Onuncu Yıl Dönümünde Bağdat’ın Düşüşü

Stop the War Hareketi’nin organizatörlerinden ve Iraklı savaş esirleri için arabuluculuk yapan isimlerden Anas Altikriti, Bağdat’ın düşüşünün 10. yılında, Irak’ın işgalden sonraki durumunu yazdı, Halit Yerlikhan çevirdi.

Anas Altikriti

Bundan on yıl kadar önce, dünyanın büyülenmiş bakışları önünde Irak’ın eski diktatörünün meydandaki heykeli, neşe dolu, kalabalık bir grup Iraklı tarafından yıkıldı. Ne oradaki insanlar, ne de televizyonları başında olan bitene şahit olanlar, müteakip dönemde yaşanacak acıların derinliği ve kapsamını tahayyül edebilirdi.

Heykel yıkılırken olay yerinde olup, heykelin kafasına terlikleriyle vuran neşeli kalabalığın arasında, 38 yaşında Sünni bir Arap olan Mishadani de vardı. Mishadani, o gün Bağdat’ın düşüşünü karanlık bir dönemin sona erişi ve aydınlık bir dönemin başlangıcı olarak görmüştü. Şii inancına mensup bir kadınla evli ve beş çocuğu olan Mishadani’nin özgürlükler ve insan haysiyetine dayalı yeni bir çağın doğuşuna dönük özlem ve umutları sınırsızdı. Baas rejiminin hapishanelerinden birine düşmüş, vücuduna defalarca elektrik verilmiş biri olarak, Saddam’ın düşüşüne üzülmesi beklenemezdi.

O günden beri Mishadani üç kez tutuklandı, iki buçuk yıl hapiste yattı, işkence gördü, ellerindeki parmakların yedisi koparıldı, kafatası çatladı, bacakları ve sol kolu kırıldı,’namus’u defalarca kirletildi. Bu son ‘itiraf’ çoğun tecavüz ve cinsel saldırıyı ima eder; kişiler bu konu hakkında konuşmaktan o denli utanç duymaktadırlar ki bunu bu şekilde ifade etmeyi tercih ediyorlar. Mishadani, her seferinde başka bir grup tarafından alıkonmuştu: falanca ordusu, filanca milisleri. Yine her seferinde kendisini alıkoyanlara ne için tutuklandığını söylemeleri için yalvardı. Sorusu hep cevapsız kaldı. Aklına gelen yegâne gerekçe, Sünni olmasıydı. Karısı Zehra da başını sallayarak Mishadani’nin söylediği şeyi teyit ediyordu.

Elbette tek bir insanın yaşadıkları koca bir ulusun ahvalinin tasviri olarak görülemez. Lakin söz konusu hikâye, detaylardaki ufak farklılıklarla beraber Iraklılar tarafından tekrar tekrar anlatılıyor. Benzer dehşet hikâyelerini Şiilerden, Kürtlerden, Türkmenlerden, Hristiyanlardan ve Sabilerden de dinlemek mümkün. Gerçekten de bu hikâye, Ebu Ahmed vakıasının münferit bir kötü muamele öyküsü olarak telakki edilmesine imkân vermeyecek kadar sık ifade ediliyor.

Müdahalenin onuncu yılında Irak, küresel şeffaflık endeksinin son sıralarında, kendisinden daha yozlaşmış beş ülkenin hemen üstünde yer alıyor. ‘Yeni Irak’ı selamlayan aynı Amerikalı politikacılar, ülkede yozlaşmanın hayli yaygın, tahayyül edilemeyecek düzeylerde olduğunu deklare ediyor. Mercer Endeksi’nde Bağdat, rakipsiz biçimde yaşam kalitesinin en düşük olduğu şehir olarak yer alıyor.

20 milyondan fazla Iraklı’nın, yani toplam nüfusun yüzde 76’sının temiz içme suyuna ve/ya elektriğe düzenli erişimi yok. İşlemekte olan bir eğitim yahut sağlık sisteminin mevcudiyetinden söz etmek mümkün değil; ülkenin altyapısı antik dönem ülkelerininkini andırıyor; yüz binlerce sivil katledildi, 5 milyondan fazlası ise Irak sınırları dahilinde veya haricindeki başka bir şehre göç etmek zorunda kaldı. Bunlara ek olarak, etnik ayrışma ve mezhepçilik ülkeye egemen oldu. Bu, önceki tiranlık rejimlerinde dahi yaşanmamış, Irak’ın toplumsal ve siyasi dokusuna bu denli sirayet etmemişti.

