İdeoloji ve İktisat'ın Duvarları-I

Orkun Saka, iktisatla uğraşan bilim insanları arasında “ideolojik arınmışlık” yanılgısının ne kadar yaygın olduğu ve nelere mal olabileceğini Harvard Üniversitesi’ndeki bir vakadan yola çıkarak anlatıyor.

Orkun Saka
orkunsaka@yahoo.com

Son yarım yüzyılda iktisatçılar, açıklamaya çalıştıkları ekonomik fenomenlerin insana ve topluma ilişkin olduğunu
unutmaya epeyce meyilli hale geldiler. Böylece kapitalist işleyişin merkezindeki insanı “homo economicus” adı altında hareketleri önceden tahmin edilebilir bir ekonomik ajana (Albert Hirschman'ın deyimiyle “öngörülemezliği azalmış, tek boyutlu insana”) indirgeyebilir, bu ajan ve piyasa arasındaki etkileşimi modelleyebilir, tartışılır ön kabuller dahilinde oluşturdukları matematiksel modeller ile ekonomik evrenin sırlarını Newtonvari bir kesinlikle açıkladıklarını düşünebilirler. Kendilerini nesnel görünüyor olmanın iç huzuruyla avutup geceleri yastığa başlarını rahatça koyabilirler. Ne de olsa iktisatın duvarları subjektif bilgiyi dışarıda bırakacak kadar kalındır onlara göre.

Bu sınırsız özgüvenin iktisatçılara diğer sosyal bilimler karşısında bir üstünlük duygusu verdiğini ve onları ideolojiden arınmış sterilize bir alanda objektif bilginin peşinde oldukları yanılgısına düşürdüğünü söylemek çok da abes olmaz sanırım. Ancak ne yazık ki, üstü kapalı ve hatta bazen bilinçdışında savunageldikleri ideolojiler, iktisatçıları toplumsal sorumluluk almaktan da alıkoyabiliyor zaman zaman.

“İdeolojik arınmışlık”

Yakın zamanda vuku bulan iki örnek bu “ideolojik arınmışlık” yanılgısının  iktisatla uğraşan bilim insanları arasında ne kadar yaygın olduğunu bir kez daha hatırlattı bizlere. Bunlardan ilkine bu yazıda değinelim, ikincisindense bir sonraki yazımda bahsedeceğim.

Öncelikle Harvard Üniversitesi'nden Kenneth Rogoff ve Carmen Reinhart'ın başına gelenlere bir bakalım. Bu iki akademisyen, 2010 yılında Amerikan Ulusal Ekonomik Araştırmalar Enstitüsü'nde önemli bir makaleye imza attılar. Yaklaşık iki yüz seneyi ve kırk dört ülkeyi kapsayan bir veritabanını kullanıp, borçlanma oranları gayrisafi yurtiçi hasılalarının yüzde doksanını aşan ülkelerde ekonomik büyümenin önemli ölçüde negatif etkilendiğini ortaya koydular. Haliyle böylesine bir empirik bulgu,  devlet mekanizmasının ekonomik işlevselliğini en aza indirmek isteyen muhafazakar-neoliberal çevrelerin elinde geçtiğimiz üç sene içerisinde adeta bir bayrağa dönüştü. ABD’de ve özellikle Avrupa’da, kemer sıkma politikalarına verilen desteğin bilimsel ayaklarından biri haline geldi. Defalarca referans gösterildi.

Sonrasında ne mi oldu? Bütün bu kamplaşmalar süresince kemer sıkma politikalarını savunanların görece üstün geldiği söylenebilir. Böylece birçok ülke bütçelerini denkleştirme sevdasına düştüler, devlet harcamaları kısıldı, binlerce insan işinden oldu.
Bugüne gelince ise istikrarlı büyüme, Batı için hala uzak bir hayal denebilir. Sıkılan kemerler ne yazık ki beklendiği gibi ulusal ekonomilere ilaç olmadı. Birçoklarının uyardığı üzere borçlar azaltılmaya çalışılırken, iç ve dış talep yara alıyor ve gelişmiş dünyanın işsizlik oranları tarihi seviyelerde seyrediyor. Dolayısıyla politik istikrarsızlık ve sosyal sıkıntılar had safhada.

