Politikanın Tasfiyesinden Anti-Militarizme Boris Vian’ın Yurttaşlık Sözleşmesi

Melike Karaosmanoğlu, Boris Vian’ın üzerinde uzun süre çalışmasına rağmen bitiremediği çalışması “Yurttaşlık Sözleşmesi”ni anlattı.

MELİKE KARAOSMANOĞLU
melike.karaosmanoglu@gmail.com

Öncelikle söylemeliyim ki, bu yazıda Boris Vian’ın bitmemiş bir çalışmasından bahsedeceğim. Yurttaşlık Sözleşmesi, 1951-1955 yılları arasında kaleme alınmış farklı boyutlardaki 70 belgeden oluşan bir projeydi. Ordu, para, kilise üzerine kurulu hiyerarşi ve toplumsal kutsiyete daima mesafeli yaklaşan Vian, yapıtlarında toplumu ve toplumun kurumlarını yıkıcı-alaycı bir dille eleştirmekten hiçbir zaman çekinmemişti. Silahların insan kanıyla beslendiği, polis şiddetinin dayanılmaz bir vaziyete büründüğü, ırkçılığın sıradanlaştığı ve masum insanların katledildiği bir dünyada anarşist bireyciliğin ona verdiği yetkiye dayanarak yazıyordu. Yurttaşlık Sözleşmesi için oluşturduğu dosya eskizlerinde en çok geliştirdiği ve üzerinde durduğu bölüm emekle ilgili olandı. Fabrika, programlanmış bir felaket, insan öğütme makinasıydı. Emek ortadan kaldırılmalıydı, çalışma fikri, istihdam halkın afyonuydu. “Fabrikada kimse kalmasın!” “Neden çalışıyorsunuz?” gibi kışkırtıcı sloganları ortaya atarken aslında nihai eleştirisini kuralcılığa ve kuralcılığın insan doğasını sürüklediği çıkmaza yöneltiyordu. “Kurallara bağlı olduğu ölçüde, her türlü çalışma iğrençtir, kusursuzdan uzaklaştırır çünkü. (Tıpkı sanatta olduğu gibi)”

Konuya biraz daha açıklık getirebilmek adına Vian’ın Pekin’de Sonbahar romanındaki şu diyaloğa bakalım:

Ve işe zamanında gelin.” diye bağırdı amiri. “Dün altı dakika geç kaldınız!”

“Ama nasıl olur, dokuz dakika erken geldim.” diye itiraz edecek oldu Claude.

“Evet, tamam da, her zaman on beş dakika erken gelirsiniz.” dedi Saknussem. “Azıcık gayret edin, gözünüzü seveyim.”

Odadan çıkıp, kapıyı kapattı.

Yurttaşlık Sözleşmesi’nin isyan oklarından nasibini alan diğer bir konu ise tarihti. Tarih, toplumun gelişmesi ve refahı için en büyük engeldi.  Mutlu halklar geçmişi ve tarihi yok etmiş olanlardı, kim ki tarihi değiştirmeye, kendini onun içinde var etmeye çalışır ise mutsuz olmaya müstahak demekti. Tarihte yer edinmek, Boris Vian’a göre mazoşizmin ta kendisiydi. Onu yeniden inşa etmek, ne büyük dramdı. Toplum içindeki mutluluk ve mutsuzluk kavramlarını tanımlarken tekrar bireyciliğe yaklaşıyor: “Önemli olan herkesin mutluluğu değil, her birimizin mutluluğudur” diyordu. Çünkü kitleler haksız, bireyler daima haklı çıkıyordu. Politika ve politikacılar olmadan ileri gelişmişlik düzeyine bilim, teknik ve istatistik ile ulaşabilmek mümkün müydü? Boris Vian’ın teknokrasiye güveni tamdı; lakin zaman içinde fikirlerinde çeşitli değişimler olacaktı. Bu değişimden önce bilim formasyonundan aldığı güç ile politikanın yararsız, modası geçmiş, yarattığı gizli ya da açık sorunları çözme yeteneğinden yoksun bir olgu olduğunu kanıtlamaya girişti. Her türlü angajeden nefret ediyordu. Aslında Boris, “Politika denen şeyden en az otuz yaşına kadar inanılamayacak ölçüde bihaberdim” itirafında bulunurken politikaya ani ilgi duyması herkesi şaşırtmıştı.

Noel Arnaud’un “Boris Vian’ın Paralel Hayatları” biyografisinden okuduğumuz kadarıyla Boris’in Yurttaşlık Sözleşmesi projesi, ilk eşi Michelle ile aralarında geçimsizlik yaşadığı zamanlara denk geliyordu. Bahsi geçen dönem Jean Paul Sartre – Simone de Beauvoir çifti ile Boris-Michelle Vian’ın dostluk yıllarıydı. Michelle Vian, gerçek bir Sartre hayranıydı, onun fikirlerini benimsiyor ve Boris’le bu sebepten pek çok kez tartışmaya düşüyordu. Politikanın tasfiye edilmesi gerektiğini savunan birisine elbette ki, Sartre’ın varoluşçu felsefesi, hem komik hem acıklı geliyordu. İnsanlığın belli başlı sorunlarının kısmen de olsa çözülebilir olduğunu görmezden gelen, politikacılar değil miydi? Boris ve Michelle arasında işler zıvanadan çıktığında, Sartre ile Michelle duygusal olarak yakınlaşmaya başlamıştı ve sonucu tahmin etmek pek zor değildi: Vian çifti için ayrılık vakti gelmişti.

Bu esnada Boris, Fransız İşçi Sendikaları Konfederasyonu’na bağlı Tekstil İşçileri Sendikası Genel Sekreterliği yapmış, Direniş Ordusu’nda önemli görevler üstlenmiş nam-ı diğer Albay Fouché yani Marcel Degliame ile tanışmıştı. İlerleyen kadim dostluk, Yurttaşlık Sözleşmesi’ndeki fikirlere farklı şekillerde tesir edecekti. Çünkü Marcel Degliame, hem tarih hem politika konusunda söyleyecek sözü olan bir adamdı. 1953 yazında yeniden şiddetlenen Fransa-Çin Hindi Savaşı’na ve 1954 Cezayir Bağımsızlık Mücadelesi’ne tanıklık eden Boris, gelişmeleri sadece bilim, teknik ve istatistik ile açıklayamayacağını apaçık idrak etmişti. Le Deserteur (Asker Kaçağı) şarkısı, bu dönemin gayet politik gayet angaje bir dışavurumudur.

Aslında Boris Vian’ın “Özgürlük Paradoksu”, “Matematik Ahlak Sözleşmesi” , “Ekonomik Mutluluk Sözleşmesi” gibi bölümler ekleyerek geliştirdiği, uzun yıllar üzerinde çalıştığı ve bu çalışmalardan asla pişmanlık duymadığı Yurttaşlık Sözleşmesi projesini bitirmemesine şaşırmamak lazım. Netice itibariyle Vian, patafizikçiydi ve onun için kelimeler her şey değildi. Oluşturulan düşüncenin temeline inebilmekti aslolan ve formüle edilemeyen şey vicdandı. Kalbinin sesinden ayıramadığı vicdanı ile şöyle demişti:

“Bana gelince, Seine’deki kâğıt fabrikalarının buhar kazanlarının öküz kadar değer verilmeyen Araplara temizlettirildiğini bildiğim sürece, bırak rahat uyumayı, nefes bile alamıyorum.”

Kategoriler

Şapgir