılındaki Nazi işgalinden sonra Viyana’dan ayrılır. Naziler Paris’e girince Werfel, Fransa’dan Zürich’e, oradan da Birleşik Devletler’e geçer ve California’ya yerleşir.

Hakikaten kimdir bu Franz Werfel? Berlin’den Profesör Hans Dieter Zimmermann’ın söylediklerine göre Werfel, biri Alman, diğeri Çek, öteki Yahudi olmak üzere üç ayrı ruh taşıyordu. Max Brod, Franz Kafka ve diğerleriyle birlikte meşhur Prag çevresinin bir üyesi olan Werfel, tıpkı entelektüel ahbaplarının ekseriyeti gibi, Çekoslovakya’da küçük bir azınlık grubu olan Almanca konuşan Yahudilerdendi; Nazileri destekleyen diğer Almanca konuşan toplulukla, Bohemya’daki Sudetenland Almanlarıyla siyaseten ayrı düşmüş bir grup. Siyasi gelişmeler sonucu bir ülkeden diğerine sürüklenen Werfel, sık sık kendisine memleketinin gerçekte neresi olduğunu sormuştur.

Werfel’in bir de Hıristiyan yahut daha net söylemek gerekirse, Viyanalı araştırmacı Dr. Olga Koller’in ifadesiyle bir Katolik ruhu vardı. Werfel, eserlerinde “iki dini birden yaşatmakta” ve “her ikisinde de kendisini evinde hissetmekteydi.” Böylelikle Yahudilerin Arasındaki Paul: Bir Trajedi (1926) ve romanı Yeremya: O Sesi Dinle’de (1937) Yahudi figürleri tasvir eden Werfel, Barbara yahut Takva’da (1929) ve Çalıntı Cennet’te cennete girmeyi garanti etmeye çalışan bir kadını ve Bernadette’nin Şarkısı’nda genç bir kız ve onun Lourdes’da görmüş olduğu rüyeti hikâye edebilmiştir. Martin Buber, onun Hıristiyanca yazılarını “ihanet” olarak değerlendirmiş, karısı Alma Mahler ona Yahudiliği terk etmesi için baskı yapmıştır.

Werfel’in Ermeni meselesine olan duyarlılığı oldukça açıktır. 1930 yılında karısıyla birlikte çıkmış olduğu, Mısır, Filistin, Suriye ve Lübnan’ı içeren Ortadoğu yolculuğunda Werfel, bu meseleyle bizzat yüz yüze gelir. Şam’da kocaman siyah gözleriyle ruhuna tesir eden terk edilmiş, kirli, aç çocuklarla karşılaşır. Onlara kim olduklarını sorduğunda, onların Türkler tarafından katledilmiş Ermenilerden oldukları, kendileriyle kimsenin ilgilenmediğini öğrenir. Sunumunda Profesör Andreas Meier, Werfel’in gördüklerini aklından çıkaramadığını ve bu romanı yazma fikrinin zihninde yer etmesinin sebebinin bu olduğunu ifade etti.

Lepsius Evi’nin direktörü Dr. Rolf Hosfeld, konuşmasında Werfel’in romanının ardındaki tarihi gerçeklere odaklanarak, romandaki karakterlere ilham olan etten kemikten insanları bizlere tanıttı: Rahip Dikran Andreasian (Aram Tomasian) ve direnişe liderlik etmiş eski bir subay olan Moses Der-Kaloustian (Gabriel Bagradian).

Hosfeld sunumunda romanda neyin gerçek, neyin kurmaca olduğuna da değindi: bu iki tarihi şahsiyetin yanında, dağın tepesine kaçış hikâyesi gerçekten yaşanmıştır; tıpkı Türklerin gerçekleştirmiş olduğu üç askeri saldırıya, yardım çağrılarına, direnişçilerin inşa ettikleri sunağa ilişkin detaylı tasvirlerin gerçek olması gibi… İnsancıl bir Alman olan Dr. Johannes Lepsius’la Savaş Bakanı Enver Paşa arasında yaşanmış olan dramatik karşılaşma da, Lepsius’un da raporuna yazdığı üzere gerçektir. Gerisi, Gottingen’den Profesör Martin Tamke’nin detaylı bir biçimde anlattığı üzere, kurmacadır. Musa Dağ direnişi destanına ilişkin yapmış olduğu araştırmaların yanında Werfel, eserinin yazımı sırasında Ermeni Kilisesi’ne ve -genel olarak- kiliselere dair sahip olduğu kapsamlı bilgilerden de yararlanmıştır. Erlangen’den Profesör Hacik Gazer’in izah ettiği üzere Werfel, Venedik ve Viyana’daki Ermeni kilise ve manastırlarına aşinaydı ve manastır arşivlerindeki dokümanlar, eseri için oldukça değerli birer kaynak niteliği taşımaktadır.