“Bulmak istediği şeyi bulmak”

Üstüne üstlük birkaç ay önce de öğrendik ki, ABD’nin Massachusetts Üniversitesi'nden bir ekonomi öğrencisi, Rogoff ve Reinhart'ın bulgularını tekrar edemeyince işin iyice derinine inip ilgili akademisyenlerle iletişime geçmiş ve onlardan orjinal makalede kullanılan veritabanını istemiş. Bir de ne görsün! Hem orjinal makalede kullanılan program kodu hatalı, hem de veritabanı içerisinden seçilen ülkeler özellikle hipotezi destekler biçimde seçilmişler. Üstelik orijinal makalede kullanılan metodoloji uzun süreler yüksek borçla yaşayan ülkelerin ağırlıklarını diğer ülkeler ile bir tutmakta ve hesaplanan büyüme oranlarında aşağı yönlü bir baskı oluşturmakta. Bu hatalar düzeltilince ise Reinhart ve Rogoff'un “yüzde doksan borç barajı” argümanı inandırıcılığını epeyce yitirmekte.

Hadi diyelim ki, herkes programlama hatası yapabilir; ancak kullandıkları örneklemin önyargılı biçimde seçilmesi ve yapılan metodolojik tercihler bu iki akademisyenin iyi niyetiyle ilgili bizi şüpheye düşürmeye yetiyor. Bu “hatalar”ın bilinçli bir planın parçası olmasa dahi seçen kişinin bilinçdışındaki “bulmak istediği şeyi bulmak” dürtüsünün bir sonucu olması kuvvetle muhtemel.

İlgili akademisyenlerse bir programlama hatası yaptıklarını kabul edip özür dilediler hemen. Ancak makalelerinin son yıllardaki kemer sıkma politikalarına dayanak olamayacağını belirtmeyi de ihmal etmediler. Dünyanın çeşitli ülkelerinden aldıkları e-postalarda binlerce insanın sebepsiz yere işten çıkarılmasına imkan yarattıkları için eleştirilmelerine bir anlam veremiyorlarmış. Onlar hiçbir zaman yüksek borcun büyümeyi düşürdüğünü iddia etmemişler. Makaleleri, düşük büyümenin yüksek borç yarattığı şeklinde de yorumlanabilirmiş. Yani anlayacağınız, “biz bu tartışmanın tarafı değiliz, sadece empirik bulgularımızı paylaşmıştık” deyip işin içinden sıyrılma uğraşındalar.

İktisatçı ve Entelektüel

Oysa makaleleri neoliberal çevrelerce pervasızca kullanılırken, bu iki akademisyenin herhangi bir rahatsızlık belirtisi gösterdiklerini hatırlamıyoruz. Daha da fazlası, Kenneth Rogoff'un köşe yazılarının birçoğunda ülkelerin borç yüklerinin azaltılmasını savunduğunu ve bunun için devlet harcamalarının kısılmasını önerdiğini de biliyoruz. Yani tartışmanın tarafı olmamak, olan bitenden habersizmiş gibi davranmak çok da geçerli bir savunma olmasa gerek bu durumda.

İşte yukarıda toplumsal sorumluluktan kaçınmaktan bahsederken, tam olarak bunu kastediyordum. Bir yandan politik mercilere faydaları tartışılır tavsiyelerde bulunurken, bir yandan da tavsiyelerinin dayandığı bilimsel çalışmaların katı nesnelliğini savunmak oldukça çelişkili bir durum. İktisatçı, bu durumda bir entelektüel gibi olayı tüm veçheleriyle ele alıp yorumlamak ve yeri gelince tarafını beyan etmek yerine kaçak dövüşerek yeri gelince yaptığı işin yalnızca bir deneyden ibaret olduğunu iddia eden bir kimyagere dönüşüyor. Doğal olarak en ideolojik pozisyondayken dahi, durumun vahametinden bihaber, tutunduğu söylemin sorumluluğunu almaktan kaçınabiliyor. Bize bir biyolog edasıyla mikroptan arınmış deney kabını işaret eder gibi ideolojiden arınmış bilimsel çalışmalarını gösteriyor. Paçalarına kadar öznelliğe batmış olsa dahi...

Korkarım ki, iktisat disiplini son yarım yüzyılda olduğu gibi mühendis yetiştirircesine akademisyen ürettikçe ve iktisatın “her şeye rağmen” bir sosyal bilim olduğu gerçeği matematiksel formüllerin içerisine gömülmeye çalışıldıkça bu örneklerin sayısı daha da çoğalacak…

Kategoriler

Şapgir