Geçtiğimiz haftalarda, -benim de temsilcilerinden olduğum- Britanya tarihinin en büyük savaş karşıtı hareketinin, savaşın ve nihayet Irak işgalinin onuncu yıl dönümünü andık. Medyadaki çoğu haber spikeri ve yorumcunun sorduğu soru şuydu: Bugünkü Irak, Saddam Hüseyin Irak’ından daha mı iyi, yoksa daha mı kötü bir durumda?

Soru haksız, bizleri tatmin edici bir yanıta sevk etme kabiliyetinden yoksun. Neticede Baas rejiminin karanlık, despotik günleriyle, bugünkü sefalet, acı ve insanlık dışı durumun Iraklıların önündeki yegâne iki seçenek olduğunu kim söylüyor? Neden Iraklılar birbirine alternatif olarak sunulan bu seçeneklerin her ikisini de yadsıyıp, daha iyi, adil ve insani bir ülkenin hayalini kuramasınlar? Neden Iraklılar, hiç de makul olmayan bu tür bir soruya karşılık, her ikisi de açıkça sübjektif yaklaşımlar olan savaş yanlısı yahut karşıtı bir tutum takınmak zorunda olsun?

Modern zamanların en tartışmalı ve ihtilaflı kararlarından birinin alınması ve hayata geçirilmesinin üzerinden 10 yıl geçti. Ancak küçük bir azınlık bir başarı elde edilmiş olduğunu iddia edebiliyor. İşgalci kuvvetler de, askeri bir zafer kazanmış olmalarına karşın pek çok açıdan mağlup sayılabilirler. Eğer güvenlik danışmanlarının rapor ve brifinglerine kulak verecek olursak, Birleşik Krallık ve ABD’deki artan terörizm riski, mezkûr ülkelerin Irak’ta yaptıkları ve bunun sonucu olan gelişmelerle doğrudan ilişkili.

Irak daha önce topyekûn bir iç savaşa hiç bu kadar yakın olmamıştı. Aynısı üç ayrı parçaya bölünme riski için de geçerli. Komşu ülke Suriye’deki kriz ve İran’ın bölgedeki etkinliğini arttırmaya dönük çabaları, Irak’taki başarısızlığın daha da derinleşmesine sebebiyet verebilir - Sonuçları yalnızca bir kuşak boyunca daha küçük düşürücü bir sefalet içerisinde yaşamak zorunda kalacak olan Iraklılar tarafından hissedilmeyecek bir karmaşadan söz ediyorum.

İngiltere’yi savaşa, Irak’ın işgaline sürükleyen sabık başbakan Tony Blair, Saddam Hüseyin’in devrilmesi ve ülkenin vitrinindeki demokrasi görüntüsüne göndermede bulunarak, doğru kararı vermiş olduğunu iddia edebilir. Lakin mezkûr kararın süreğen mirası, farklı etnik, dini ve mezhepsel gruplardan milyonlarca Iraklının an itibariyle Saddam rejimi altında olduğundan daha çok acı çektiklerinin ayırdına varmaları olacak. Ve evet, gerçekten de çok acılar çekmişlerdi. 

O gün o acıları çekenler -Ebu Ahmed El-Mishadani, eşi Zehra ve onlar gibi 10 yıl önce devrik diktatörün koltuğundan olmasını sevinçle karşılayan binlerce insan- bugün kolektif onurları, hayalleri ve insanlıklarını kaybettikleri için mağdur ve üzgün durumdalar.

 

İngilizceden çeviren Halit Yerlikhan. Yazının orijinali için tıklayın.

Babası Irak Müslüman Kardeşler’in liderlerinden biri olan Anas Altikriti, kültürel farklılıklar üzerine çalışan The Cordoba Foundation’ın başındaki isim.

Kategoriler

Şapgir