Werfel, sanat tarihçisi Josef Strzygowksy’den Ermeni kilise mimarisini öğrendi. Werfel’in romanındaki kilise tasvirleri, Ermeni Apostolik Kilisesi’nin yanında Protestan kiliseleri ve misyonler gibi figürleri de içeren, ‘ekümenik’ bir yaklaşımı temsil etmektedir. Gazer ayrıca, Enver’le karşılaşmadan önce Lepsius’un Patrik Zaven’le ve romandaki Juliette karakterine ilham olan, Katolikken Apostolik Kilise’ye intisap etmeyi seçmiş Bagradian’ın karısıyla görüştüğünü ifade etti.

Musa Dağ’da Kırk Gün, sadece bir sanat eseri olarak değil, taşıdığı siyasi mesajla da tarihe geçti. Soykırım edebiyatı konusunda uzman olan Profesör Rubin Peroomian, esere dönük ilgi ve hürmetin boyutlarına ilişkin bilgiler verdi. Karısıyla birlikte Werfel, 1935 yılında New York Ermeni cemaatince  ‘ulusal bir kahraman’, ‘fiili bir Ermeni azizi’ olarak onurlandırıldı. Toulon’da Werfel’in adını taşıyan, Musa Dağ Ermenilerini kurtaran denizcilere duyulan sevgi ve hürmetin hatırası olarak bir anıt inşa edildi. Peroomian, ayrıca metnin Ermenice bir çevirisinin 1935 yılında nasıl gizlice Sovyet Ermenistan’ına sokulduğunu, metnin 1960’larda muhaliflere verdiği ilhamı ve milliyetçiliğin canlanışına sunduğu katkıyı anlattı.

Musa Dağ’da Kırk Gün, yazarına sadece şöhret ve takdir kazandırmadı; Werfel’in karalanması, susturulması ve resmi olarak yasaklanmasına da sebep oldu. Dr. Werner Tress, Werfel’in önceki eserleri sayesinde henüz 1933 yılında şöhreti yakalamış olmasına rağmen, Nazilerin iktidara gelişiyle birlikte gadre uğradığını, bir yazarlar topluluğundan atıldığını, romanının resmi yetkililerce meydanlarda yakıldığını anlattı. Nazilerin iktidardan düşüşünden çok sonra ve Almanya’dan çok uzaktaki Amerika’da Werfel’in bu eseri, sert politik tartışmalara konu olmaya devam etti. Bu tartışmaların en gürültülüsü, kitabın film versiyonuna ilişkin olanıydı. 1935 yılında MGM tarafından çekilen filmin orijinali, Türk yetkililerin baskı ve tehditleri sonucu asla gösterime giremedi. Raffi Kantian’ın söylediğine göre Türk hükümeti, diplomatik yollarla, üstünde çalışılmaya devam edilmesi halinde Türkiye’deki Ermenilere ‘zarar verecek’ olan bu film projesinin sonlandırılması isteğini beyan etti. MGM’nin tüm filmlerinin Türkiye, Yugoslavya, Bulgaristan ve Yunanistan’da yasaklanacağı tehdidinde de bulunuldu, filmin bir ‘Yahudi-Ermeni komplosu’ olduğu yolunda dedikodular dolaşmaktaydı.

Werfel’in eserinin politik etkileri bugün halen hissedilmekte: Türkiye’nin geçmişte yaşananları kabul etmesi adına yürütülen tartışma bunun bir örneği. Söz konusu meselenin Avrupa entegrasyonu bağlamında ele alındığı yuvarlak masa tartışmasında, Alman Bundestag’ına Ermeni soykırımının tanınması teklifini sunan sosyal demokrat Markus Merkel, 2015 yılında Berlin’de resmi bir sergi düzenlenmesi çağrısında bulundu. Merkel, Ermeni diasporasının Türkiye’deki soykırıma ilişkin giderek genişleyen tartışmaya destek olmasını, Ermeni ve Türk toplumlarının demokratikleşmeleri yönünde çaba sarf etmesini umduğunu ifade etti.

İngilizceden çeviren Halit Yerlikhan. Yazının orijinali için tıklayın

Kategoriler

Şapgir

Etiketler

Franz Werfel Lepsius