Buenos Aires’in zor geceleri

Gece çalışanlar, mesai saatleri gereği gece yaşayanlara dönüşürler. Gece, onlar için, ‘normal’ bir insan için gündüz neyse odur. Ancak bu normal durum öznel olduğu için ve sadece onlara mahsus olduğundan, her şey daha başka gelişir...

ONUR KOÇYİĞİT

Gece çalışanlar, mesai saatleri gereği gece yaşayanlara dönüşürler. Gece, onlar için, ‘normal’ bir insan için gündüz neyse odur. Ancak bu normal durum öznel olduğu için ve sadece onlara mahsus olduğundan, her şey daha başka gelişir. En basitinden, yemek içmek dahi başka türlü ritm ve periyotlarda gerçekleşir. César Aira da gece çalışanlarla ilgili okumaya değer bir roman yazmış.

Flores Geceleri

Cesar Aira

Çeviri: Emrah İmre

Can Yayınları

128 sayfa.

‘Flores Geceleri’, César Aira’nın Türkçede yayımlanan ilk romanı. 1959 Buenos Aires doğumlu yazar, ayrıca çok iyi bir çevirmen; Kafka, Austen, Potocki çevirdiği yazarlardan yalnızca birkaçı. Çalışkanlığı bununla da sınırlı değil; ülkesinin çeşitli üniversitelerinde Rimbaud, Mallarmé gibi yazarları anlattığı  edebiyat dersleri de vermiş. ‘Flores Geceleri’ ise onlarca romanından yalnızca birisi.

Çok tehlikeli bir iş             

Kitaba da adını veren Flores, Buenos Aires’in ‘örselenmiş orta sınıfına’ ev sahipliği yapan bir semti. Aldo ve Rosita Peyró ise Flores gecelerinde sokaklarda olan emekli bir çift. Dünyanın en ilginç işini yapıyorlar; geceleri pizza dağıtıyorlar, hem de yaya olarak. Pek ilginç gelmeyebilir ancak Buenos Aires, özellikle Flores, mopetleri ile şehrin kanalizasyonlarında dolaşan fareler gibi şehrin sokaklarını işgal eden yemek dağıtıcılarla doludur. Böyle bir ortamda yaya olarak yemek dağıtmak hem normal değil hem de çok tehlikeli.

Peyro çiftinin yaya olarak pizza dağıtması onlara avantaj sağlıyor, çünkü yakın adreslere gönderiliyorlar. Dezavantajı ise tehlikeli adreslere de gitmek zorunda kalmaları; zira ekonomik krizin artırdığı yoksulluk, yemek dağıtıcıların başına bin türlü iş gelmesine de neden olmuş. Yemek siparişi verir gibi yapan insanlar dağıtımcıların bütün parasını alarak onları soymaya başlamış. Tam da bugünlerde Jonathan isimli bir genç kaçırılır ve fidye istenir. Bu meseleye fazlaca ilgi duyan medya olayı büyütür ve bütün ülke Jonathan’la ilgilenmeye başlar. Kaçırılma-fidye olaylarında en istenmeyecek duruma düşülür yani.

Jonathan’ın öldürülmesi ile işler daha da fazla karışır. Çünkü ölümü basit bir kaçırılma olarak görülse de ortada birçok şaibe vardır ve bizim yaşlı çiftin bu işte dolaylı olarak da olsa bir parmağı olduğu ortaya çıkacaktır. Bu noktadan sonra sahneye savcı Zenon Mamani de eklenir.  Zenon Mamani, idealist birisidir. Sistemin bütün sorunlarına, meslektaşların etik dışı eylemlerine göz yumar ancak kendisi, işini mükemmeliyetçi denebilecek bir tavırla sürdürmektedir.

César Aira, tipik orta sınıf yoksulluğunu başarıyla işleyen bir yazar. Orta sınıfın karıştığı, görünürde basit ancak arkaplanında çok çetrefilli bürokratik ilişkileri de başarıyla anlatıyor. Modernizm İdeolojisi’nde Fredric Jameson şöyle aktarıyor;

“Belirli bir edebi biçimin varlığı daima, söz konusu toplumsal gelişme anındaki belli bir deneyim olanağını yansıtır. (...) Bireysel yaşamın en nihayetinde iletilemez olan ve en evrensel olduğu  noktada vaka öyküsünden öte bir şey olmadığı ortaya çıkan varoluşsal hakikati. (...) Varoluşsal olan her zaman simgesel olanı, yorumsal olanı dışta bırakır: Aynı anda hem yaşamın yüzeyini hem de iç yüzünü göremeyiz.”

Cesar Aira’nın ‘üstyorum’u

Jameson’a göre bu bir ‘üstyorum’dur ve öyle tariflenir. Aira, bu üstyorumu anlatıcısı aracılığıyla yapıyor. Orta sınıfın kendisi ile ilgili problemlerinin iç yüzü ile ilgilenmeden, kendinden daha yoksul olanların yaşamına eğilmesini de bu şekilde açıklamaya çalışıyor. Sonuçta, yoksul bir sınıf, kendinden daha yoksul olan bir sınıf yaratır ve bunu hem iktidar hem de zayıflık olarak kullanmaya çalışır. Bunun temelde en tipik örneği, sınıflar arası hırsızlık histerisidir. Kendinden daha fakir gördüğü herkes onun/onlar için hırsız olabilir ya da olmalıdır. Aldo Peyro, Rosita ile olan bir konuşmasında bu düşüncesini dile getiriyor;

“İnsan gerçeklerle yüzleşince bakış açısı da tersine dönüyordu; suçun nasıl bu kadar arttığına değil, nasıl olup da daha fazla artmadığına şaşırıyordu. Öldürmek, yakıp yıkmak için önlerinde ne engel vardı? Daima uçlarda gezen Aldo, “Birazcık haysiyetleri varsa dilenmezler, çalıp çırparlar,” diyor ve kaderci bir tavırla ekliyordu: “Ama onlarda haysiyet bile bırakmadık.”

‘Flores Geceleri’, orta sınıfın toplumla kurduğu sorunlu aidiyet duygusunu anlatma çabasında olan bir kitap. Yer yer gerçeklikten uzaklaşan, absürt öğelere de rastlamak mümkün. Bu atmosferi bilinçli olarak yaratıyor çünkü toplumun,  bireyi nasıl bir yabancılığa ittiğini anlatmaya çalışıyor. Peyro çifti ile tanışmak istiyorsanız, ‘Flores Geceleri’ çok iyi bir okuma olacaktır. Unutmayın, yoksulluğu anlamak için bir yoksuldan daha iyi bir anlatıcı bulamazsınız.

Kategoriler

Kitap ԳԻՐՔ