Doktor Uyku’nun vaat ettiği uykusuz geceler

Alican Çakmak Kozoğlu, korku edebiyatının en büyük isimlerinden StephenKing’in 1977’de yazdığı Medyum kitabının devamı olan ve bu sene yayınlanan Doktor Uyku kitabını yazdı.

ALİCAN ÇAKMAK KOZOĞLU

Kitap okumayı ya da edebiyat öğelerinden uyarlama televizyon ya da sinema uyarlamalarını sevmiyor olabilirsiniz ya da StephenKing’i ve/veya onun işlerini… Yine de, şunu kabul etmek için az evvel sıraladıklarımdan hiçbiri olmanıza gerek yok; StephenKing’e doyulan günler yaşıyoruz.

Kubbe’nin Altında’nın(Altın Kitaplar, 2011) CBS tarafından televizyona uyarlandığı, Eğlence Parkı(6ncı Sayfa, 2013) ile Doktor Uyku’nun(Altın Kitaplar, 2013) piyasaya sürüldüğü bir yılı bitirmek üzereyiz. King’in yolda olan başka projeleri de var. Olgunluk dönemindeki başarısıyla alakalı farklı görüşler olsa da, pek çok yazarın asla ulaşamadığı bir üretkenlikle karşımızda olan yazar, başta yaptığı işleri takdir ve takip edenler olmak üzere pek çok insana aralarında uykusuz gecelerin ilk sırada yer aldığı bir hediye sepeti uzatıyor.

Biz bu yazıda, 1977 yılında yayımlanan Medyum’un(Altın Kitaplar, 1977) devamı niteliğinde olan Doktor Uyku’ya odaklanacağız.

Kanaatime göre söylenmesi gereken ilk şey, Doktor Uyku’nun bir devam kitabı için fazla iyi olması. Herhangi bir şekilde Medyum’dan, kitabın kurgusundan, okurdan aldığı tepkiden ya da edindiği yerden, daha iyi olduğunu iddia etmemekle beraber yine de pek çok ana kitaptan, King'in bazı tek kitaplık hikâyelerinden de, çok daha başarılı olduğunu kabul etmekte bir sakınca olduğunu düşünmüyorum.

Kitabın ortaya çıkışı, Aralık 2011’e dayanıyor. Resmi internet sitesi stephenking.com aracılığı ile yaptığı bir oylamada Kara Kule Serisi’ne ekleyeceği yeni kitabın mı yoksa Medyum’un devamı niteliğini taşıyacak olan Doktor Uyku’nun mu bir sonraki kitabı olmasına okurlarının karar vermesini isteyen yazar, çok küçük bir farkla kazanan Doktor Uyku için verdiği sözü tutup çalışmalara başladı. Farklı fırsat ve etkinliklerde kitabın bebek adımlarını paylaşan King, neredeyse 40 yıl geride kalan bir hikâyenin küllerini eşeleyip sıcak koru bulmayı başardı. Çünkü bu olmasaydı -'Eğer ilham gelmezse, bu oylamanın bir geçerliliği olmayacak' demişti King- bu hikâyeyi muhtemelen erteleyecekti.

Fakat yine de bir gün, bir yerde Danny Torrance’ın hikâyesi anlatılacaktı.

Kitap, Overlook Oteli’nden sağ kurtulan Danny ve annesi Wendy’nin yaşadıklarını anlatarak başlıyor. En sonunda ışıltısı ile ardında bıraktığı izi takip edip Danny’i bulan Overlook’un huzur bilmez sakinleri küçük çocuk ve annesini rahatsız etmeye başladığında eski bir dostun yardımını çağırmak kaçınılmaz oluyor. Danny’nin ilk büyük değişimi, kötülükleri kafasında güvenli kutulara hapsedebileceğini öğrenmesiyle gerçekleşiyor.

Bir yazar olma isteğini devralmasa da, babasının sinir sorunları ve alkol problemini devralan Danny Torrance’ın yolu nihayet hayatına çekidüzen verebileceğini düşündüğü bir kasabaya ve bir Adsız Alkolikler grubuyla kesişiyor. Sayfalar boyunca modern kültüre, Tolkien ve Rowling’in işlerine yapılan göndermelerden bile güçlü bir etkiye sahip olan kitap, Adsız Alkolikler el kitabı üstelik.

Metot olarak küçük çocukların korku ve gerilim öğesi olarak sattığını bilen yazarın gözden kaçırdığı tek nokta ise kitabın bir diğer ana kahramanı olan Abra Stone’un pedagojik gelişimini, yaşadığı olayların üzerinde bırakacağı izleri ciddiye almıyor olmak. Aynı şekilde, şimdi karşımıza bir yetişkin olarak çıkan Danny Torrance’ın da maruz kaldığı olağandışı olayların çoğundan sıradan bir çocukluk ve göreceyle sıradan çocukluk problemleri yaşayan insanlardan daha az etkilenmiş olması kaş kaldırtıyor. Hikâye örgüsü ya da anlatımla alakalı bir sıkıntı olmasa da, Torrance’ın yaşadığı bir sürü sıkıntının ardından geçmişin kendisinde tekrarlaması adına tek korkusu alkol problemi ve öfke kontrolsüzlüğü. Bunlar da hakikaten kendisinde bulunan sorunlar. Babası bu adamı henüz küçük bir çocukken öldürmeye çalışmıştı, bunu hatırlıyorsunuz değil mi? Bunu kötü ruhların etkisi altındayken yapmış olduğunu bilmek, çok da büyük bir nötrleştirici faktör olmamalı bence.

Pedagoji konusundaki eksiklik yaygın internet kullanımı ile daha görünür bir hale gelen -artan demek istemiyorum- çocuk istismarı konusunda gösterilen hassasiyetin sağladığı gerçeklikle bile ancak bir noktaya kadar dengelenebiliyor. Metnin sağladığı bilgi akışı sebebiyle okur Torrance’ın Abra Stone’u veya kızın güvenini herhangi bir seviyede kötüye kullanmaktan fersah fersah uzak olduğunu bilse de karakterler etraflarındaki dünyayı bir nevi üç boyutlu bir hale getiren bir korkuyla tedirginlik yaşıyorlar. Bu detay okuma keyfine ve gerçekçilik duygusuna büyük bir artı katarken, bir yandan da King’in pedagojik derinlik konusundaki talihsiz eksikliğine kontrast yapıyor.

Hikâyenin verilen dünya şartlarında tanımlanan gerçeklikten bir adım uzaklaştığı bir diğer an ise, Molière’inCimri’sinin sonunu andıran bir türde birbirine bağlanan akrabalık bağları. Okur keyfi kaçırmamak adına detaya inmeyi doğru bulmamakla birlikte karakterlerin rastlantı ile kurdukları özel bağa rağmen, bize King tarafından verilen doneler, varılan noktayı tam anlamıyla başarıyla desteklemiyor.

Son olarak söylemek istediğim şey ise şu; neyse ki Türkiye’de karavanla seyahat eden insan sayısı az!

Kategoriler

Şapgir