Sinir krizinin eşiğini aşmış İngiliz erkeği

İrlandalı yazar Ken Bruen’in, Avi Pardo’nun çevirdiği ‘Baudelaire Paranoyası’ adlı kitabı, bir ‘adam, kadınla tanışır ve olaylar gelişir’ hikayesi. Bruen Londra’nın Güneydoğusunda geçen bu hikâyesini, liberal-muhafazakâr politikacı Margaret Thatcher’in etkisinin sürdüğü bir dönemi arka plana alıp, Fransız şair Charles Baudelaire şiirlerini de işin içine katarak bir suç hikâyesi haline getirmek suretiyle özelleştiriyor

ÖZGÜN ÇAĞLAR

“İnsana ait hiçbir şey bana yabancı değildir.” Karl Marx

İrlandalı yazar Ken Bruen’in, Avi Pardo’nun çevirdiği ‘Baudelaire Paranoyası’ adlı kitabı, bir ‘adam, kadınla tanışır ve olaylar gelişir’ hikayesi. Bruen Londra’nın Güneydoğusunda geçen bu hikâyesini, liberal-muhafazakâr politikacı Margaret Thatcher’in etkisinin sürdüğü bir dönemi arka plana alıp, Fransız şair Charles Baudelaire şiirlerini de işin içine katarak bir suç hikâyesi haline getirmek suretiyle özelleştiriyor.

Baudelaire Paranoyası

Ken Bruen

Çeviri: Avi Pardo

Sel Yayıncılık

144 sayfa.

Birgün barda Laura ile tanışıp aşık olan başkahramanımız Michael, paralarını ütülemeyi bile düşünecek kadar titiz, tertipli, dar gelirli bir İngiliz muhasebeci. ‘Erkek tarafı’nda, yani Michael’ın tarafında iki kişi var: Brad adlı eşcinsel yakın arkadaşı ile kendisinin kadın versiyonu denilebilecek sevgilisi Brenda. ‘Kız tarafı’ndaki kişiler ise Laura’nın Baudelaire hayranı, zenginliği şüphelerle dolu, ‘dönem zengini’ babası Harold ve annesi Amanda.

‘Londra Bulvarı’yla tanınıyor

Türkiye’de sinemaya uyarlanmış ‘Londra Bulvarı’ romanıyla tanınan polisiye yazarı Bruen’in özelliği, olay örgüsünden çok karakterlerinin kişiliklerine odaklanıp hikayeyi onların üzerinden götürmesi. ‘Baudelaire Paranoyası’nda da bu açık bir şekilde görülüyor.

Ultra dengesiz, seksi Laura’yla tanıştıktan sonra bela kapılarını birer birer aralayan Michael, zaman içerisinde para, seks ve güçle sınanır bir hale geliyor. Bruen, kitabın başındaki ‘yazarın notu’ kısmında neden böyle bir şeyi tercih ettiğini şöyle açıklıyor: (İngiltere’de) Seksenli yılların ekonomik kriziyle başları hâlâ dönmekte olan varlıklı kesim özellikle gergindi. (...) Hareretli akşam yemeklerinin konusunu ‘beyaz yaka cinayetleri’ oluşturuyordu. ‘Para-seks ve güç’ten oluşan olağan şüpheliler tarafından baştan çıkarıldıklarında ‘güvenli’ mesleklere neler olabileceğini araştırmak istiyordum: Bir muhasebeciyi al, onu en tehlikeli sokaklara sok ve ne yapacağına bak.

Dengeli, sakin, sade vatandaş Michael, Laura ve onun burjuva ailesiyle tanıştıktan sonra kendine göre büyük değişimler yaşıyor, sonrasında ise -Almodovar’ın ilk filmlerinden birinin adına atıfla söylersek- sinir krizinin eşiğini aşıyor. Bu değişim çevresindekileri de içine çekiyor.

Önceleri sadece takım elbise giyen Michael, kot giymeye başlıyor; evlenmek üzere olduğu sevgilisi Brenda’dan haliyle ayrılıyor; işyerindeki üstlerinden çok çekinirken zamanla onları takmamaya başlıyor, işe gitmiyor; sokakta çıkan bir kavgada en yakın arkadaşı Bran’i yalnız başına bırakıp beladan uzak durmaya çalışan biriyken artık belasız gün geçirmiyor ve bir süre sonra Laura’nın babası Harold’u öldürme planları yapmaya başlıyor.

Ama Michael’ın değişimden önceki halinden memnun olduğu da pek söylenemez: Tanrım. Bu kadar görgülü, bu kadar korkunç İngiliz olmamayı ne kadar istedim.”

Sayfalarını klasik polisiyelerde olduğu gibi olay örgüsündeki soru işaretleri nedeniyle değil, dinamik anlatımı, esprili dili ve karakterlerin kısa süre içerisindeki değişimlerini merak ettirdiği için çevirten dönem romanı ‘Baudelarie Paranoyası’, Albert Camus’nün Yabancı’sında olduğu gibi okuyucuyu suç-toplum-birey konularını derinden sorgulamaya davet etmiyor, sadece yaz mevsiminin bitmesine yakın okunmuş son bir hafif kitap olarak kitaplıktaki yerini almayı hak ediyor.

Kategoriler

Kitap ԳԻՐՔ