Gezi’nin ağaçları ve sağ Liberalizmin mezar taşları

Özlem Denli ve Armağan Öztürk sol liberallerin Gezi’yle birlikte AK Parti siyasetinden kopuşunu, bunun yanı sıra sağ Liberallerin ise AK Parti’yle daha da ilişkilenmesinden bahsediyor ve aslında sağ Liberalizmin kendi ölümlerini ilan ettiklerini söylüyorlar.

ÖZLEM DENLİ

ARMAĞAN ÖZTÜRK

Gramsci’nin hegemonya kuramı bir aydınlar teorisi olarak da okunabilir. Düşünüre göre, her toplumsal grup kendi aydın zümresini yaratır. Üstyapıyı yeniden örgütleyen aydınlar başlıca iki amaca yönelik olarak faaliyet gösterirler. Gramsciyan analizde bahsi geçen işlevlerden ilki zor aygıtı olarak yapılan eylemlerle ilgilidir. Aydından beklenen, aktif ya da pasif biçimde rejime karşı çıkan kesimlerin denetim altına alınmasını makul ve mümkün hale getiren siyasi, idari, hukuki ve askeri tedbirlerin alınmasıdır. En az bunun kadar merkezi olan bir diğer husus aydının sivil toplum içerisindeki konumunda somut bir içeriğe bürünür. Bu işlev bağlamında aydın farklı dünya görüşlerini, bunların potansiyel antagonizmalarını etkisizleştirecek ve egemen ideolojiye tabi kılacak şekilde eklemler ve hegemonyayı korunaklı hale getirecek nitelikte eylemlerle tarihsel bloğun moral liderliğini üstlenir.

AK Parti merkezli hâkimiyet rejiminin inşası süreciyle bağlantılı olarak iki farklı liberal aydın grubundan söz edilebilir: liberal sol kesim ve sağ liberaller. İkna süreçlerinde rol oynayan söz konusu kesimler AK Parti’nin temsil ettiği yükselen toplumsal grupların iktidar blokuna dâhil oluşlarında ve hegemonyanın yeniden örgütlenişinde ihtiyaç duydukları ideolojik-politik donamımı sağlamışlardır. Liberal aydınların bu çerçevedeki en önemli rolü ‘vesayet karşıtlığı’ temelinde iş gören geniş katılımlı bir cephenin örgütlenmesi olmuştur. Bu bağlamda, ağırlıklı olarak liberal sol tarafından formüle edilen ve esasen bu kesimin moral-kültürel sermayesine yaslanarak popülerleştirilen anti-Kemalist tezler reel politik sonuçları itibarıyla AK Parti lehine sonuçlar doğuracak biçimde iş görmüştür. Merkez-çevre eksenli siyasal sosyolojik okuma, bürokratik otoriterlik tezleri ve yukarıdan aşağıya modernleşmeye dair eleştirel formülasyonlar kamusal tartışmanın başat unsurları haline getirilmiştir. Demokrasi, haklar ve özgürlükler adına ilan edilen bu eleştirel hat ve inşa edilen eksen boyunca ortaya çıkan yeniden konumlanmalar ise muhafazakâr ve İslamcı entelektüellerle işlevsel bütünleşmeyle sonuçlanmıştır.

AK Parti lehine tarihsel blok inşa eden liberal-muhafazakâr aydın kitlesi içerisinde sağ kökenli liberallerin ayrıcalıklı bir yeri vardır. Sağ liberal olarak adlandırdığımız bu kesim 28 Şubat sürecinde başörtüsü yasağına güçlü bir şekilde karşı çıkarak ve AK Parti’ye yönelik Kemalist kuşatma bağlamında Refah Partisi’nin kapatılması davası gibi konuları ısrarla işleyerek kamusal görünürlük kazanmıştır. Bir taraftan da bu eleştirilere temel oluşturacak tutarlı bir kavramsal çerçeve oluşturma çabasına girilmiştir. En sistematik ifadelerini Liberal Düşünce Topluluğu’nda bulan ve liberal kuram ve doktrinler yelpazesinin en sağ ucunda yer alan bu ideolojik küme, terimlerin yerleşik anlamlarına göre liberteryan olarak adlandırılması gereken bir konuma denk düşmektedir.

