‘Kederim benim kalemdir’

Felsefe hem merak hem endişe uyandıran yapısıyla insanlık tarihi boyunca en ilgi çekici alanlardan biri oldu. Felsefecilerin yönelttiği sorular bir yandan zihin ve ruh ufkunu, hayatı yaşama biçimlerini genileştirken, diğer yandan da kurulu düzen ve iktidarın, her türlü tahakkümcü sistemin düşmanı olarak bilindi, korkuldu.

KARİN KARAKAŞLI

Felsefe hem merak hem endişe uyandıran yapısıyla insanlık tarihi boyunca en ilgi çekici alanlardan biri oldu. Felsefecilerin yönelttiği sorular bir yandan zihin ve ruh ufkunu, hayatı yaşama biçimlerini genileştirken, diğer yandan da kurulu düzen ve iktidarın, her türlü tahakkümcü sistemin düşmanı olarak bilindi, korkuldu. Felsefenin bilmek ve inanmak edimlerine dair sorgulamaları ise öteden beri en tehditkâr yönlerinden biri kabul edildi. Danimarkalı yazar ve teolog Sören Kierkegaard, katı bir Protestan dini eğitiminin ardından inancın özü açısından öznel olduğunu savunan felsefesiyle korkulu rüyaların en büyüğüne dönüştü. Savunduğu düşüncelerin özgünlüğü ve zamanın önünde giden ruhu kadar kıvrak dili ve çarpıcı imgeleriyle de dikkat çeken bu sıradışı felsefeciyi özel bir kıtabıyla daha Türkçede tatma şansımız var. Pinhan Yayınları’ndan çıkan  ‘Aforizmalar’, aynı zamanda ‘Korku ve Titreme’ ile devam edecek bir Kierkegaard dizisinin de müjdecisi.

Hepimizden bir parça

Danca aslından Nur Beier tarafından çevrilen ‘Aforizmalar’, yazarın ‘Enten-Eller-Et Livs Fragment’ (Ya-Ya da-Bir Hayat Kırıntısı) başlıklı kitabının Diapsalmata adlı önsözünden derlenmiş. Farklı isimler ve kimliklerle oyunlar kurmayı seven Kierkegaard bu kitabında da biri estet diğeri etikçi iki yazar karakteri yaratarak varoluşu, farklı seçenekler üzerinden sorguluyor. Elimizdeki kitap, can sıkıntısına teslim olmuş, kimi zaman hayatın estetik yanlarından, sanattan haz duyarak uyanan ama ardından yine derin kederine teslim olan estet yazarının elinden çıkan parçası.

Can sıkıntısına koşut olarak, upuzun akan bir metin yerine, biçim olarak vecizeler (aforizmalar) ile günlük notlarını tercih eden Kierkegaard’ı bugün halen vazgeçilmez kılan özelliği, eserin başına kapsamlı bir önsöz yazan Nur Beier şöyle ifade etmiş: “ Sören Kierkegaard’ın ‘Enten-Eller’i, hayatın derin varoluçu soru(n)larından birine; insanın, özde olduğu şey, yani insan olmada karşılaştığı zorluklara odaklanmış olması, ona evrensellik bir boyut kazandırıyor. Enten-Eller’deki tüm karakterler sırf kendi zamanlarının insanını değil, 21. yüzyılın ve tüm zamanların insanını da temsil edebiliyor; zira anlatının hamuru, ‘insan olarak insanoğlu’. Modern insanın içindeki fırtınaları, kendisi ve dış dünyası karşısındaki varoluşsal sorunlarını görüyoruz onlarda, ve hepsinden hepimizde bir parça var.”

‘Aforizmalar’daki ben anlatıcı, kendi kendiyle giriştiği hesaplaşmada kuyularına düşen, dehlizlerinde kaybolan bedbaht bir birey. “İnsan yalnız başkalarına karşı değil, kendine karşı da akıl ermez olabilmeli. Kendimi inceliyorum; bundan yorulunca, zaman öldürmek için bir sigara yakıyorum ve düşünüyorum; Tanrı bilir, Yaradanım benimle ne demek istedi, veyahut benden ne ortaya çıkaracak, diye düşünüyorum” diyen anlatıcı, haz duygusunun oyalanışına sığınsa da kemirgen can sıkıntısından asla kurtulamıyor.

Kierkegaard’ın esteti aynı zamanda müzmin kederine sevdalı çünkü bu keder yegâne kaçışı, bir an için de olsa hakikatine yaklaşmaya imkân veren lanetli bir servet. Kaçak güreşen estet asla hakikate tamamen eremeyecek besbelli ama diğer insanlara arasına bir tül çeken keder, en azından arayışında ona kılavuzluk edecek. “Tek bir dostum var, Echo; niçin mi dostum?Çünkü kederime sevdalıyım, ve o bunu benden almıyor. Tek bir sırdaşım var, gecenin suskunluğu; niçin mi sırdaşım? Çünkü susuyor” demesi bundan.

Kederini bir ortaçağ şatosuna, bir kartal yuvasına benzeten estet, gerçekliğin içine uçup avladığı ve evine getirdiği şeyi şöyle betimlemiş: “Bu av, bir resim; ve onu şatomun duvarlarındaki goblenlere işliyorum. Ve sonra bir ölü gibi yaşıyorum. Yaşanılmış olanların topyekûn içine dalıyorum, unutuluşun başlangıcından hatıraların sonsuzluğuna dek. Orada ihtiyar, kır saçlı bir adam gibi, düşünceler içinde oturuyorum ve resimleri anlatıyorum alçak sesle, neredeyse fısıldar gibi, ve yanıbaşımda küçücük bir çocuk, oturmuş beni dinliyor, daha ben anlatmadan hatırlasa bile herşeyi.”

Bitmeyen bir gençlik rüyası

Estet inziva dönemlerinde hayatın seslerini adeta gaipten duyuyor ve zamanı geçmişi ve geleceği de buluşturan yekpare bir şimdi olarak çizgisel değil döngüsel boyutta yaşıyor. “Gençlik nedir? Bir rüya. Aşk nedir? Rüyanın mayası” deyip muzipçe ekliyor: “İnsanlar ne mantıksız oluyor. Sahip oldukları özgürlükleri hiç kullanmıyorlar da, sahip olmadıklarında ayak diriyorlar, düşüncede özgürlükleri var, onlar ifade özgürlüğünde diretiyor.”

Sören Kierkegaard’ın 30. yaş günü münasebetiyle 20 Şubat 1843’te yayımlanmış eserde, gençliğin büyüsü saklı. Ama bu genç, anlamı yitirdiğinde ihtiyarlaşmayı da bilen bir çocuk bilge. Kahkahanın tekdüzeliğine sığınan ve sonra yorganın altından çıkmayan bir çağdaş ölümlü. Ayrıntılı dipnotlardan da anlaşılacağı üzere Kierkegaard, Eski Ahit başta olmak üzere dini kaynaklara ve mitolojiye bolca göndermede bulunup insanın serüvenine konuk ediyor bizleri. Bu yolculuğa cesaret edenler kendi içinde yolunu kaybetmenin, çıkışsız kalmanın ve keçi yoluna tırmanmanın ne demeye geleceğini bilecek. Bu bilgi için çok şeyi göze almaya değer.

Aforizmalar
S. Kierkegaaard
Çeviri: Nur Beier
Pinhan Yayıncılık
66 sayfa.

 

Kategoriler

Kitap ԳԻՐՔ