Doğa için Doğu’dan bir ses

Almanya’da yaşayan müzisyen Mikail Aslan üç yıl aradan sonra, yeni bir albüm çıkardı. Kalan Müzik etiketiyle çıkan ve İnsan-doğa ilişkisinin sorgulayan ‘Xoza’da, söz ve müziği ise Aslan’a ait eserlerin yanı sıra, bir Ezidi kılamı ile, Alevi ozanı Seyyid Nesimi’ye ait bir beyit de bulunuyor. Aslan’la ‘Xoza’ ve gündemdeki olaylar üzerine konuştuk.

ÖZGÜN ÇAĞLAR
ozguncaglar1@gmail.com

‘Xoza’ ne demek? Albüme neden bu adı verdiniz?

Zazacada ‘doğa’ anlamına geliyor. ‘Tarlayı hozana bırakmak’ diye bir deyim var. Ekildikçe verimsizleşen tarlanın toprağını kendi haline bırakıyorsunuz; üzerinde her çeşit ot kendine yer buluyor – diken, çalı çırpı... Kendi doğasına bırakılan toprak kendini yeniden doğuruyor. Kelimenin içinde ‘kendini doğurmak’ anlamı var. ‘Xo’ kendini, ‘za’ ise doğurmak demek. Bu kelimede beni heyecanlandıran iki mana var; ilki daha çok müzikle, ikincisi doğaya karşı minnet duygumuzu yitirmekle alakalı. Doğayı babamızın tarlasıymış gibi sürekli ekip biçerken, dinlenmesine bir an bile fırsat vermiyoruz.

Sizi bu albümü yapmaya yönlendiren ne oldu? Kimlerle çalıştınız?

Ben genelde, bir albümü kaydedip bitirdiğimde sonraki albümün adını belirliyorum. 2008 yılında ‘Zernkut’ albümünü bitirdiğimde ‘Xoza’ dedim içimden. Yani dört yıllık bir fikir bu. Zaman içinde içerik oluşuyor, kafamda konsept tamam olunca kayıtlara geçiyorum. Özellikle son yıllarda Dersim’de barajlar, suyun önünün tutulması, ziyaretlerde meydana gelen tahribatlar ve yozlaşma, genel anlamda doğaya karşı olan yıkıcılığımız beni derinden etkiledi. Albümün ana konuları bunlar. Albümü, Cemil Qoçgiri’nin yönetmenliğinde kaydettim. Erkan Oğur da albüme sesi ve perdesiz gitarı ile güzel bir renk kattı.

2008’de verdiğiniz bir söyleşide “Batı müziğinin benim müziğim üzerindeki manipülasyonunu, etkisini minimalize etmeye çalışıyorum” demişsiniz. Xoza’da bu amacınıza ne kadar yaklaştınız?

Bu yine insanın ‘kendi Doğu’su’ ile alakalı bir sorun. Batı manipülasyonu, evrensel olmak için sanki tek yol onlardan geçiyormuş gibi bir fikir yerleştirmiş içimize. Doğu müziğinin evrensel boyuta ulaşmasında ille Batı müziği gerekli değil; o kendi içinde, kendi öğeleriyle bunu başarabilir. Biz Doğulular bu kompleksten kurtulup bize aktarılan müzikal mirasımıza güvenmeliyiz. Xoza albümü bu anlamda incelenmeye değer diye düşünüyorum, çünkü Batı 

enstrümanlarının yoğunluğu içinde müziğin kendi kimliği net olarak hissedilebilir. Ama son kararı dinleyiciye bırakmak gerekiyor.

Dinleyicilerin, pop müziğin etkisinden kurtulup, yüzyıllardır kendi memleketlerinde çalınan ezgilere yönelmesinde, sizin gibi geleneksel ezgileri modern biçimlerde icra eden müzisyenlerin rolü hakkında neler söyleyebilirsiniz?

Ağabeylerimiz, sürekli olarak, güzel şeyleri çok uzaklarda aramamız gerektiğini anlattılar bize. Böylece, kendi topraklarımızın üzerindeki renkleri fark etmedik, onlara yabancılaştık. Bu önyargı bu tarzda müzik yapan müzisyenler tarafından aşıldı. Bu müzisyenler, yöresel olanın çok güzel bir miras olduğunu gösterdiler. Bach’ın en büyük senfonik eserinde bir Alman halk şarkısının melodisi gizlidir. Evrensele giden yol yerelden geçiyor.

Albümünüzün ana konusu doğa. Ülke olarak yoğun bir şekilde ‘doğa-insan’ konusunu konuştuğumuz bugünlerde Gezi Parkı olayları hakkında neler düşünüyorsunuz?

