Hıdır Bek’li Miryani için bir mezarlıktır Musa Dağ...

Anet Biçer, büyük nenesinin, yani babasının babaannesi Miryani’nin hikâyesini anlatıyor bizlere. Musa Dağ’daki direnişin ardından zorunlu Mısır durağından sonra Antakya’ya geri dönen, bir daha asla kendisi olamayan, anadilini konuşamayan Hıdır Bek’li Miryani’nin öyküsünü...

Miryani, oturanların ortasında

Anet Biçer
anetbicer@gmail.com

Bugün kısa bir hikâye anlatmaya çalışacağım size. Bir zamanlar Anadolu'nun çok bilinmeyen bir köyünde, Hıdır Bek'te (bugünkü adıyla Hıdır Bey) yaşayan Miryani'nin hikâyesini… Miryani Bayramyan, doğum tarihini hiç öğrenemediğimiz büyük nenem, yani babamın babaannesi…

Miryani, annesi Hanni, babası Agop ve küçük erkek kardeşiyle 1915'e kadar huzur içinde yaşar. 1915 yılında, çocuklarının anlattığına göre askerler tarafından babasının ve köyde yaşayan birkaç erkeğin daha öldürülmesinden sonra, başka kaynaklardan öğrendiğimize göre de Anadolu'dan aldıkları duyumlarla acilen toparlanmaları ve kaçmaları gerektiği haberi geldikten sonra Hıdır Bek ve ahalisindeki 6 Ermeni köyü daha saklanmak için Musa Dağ'a kaçarlar. Anneler çocuklarını, babalar koyunlarını, papazlar incillerini alır ve bir de o zaman sahip oldukları en değerli şeylerini; bakırlarını. Biz üç kuşaktır, bir gelinin çeyizinin olmazsa olmazı bakırları nasıl kurtardıklarını dineleyerek büyüdük. Annesinin dedeme, dedemin babama ve babamın da bana anlattığına göre, Musa Dağ'a kaçan halk, barutları bitince bakırları eriterek kurşun yapmış ve düşmana eski dünyalarından kalan son hatırayı sıkmışlardır. 40 gün kalırlar orada, sonlara doğru aç, hasta ve gitgide azalarak, yok olarak...

Önce kardeşi ölür Miryani'nin, kendisinin Çanakkale Savaşı sandığı, Musa Dağ'ın eteklerindeki bir savaşta. Yıllar sonra kardeşinin arkasından yakacağı ağıt, torunlarına bahçedeki mandalina ağacının altında ağlayarak ezberleteceği, 'şehit' zannettiği kardeşinin yasını tutarken mırıldandığı ve ölene kadar bildiği tek Türkçe şey olan Çanakkale Türküsü olacaktır.  Daha sonra oğlunun ölümüne dayanamayan annesi de hayata gözlerini yumar. Teker teker komşularının, akrabalarının, arkadaşlarının ölümünü görür ve onların çığlıklarını duyar. Yapayalnızdır artık, bir başına sürgünün ortasında...

40. günün sonunda içinde rahibelerin de olduğu bir Fransız gemisi kalan insanları alır, hayatlarında belki de adını dahi hiç duymadıkları Mısır'a, Port Said'e götürür. Dört yıl burada yaşayan halk, o zamanlar henüz Antakya'nın Türkiye'ye katılmadığı için evlerine geri dönme imkanı bulurlar ama artık hiçbir şey eskisi gibi değildir.

Miryani, yapayalnız döndüğünde Samandağ'ın şehir merkezinde yaşayan Rum Mişel Yatros'un yanına besleme olarak verilir. Ev halkı onu o kadar sever ki, kızları yerine koyarlar ve zamanı geldiğinde, komşusunun oğlu Arap Hıristiyan Mihayil ile evlendirirler. Dinini koruyabilir Miryani. Anadolu’nun her yerinde dinleyebileceğiniz kadın hikayelerinde olduğu gibi zorla Müslümanlaştırılmaz belki. Hatta evi de olur, kocası, çocukları da ama hiçbir zaman kendisi olamaz. Ölene kadar bir daha asla Ermenice konuşamaz. Dilini yasaklar kendine, ağzından çıkan tek Ermenice sözcükte öldürüleceğini düşünür, belki de yaşadığı travma ile kendine anadilini unutturmuştur. Evine, bahçesine gidemez, çocuklarının köyüne gitmelerini yasaklar, hatta yıllar sonra oraya gitmek isteyen torunlarının önüne 'Yalvarırım gitmeyin, kesecekler sizi!' diye ağlayarak atar kendini. Hayatı boyunca sessizce yasını tutar Miryani, her zaman simsiyah giyinir.

Musa Dağ bir mezarlıktı Miryani için, içinde annesini, kardeşini, çocukluğunu, hayallerini, dilini saklayan. Ermeni olmak; geçmişti, artık unutmak vardı. Unutmak zorunda olmak...

Kategoriler

Şapgir