Herkes güzel, Sevan çirkin!

Hatice Aytekin, 2 Ocak’ta hapse giren Sevan Nişanyan’ın ifade özgürlüğü üzerine yazdı: “Konuşturmadınız ki, söyledikleri doğru mu yanlış mı nerden bileceksiniz!”

HATİCE AYTEKİN

İslam dünyasının yıllardır seyretmeye doyamadığı bir film vardır. Bugüne kadar İslamiyet adına çekilen seyretmeye değer birkaç filmden biridir. Mustafa Akkad’ın yapımcı ve yönetmenliğini üstlendiği 1977 yılı yapımı Çağrı filmi. Yıllar boyunca benim de ara ara dönüp seyrettiğim bir film oldu Çağrı.

 O filmin öyle bir sahnesi vardır ki, her seyredişimde ağlardım. Müslümanlar otuz kişi oldukları zaman inançlarını artık gizlememeleri, ilan etmeleri emredilir ve otuz kişilik Müslüman grup, Kâbe’yi tekbirlerle tavaf etmeye giderler. Kol kola girmiş bu ilk Müslümanlar, taş ve hakaret yağmuru altında Kâbe’ye ulaştığında Mekke ahalisi onları linç etmeye çalışır. Yara bere içindeki topluluk tam katliama maruz kalacakken uzaktan atıyla henüz Müslüman olmayan peygamberin amcası Hamza yetişir. Hamza rolündeki Anthony Quinn’ in o sahnede öyle bir gelişi vardır ki, nefes keser. Bizim öfkeden çılgına dönmüş Mekke ahalisine dertleri neymiş sorar. İlahlarımıza (kutsallarımıza) dil uzatıyor, şöyle terbiyesiz, böyle sahtekâr senin Muhammed’in derler. Elinin tersiyle bir güzel yapıştırıverir ona saldıranlardan bir tanesine Hamza.

“Konuşturmadınız ki, konuşturmadan hangisi gerçek hangisi yalan bilinemez!” der Hamza. Yüreklerimize suların serpildiği andır…

Yaklaşık bir buçuk sene önce gündeme gelen nefret suçları yasası ile ilgili olarak Sevan Nişanyan da kendi bloguna yazdığı bir yazıyla bu topluma bir şeyler söylemek istedi. (1) Bence son derece önemli bir makale ile toplumu ifade özgürlüğünün kısıtlanması tehlikesine karşı uyarmaya çalıştı. Makalenin içerisinden cımbızlanan bir paragrafın basında patlatılması sureti ile yaşadığı ‘linç süreci’ de böylece başlamış oldu.

Kendi Facebook hesabında yayınladığı makalenin ardından binlerce sinkaflı hakaret mesajı yağdı. Sayısız tehdit aldı. Kitaplarını bastıracak yayınevi bulamaz, hiçbir gazete köşesinde yer verilmez oldu. Mutedil yazarlarca kınandı. Yaptığının ayıp olduğu, doğru olmadığı defalarca irdelendi. (Kabarama kel Fatma. Herkes güzel, Sevan çirkin!)

Nişanyan bu uslanır mı? Sözünü söyleyecek kanalları yine yarattı. Binlerce takipçisi olan blog hesabından, Facebook adresinden art arda gelen makaleleriyle ‘uslanmayacağını’ gösterdi. Hakkında İslam inancına hakaret etmekten dava açıldı, yine susmadı.

O şimdi ‘sözde’ imar mevzuatına karşı gelmekten cezaevinde. Sizler ne düşünürsünüz bilmem ama sanırım bu ülkede kendi arazisine 60 metrekarelik taş ev yaptığı için 4 yıl hapis cezası almış başka bir insan yoktur.

Pek çok insan dini, ideolojik, feminen ‘kutsallara’ dil uzatmayı adet edinmiş bu adamın cezaevine girmesine sevinebilir. Sevinen sevinsin, ben kendi adıma hiç sevinmedim! Yıllarca Hamza’nın “Konuşturmadınız ki, konuşturmadan hangisi gerçek hangisi yalan bilinemez” repliğinin geçtiği sahneyi burnumu çeke çeke izleyen bir insan olarak, bugüne kadar inandığım hayat felsefesine bütün bu yaşananları bir saldırı olarak gördüm.

Kendisine “Ay ama öyle deme kalplerini/kalplerimizi kırma” diyen pek sevgili yazar-çizer, yazmaz-konuşur dostlar… Hassas Başbakan, necip milletim, adaleti tartışıl(a)maz mahkemelerim, mutedil kalem erbabım, güzel ümmetim ve dahi her kimseniz artık…

Benim neyi okuyup neyi okumayacağıma, neyin benim için zararlı, neyin yararlı olduğuna karar verme hakkını nerden buluyorsunuz? Bazılarınızın hiç de canını acıtmayan fikirlerle karşılaştığımda, benim okuduklarımı kaldıramayacağıma, sükûnetle kendi argümanlarımı geliştiremeyecek bir barbar olduğuma nasıl hükmettiniz? Beni ne hakla ‘İslâmiyet’i korumak’ maskesi altında aşağılıyorsunuz? Birey olarak farklı fikirleri işitme ve muhakeme ederek doğruyu yanlışı seçme hakkımı gasp ettiğinizin farkında mısınız?

Bir zahmet artık rahat bırakın da bu adam konuşsun, makalelerini, kitaplarını özgürce yazsın, Şirince’de yarattığı idealist dünyayı kurmaya devam etsin. Nezaketinizle, küfürlerinizle, tehditlerinizle, mahkemelerinizle, açık-örtülü sansürlerinizle elini, kolunu, ağzını bağlamaya çalışmaktan vazgeçin. Simleriniz, pullarınız dökülmez. Cehennem ateşlerinde yanmazsınız!

En fazla Matematik Köyü, Felsefe Köyü ve Tiyatro Medresesi gibi birkaç tane daha ufuk açan, ülkenin gençlerine hayaller sunan eserler imar eder. Zeytinburnu’na “onaltıdokuz” gökdelenleri konduracak değil ya!

Belki Etimoloji Sözlüğü, Türkiye Yer Adları projesi, Yanlış Cumhuriyet, Küçük Oteller kitabı gibi birkaç başucu kitabı daha yazar. Arada bir de ‘kızdıracak’ bir iki makale atar önümüze, duramaz tabi. Sınırları zorlar. İyi de fena mı? Tahammül sınırlarının yükselmesi, bu ülkede arada bir hortlayan başka cehennem ateşlerinin alevlenmesine engel olur.

Hem konuşturmadınız ki, söyledikleri doğru mu yanlış mı nerden bileceksiniz!

Not: Ha, bunları neden Agos’tan dile getiriyorsun, mütedeyyin insanların okuduğu gazetelerden değil derseniz, ne bileyim ben. Bilsem de, kolumu kırar söylemezdim zaten J

(1) http://nisanyan1.blogspot.com/2012/09/nefret-suclaryla-mucadele-etmeli.html

Kategoriler

Şapgir