Er Sevag Balıkçı için

Semra Somersan, Sevag Balıkçı davasını köşesine taşıdı. Somersan, “Eğer bu ülkede “çaktırmadan”, derin suların dibinden, Ermeni ve Kürtlere karşı ırkçılık ve hele ki, bireysel boyutlarda da olsa bir tehcir-soykırım devam ediyor, sorumlular da, hâlâ, devlet/ askeriye/ polis tarafından korunuyorsa, tüm iyi niyetli barış süreçleri nafiledir” dedi.

 

Taraf gazetesi yazarı Semra Somersan, zorunlu askerliğini yaparken hayatını kaybeden, Sevag Balıkçı davasına köşesine taşıdı. 

Geçen hafta sonuçlanan iki dava:

İbrahim Tatlıses’i 14 Mart 2011’de öldürmeye azmettiren Abdullah Uçmak, İstanbul 17. Ağır Ceza Mahkemesi’nden kırk bin TL para cezasının yanısıra otuz altı buçuk yıl, tetikçisi Ersin Altun da, 30 yıl hapis cezası aldı.

Batman’ın Kozluk ilçesine bağlı bir karakolda görev yapan er Sevag Şahin Balıkçı’nın katiline ise, Diyarbakır Askerî Mahkemesi, dört yıl beş ay ceza verdi.

Cinayet, Ermenilerin Paskalyası ve İstanbul’dan tehcirin 96. yıldönümü, 24 Nisan 2011’de işlenmişti. Cezasının bir yılını yatan Kıvanç Ağaoğlu, iki yıl sonra hapisten çıkıp hayata karışacak. Sevag’ın ailesi hariç, kimse, ismini bile hatırlamayacak.

Ama askerî mahkemenin kararında, katilin “kaza” gerekçesi ile aldığı cezanın yetersizliğinden daha da vahim konular olduğu ortaya çıktı.

AGOS gazetesinden Robert Koptaş ve Pakrat Estukyan’ın Açık Radyo’da (94.9 FM) 30 Mart 2013 Cumartesi sabahı yaptığı programda, ailenin avukatı İsmail Cem Halavut, askerî mahkeme sürecinde, delillerin ortaya çıkmasının engellendiğini, süreci bilen- gören- izleyen erlerin mahkeme önünde tam tanıklık yapmasına bazı güçlerin mani olduğunu, ifadelerinin etki altında alındığını söyledi.

Yetmiş kişilik karakolda, olay öncesi gün ve aylarda, er Sevag Balıkçı’ya karşı gelişen ırkçı söylemin, ayrımcılığın, dava sürecinde açığa çıkmasına izin verilmemiş, bir askerî görevlinin savurduğu “Ermenistan Türkiye’ye savaş açarsa seni bir kurşunla vururum” tehdidi gündeme bile gelmemişti.

Er Sevag ise, nişanlısı ile yaptığı telefon görüşmelerinde yaşadıklarından söz ederek korku ve endişelerini açıkça dile getirmiş. Hatta, öldürülebileceğini söyleyince nişanlısı “bu duygusunun ne kadar yanlış olduğunu, şerefli Türk Ordusu’nda askerlik görevi yaptığını” hatırlatarak korkusunun anlamsızlığına onu ikna etmeye çalışmış.

Er Sevag’ın ölümünün, zorunlu askerlik sürecindeki ilk şüpheli ölüm olmadığını davanın bitmesinden sonra yaptığı basın toplantısında kaydeden Mazlum-Der Diyarbakır Şube Başkanı Av. Abdurrahim Ay, “Ancak Sevag’ın Ermeni olması, daha önce meydana gelen benzer olayların kurbanlarının çoğunun Kürt olması ve olayların kaza olmadığının ortaya çıkmış olması, dikkatleri vahim bir gerçeğe çevirmiştir. Bu vahim gerçek, insanların bu ülke için zorunlu bir görevi ifa ederken dahi, mensup oldukları ırk ve dinleri nedeniyle ayrımcılığa uğraması ve uğranılan bu ayrımcılığın insanların ölümüne sebebiyet vermesidir” dedi. (www.agos.com.tr, 27 Mart 2013)

Bu gerçeklik karşısında mahkemenin, hassasiyetleri gözönünde tutarak adil bir yargılama yapması ve olayı en ince ayrıntısına kadar aydınlatması gerektiğini belirten Ay, geçen hafta verilen karar ile bu beklentilerin karşılanmadığını söyledi. (www.agos.com.tr, 27 Mart 2013)

Samatya’daki yaşlı kadınları öldürme olaylarının da, tamamen psikolojisi bozuk bir Ermeni tarafından gerçekleştirildiğine inanmak zor. DurDe girişiminden Cengiz Alğan’ın Radikal blog’daki yazısında belirttiği gibi “Eldeki zanlı, en fazla çorap söküğünün ucu olabilir” (16 Mart 2013). Hâlihazırdaki polis araştırmasının derinleştirilmesi için de sivil toplum katkısı şart görünüyor.

Eğer bu ülkede “çaktırmadan”, derin suların dibinden, Ermeni ve Kürtlere karşı ırkçılık ve hele ki, bireysel boyutlarda da olsa bir tehcir-soykırım devam ediyor, sorumlular da, hâlâ, devlet/ askeriye/ polis tarafından korunuyorsa, tüm iyi niyetli barış süreçleri nafiledir.

 

Kategoriler

Güncel Gündem

Etiketler

semra somersan