Sağ liberal zümre, serbest piyasa ve özel mülkiyet savunusunu devletin sosyal işlevleri ve pozitif hakların geçerliliğini bütünüyle reddedecek şekilde kurar. Yeni sağcı söylem, Hayek gibi kapitalizm savunusunda militan bir konumu içselleştirmiş düşünürlerin metinlerine yoğun referans ve kültürel-siyasi muhafazakârlık bu kesimin ideolojik künyesini karakterize eder. Bu nedenle AK Parti ve seleflerinin (özellikle ANAP) izlediği piyasacı politik doğrultu sağ liberallerin politik tahayyüllerinde ayrıcalıklı bir yere sahiptir. İlginçtir ki, sağ liberal kurucu söylemin sürekli vurgulanan bir parçası olmasına rağmen, bireysel özgürlükler kuramsal yapının içsel bileşenleri olarak değil ad hoc biçimde değinilen unsurlar olarak ele alınmaktadır. Söz gelimi din ve aile gibi toplumsal kurumlar karşısında muhafazakâr dünya görüşüne paralel bir birey-toplum ilişkisine destek verilir. Benzer biçimde, kurucu söylemin merkezi unsurları arasında zikredilen ‘devlet karşısında eleştirel ve mesafeli duruş’ da somut analiz seviyesinde kurumların Kemalist içeriğinin eleştirisiyle sınırlı kalmaktadır. Bu içeriğin çözülmesiyle birlikte Liberal Düşünce Topluluğu çevrelerinden devlete yöneltilen eleştiriler dramatik düşüşe geçmiştir.

Atilla Yayla başta olmak üzere sağ liberal çizgide konumlanan pek çok entelektüelin aslında İslamcı ve milliyetçi bir geçmişten şu andaki konumlarına doğru evirildiği gerçeği dikkate alınırsa Türkiye’de ağırlık kazanan sağ liberalizm içerisinde bireyci ideolojinin oynadığı sınırlı rol daha bir anlaşılabilir hale gelir. Bize göre de Türkiye’deki sağ liberal ideolojinin nirengi noktası liberalizm olmaktan çok muhafazakârlıktır. Bir başka deyişle,  tipik sağ liberal aydın aslında dönüşmüş bir muhafazakârdır. Bahsi geçen dönüşümün sınırları ise bu kesimin Gezi isyanına yönelik olarak seslendirdiği görüşlerde açığa çıkacaktır.

Mağdur Liberal ya da Hysteresis

Sağ liberaller (bu arada Liberal Düşünce Topluluğu mensuplarının ezici çoğunluğu) kendi ideolojik konumlarını sosyalist ve/veya milliyetçi kolektivizmlerin başat konumları işgal ettiği çorak Türkiye siyasının ayrıksı şahsiyetleri olarak tanımlarlar. Bu kuruluş mitinin yarattığı anlam dünyası içinde, onlar bireyleri totaliter etkiden kurtarmak için özverili bir şekilde mücadele eden, ama ödedikleri bedellere karşı değerleri yeterince bilinmeyen öncü entelektüeller, Gülay Göktürk’ün benzetmesiyle ‘erken öten horozlar’dır.

Kapitalist ve bireyci sağ liberal paradigmanın kurucu unsurlarından bir diğeri neredeyse histeri düzeyine ulaşmış mazlumluk hissiyatıdır. Buna göre liberal fikir hareketleri göz ardı edilmekte, ortaya çıkış saikleri tahrif edilmekte, birikimlerinin yeterince güçlü bir şekilde duyurulması sistematik bir şekilde engellemektedir. Liberalizme karşı süregelen bir sindirme politikası güden kötü niyetli çevreler onları fikir mücadelesinin dışında bir yerde konumlandırmakta ve bu yolla liberallerinin kendilerini ifade yolları tıkanmaktadır. Liberalizmin toplumsal gerçekliğinin hemen hiçbir boyutunda hak ettiği karşılığı görmemesi ve bu eksik gerçekleşme özelinde kitlesel bir düzeyde taban bulamayışı da bahsi geçen baskı ve dışlama politikasının sonuçları olarak izah edilir.

Kolaylıkla fark edileceği üzere, mazlum liberal miti ile mazlum muhafazakâr ve mazlum İslamcı imgeleri arasında tarihsel ve ideolojik anlamda bir paralellik vardır; bu siyasal kimliklerin mazlumluk ayracında birbirinin yerine geçebilen nitelikte deneyimler yaşadığı iddia edilmektedir. Tabii bu tespit aynı zamanda sağ liberallerle AK Parti arasındaki sıcak ilişkiler bakımından da bir hayli aydınlatıcı bir ipucuna karşılık gelir. Gezi isyanı örneğinde bir kez daha görüldüğü üzere, sağ liberaller AK Parti’nin zora girdiği her durumda İslamcı mazlumluğu ve ihtimal ki kendi kurucu ‘mazlumluklarını’ da yardıma çağırmakta ve iktidar partisinin başına gelene her şeyi komploya, yani kötü niyetli solcuların tahammülsüzlüklerine bağlamaktadır.    