İnsanların birbirine karşı yürüttükleri savaş ve yıkıcılığı, insanın doğayla olan ilişkisinde de görmek mümkün. ‘Hayig’ başlıklı edebiyat denememde şöyle demiştim: “Bir yerin ırmağı ne kadar kirliyse, insanı da o kadar kirlenmiş demektir.” Bana göre bir toplumun ilericiliği ve çağdaşlığı, doğasıyla olan ilişkisinden belli olur. Gezi Parkı’nda da ilk defa ilericiliğimiz doğa üzerinden sorgulanıyor bence. Bu önemlidir. Ben de iki gün Gezi Parkı’na gittim, açıkçası oradaki bayrak yarışından biraz rahatsız oldum. Bu genç ve iyi niyetli çevrecilerin niyetini manipüle etmeye çalışan kesimlerin tavırları rahatsız edici. Oysa bu genç eylemciler hiçbir bayrağın altına sığmıyorlar. Bu tavrı ve duyarlılığı sürdürmeleri önemli ve umut verici. Bu eylemliklerinin, Dersim’de yapılan bir düzine gereksiz, doğayı katleden baraj için de gösterilmesi lazım.

Gazeteci Devrim Tekinoğlu’ya birlikte ‘Ma’ adında Zazaca bir kültür-sanat dergisi çıkarmaya başladınız. Niçin böyle bir dergi çıkarma ihtiyacı duydunuz?

Kendi anadilimizde okumaya başlamak için. Zazaca son zamanlarda politik anlamda çok araçsallaştırılıyor ama dili yaşatma yönünde neredeyse hiçbir çalışma yok. Dilimizde bir düğüm var ve gittikçe sıkılaşıyor, lal olmak üzereyiz.

Aynı röportajda “Bir insan Doğu’suyla barışıksa doğasına varabilir. Doğusuyla barışıp doğasına inebiliyorsa, işte o insanın doğruları daha güçlü olur” demişsiniz. Son yıllarda hükümetin girişimleriyle başlayan, Türkiye’nin ‘doğusuyla barışma çalışmaları’ hakkında ne düşünüyorsunuz? Türkiye barış süreciyle kendi doğasına varmayı başarabilecek mi?

Bu süreçte bir tıkanma söz konusu bence. Toplumun çeşitli kesimlerinde meselenin tartışmaya açılması gerekirken kapalı kapılar ardında bazı kararlar verildi, çatışma ortamı durdu ama gerisi gelmedi. Bu noktada kaygılarım var. Hükümetin son olaylardaki tutumundan da bu açık ve net olarak görülüyor. Doğu’yla barışıp Batı’yla çatışmaya başlamak bu ülkeye demokrasi getirmez. Bu anlamda sürece dair umudum zayıf. Gönülden barışmaya Kürtler hazır ama hükümet halen siyaset peşinde.

Geçen yıl, “En azından Dersim kelimesini ağzına alarak Kayseriliye, Konyalıya da ‘Dersim’ diye bir yerin varlığını aşikâr etti(ği) ve olanları katliam olarak ifade ederek ocağımıza düşen ateşi onlara gösterdi(ği)” için Başbakan Erdoğan’a müteşekkir olduğunuzu belirtmiştiniz. Kısa süre önce Başbakan yine ‘isim verme’ üzerinden bir çıkış yaptı ve temeli atılan üçüncü köprüye ‘Yavuz Sultan Selim’ adının verilmesini savundu ve bu durum haliyle Alevileri çok rahatsız etti. Bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz? Başbakan’a hâlâ müteşekkir misiniz?

Kürt açılımı, Alevi açılımı, Dersim meselesi vb. birçok konuda hükümet birtakım çıkışlar yaptı ve doğal olarak toplumun önemli bir kesimi ve birçok aydın-sanatçı umutlanarak Başbakan’a destek sundu. Benim yaşlı annem, Başbakan ‘Dersim’ kelimesini telaffuz ettiğinde “Gözlerime inanamıyorum, kim derdi ki bir gün Başbakan Meclis’te Dersim katliamından söz edecek” deyip hüngür hüngür ağlamıştı. Başbakan, bunun akabinde, Sivas-Madımak olayını örtbas eden mahkeme kararını, neredeyse “Gazanız mübarek olsun” manasına gelen sözleriyle herkesi hayal kırıklığına uğrattı. Barış sürecinde de olduğu gibi, bu tür açıklamalardan dolayı Türkiye’deki siyasetçilere inanmıyorum artık. (AK / ÖÇ )