Gezi İsyanı aynasında

Gezi isyanıyla gelen tarihsel saflaşma liberal sol kesimle AK Parti arasında 2010’da başlayan ayrışmanın çok ötesine geçen derin ve kalıcı bir kopuşun koordinatlarını ortaya çıkarmıştır.  Öngörülmeyen, geniş çaplı ve kendiliğinden bir hareket olan; ilaveten, siyaseti tahayyül etmenin düşünülmemiş olanaklarını sergileyen Gezi isyanı Türkiye’deki politik tutum alış ve kavramsallaştırmaları belirleyen bir süreç başlatmıştır. Alain Badiou’dan ilhamla söylersek, süregelen durumda ani bir kırılma yaratan ve eskinin düzenini beklenmedik biçimde sarsan bir kalkışma; terminolojiye daha sadık bir ifadeyle,  bir tarihsel ayaklanmadır Gezi. Dayanışma, kardeşlik, çoğulculuk, çeşitlilik, eşitlik, özgürlük talebi ve komünal yaşam özlemi Gezi’de kristalize olan görünümlerden sadece birkaçıdır. Bu isyanın kendisini solda tanımlayan tüm kişi ve grupları derinden etkilediği, siyaseti yeniden düşünme ve konum alma sürecini başlattığı aşikârdır. Liberal sol kesim de bu süreçten derinden etkilenmiş ve öncesinde hegemonya inşa etme sürecine işlevsel olarak katıldıkları AK Parti’den hemen tümüyle kopmuşlardır.

Sağ liberaller içinse durum bütünüyle farklıdır. Gezi’nin meşruiyetini sert bir şekilde olumsuzlayan sağ liberal cenah bu tavrıyla AK Parti oteriterliğinin meşrulaştırıcısı konumuna gerilemiş ve kendi ideolojik serüvenlerini bakımından ise bir anlamda başladıkları yere, yani çıplak ve basit muhafazakârlığa geri dönmüştür.    

Kanımızca, sağ liberallerin Gezi isyanı sırasında ve sonrasında söylemini AK Parti iktidarının siyasal gündemiyle örtüştürmesi uzun vadede kendini işlevsizleştirmek anlamına gelmektedir. İlaveten, bu durum 2010 referandumu sonrasında muhafazakâr-İslamcı kadroların liberallere ihtiyaç – ve saygısının – azalmasından farklı olarak aşırı-özdeşleşmeden kaynaklanmaktadır.

Gramsciyen anlamda organik aydının entelektüel-moral işlevi, iktidarın doğrudan hedef ve çıkarları karşısında bir tür görece özerkliği gerekli kılar. Hegemonya inşası, iktidarca izlenen siyasetin maksimum saflığıyla söylemleştirilmesi değil; farklı aydın grupları ve onların hitap ettikleri kitleleri de dâhil edecek kapsayıcı bir içerik yaratılmasıdır. 2002-2010 arası dönemde liberal sol öncülüğündeki entelektüel koalisyon, Türkiye toplumunun belirleyen temel ayrışma eksenini askeri-bürokratik iktidar bloku ve halk arasındaki çelişki olarak tarif etmiş, farklı ideolojik-politik ögeleri bu çerçeve dâhilinde bütünleştirmiştir. Gezi isyanı sonrasında sağ liberal cenahça yitirilen şeyse tam olarak bu tarz kapsayıcılığı mümkün kılacak derecede bir mesafe, dolayısıyla da eklemleme ve özümseme faaliyetlerini icra kapasitesi olmuştur.

Lider-kitle bağının dolayımsızlaştığı, siyasetin entelektüel olarak vasıfsızlaştığı bu dönemde sağ liberalizm de irtifa kaybederek radikalleşen sağ popülist dil içinde erimiş, bu cenahın kamusal figürleri ise AK Parti kadrolarının siyasal formülasyonlarını ve duygusal tepkilerini birebir yüklenen vasat tıpkı-basımcılara dönüşmüşlerdir. Bu kesimin önde gelen kimi isimleri için ikbal kapısı olan bu aşırı-özdeşleşme, mensuplarını bir aydın kategorisi olarak işlevsiz kılan ve uzun vadede muhafazakâr kesimin özelliksiz neferleri olmaya mahkûm edecek bir sonun başlangıcına işaret etmektedir.

Kategoriler

Şapgir