Ermeniler ve Azeriler arasında düşmanlık kader değil

Her şeye rağmen, barışa inanan ve bunun için çalışan insanlar da var. Gerard Libaridian, Xaqani Hass, Gevorg Ter Gabrielyan, Azer Cirttan Mamedov barış için yazdılar.

FATİH GÖKHAN DİLER
fgdiler@agos.com.tr

Karabağ savaşının öncesi ve sonrasıyla en karanlık sayfalarından biri,  26 Şubat 1992’de yaşanan Hocalı katliamıydı. Yüzlerce Azeri sivilin kurban edildiği bu acı olay, pek çok Azerbaycanlının zihninde Ermenilerin uzlaşılamaz düşmanlar olduğunun kanıtı haline geldi. Aliyev rejimi, bekasını sağlamak için Hocalı’nın masum kurbanlarını propaganda malzemesi yapmakta kaçınmadı. Ermenistanlılar da Hocalı’dan söz edilmesinden hazzetmiyor, buna karşılık Sumgayit ve diğer kentlerde Ermenilerin öldürüldüğü olayları gündemde tutmaya çalışıyor.

Bundan iki yıl önce İstanbul Taksim Meydanı’nda düzenlenen ve adeta bir toplu histeriye dönüşen hükümet destekli Hocalı mitingi ise, Ermeniler ve Azeriler arasındaki gerilimin Türkiye topraklarına ithal edildiği en çarpıcı olay oldu. Türkiye kamuoyunun büyük çoğunluğu da, Ermeniler ve Azeriler arasında barışın nasıl sağlanabileceği sorusuna kafa yormaktan ziyade, Karabağ sorununda Ermeniler hakkındaki önyargılarının onayını buluyor.

Oysa 1990’lı yıllara kadar Ermeniler ve Azeriler, tarihi Kafkasya topraklarında yan yana ve çoğu zaman barış içinde yaşayan, ortak kültürel değerlere sahip iki komşu halktı. Sovyet dönemi çoğulculuğunun da yardımıyla, iki halk arasında sıkı bağlar ve köprüler kuruluydu. Ermenistan’da çok sayıda Azeri, Azerbaycan’da ise çok sayıda Ermeni yaşıyordu. Bugün iki toplum da daha homojen, daha “milli” hale gelmiş durumda. Ne var ki, Ermenistan Azerilerinden, Azerbaycan Ermenilerinden yoksun kaldı, grileşti, eksildi. Barış umudu ise Kaf dağının ardında adeta.

Her şeye rağmen, barışa inanan, güneşli bir gelecek hayalini yitirmeyen ve bunun için çalışan insanlar da var. Akademisyen, Gerard Libaridian gibi, Ermenilerin kendi yaptıkları zulmü kabul etmek olgunluğunu göstermesi gerektiğini söyleyenler; şair ve yazar Xaqani Hass gibi savaşın Ermeni ya da Azeri ayırmadığını, ölenlerin nihayetinde insan olduğu temel gerçeğini hatırlatanlar; aktivist Gevorg Ter Gabrielyan gibi Hocalı’da ölenler için Azerbaycanlılara taziyelerini sunanlar; müzisyen Azer Cirttan Mamedov gibi nefretimizi barış ışığında söndürme çağrısında bulunanlar var. İki halka barışı ve kardeşliği yeniden hatırlatmak için çalışan genç sivil toplum kuruluşları.


Gelin eşitliği ölümlerde değil yaşamda kuralım

XAQANİ HASS (Şair-Yazar)

Hiçbir neden hiçbir savaşı haklı çıkaramayacağı gibi, hiçbir olgu da Karabağ savaşını haklı çıkaramaz. Bu iki ülke arasındaki sürekli gerilimden, bu soğuk savaş durumundan faydalanan Ermeni ve Azeri halkları değildir. Halklar o savaşın ızdırabını günümüzde bile atlatabilmiş değildir. Bu savaş psikolojisi, gerek Ermenistan’ın gerekse Azerbaycan’ın devlet yönetimince sürekli canlı tutulmaktadır.

Her iki tarafın siyasal iktidarı bu savaşı kendini meşrulaştırma, kendi iktidarının sürekliliğini sağlama aracı, hem iç siyasette hem de dış politikada sıkı bir propaganda malzemesi haline getirmişlerdir. Hatta iki ülke de dış politikasını neredeyse tamamen Karabağ çatışması üzerine kurmuştur. Her iki ülke adına Avrupa’da ve ABD’de yürütülen lobicilik faaliyetleri başka da bir şey değildir; Ermeni karşıtlığını başlıca amaç edinmiş Türk-Azeri lobiciliği ve aynı mantıkla Türk-Azeri karşıtlığı üzerine kurulu Ermeni lobiciliği. İşte bu şekilde Kafkasya’nın iki güzel halkı birbirine düşman kılınmakta; bu nefret, bu yok etme dürtüsü propaganda araçlarıyla, saldırgan tutumlar ve söylemlerle sürekli yeniden üretilmektedir.

 Ermenistan’ın eski Cumhurbaşkanı Robert Koçaryan Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi nezdinde uluslararası bir konferansta, Karabağ Ermenisi olduğunu, Karabağ savaşında Azerilere karşı yiğitçe savaşmış olduğunu ve bundan gurur duyduğunu, gerekirse yine savaşacağını ifade ederken; aynı şekilde, savaşın ve çatışmanın olmadığı, NATO nezdinde bir eğitim programı sırasında, bir Ermeni askerini uyurken boğazlayan Ramil Safarov Azerbaycan devletince “ulusal kahraman” nişanı ile ödüllendirilirken sustuk, sustunuz. Oysa işte bu şekilde tekrar tekrar atılıyor nefret tohumları Kafkasya topraklarına.

Bu söylem ve propaganda yöntemi Koçaryan’ı 10 yıl iktidarda tutmuştur; bu söylem ve bu propaganda Aliyev ailesini tam 20 yıldır iktidarda tutmaktadır. Serj Sarkisyan’ın da en az 10 yıl iktidarda kalmasını sağlayacaktır bu söylem.  Yine Azerbaycan’ın önemli yazarlarından Ekrem Eylisli yazdığı bir romanda iki halkın acısına eşit mesafeden bakabildiği için evinin önünde toplanan saldırgan-faşist gençler tarafından kitapları yakılıp, kendisi görülmedik bir baskı ve hakarete, hatta linç girişimine maruz kaldığında; ama aynı şekilde Ermenistan’lı yönetmen Georgi Vanyan Ermenistan’da “Azerbaycan Filmleri Festivali” organize etti diye linç edilmek istenip, saldırgan-faşist zihniyetli gençlerce küfür olarak kendisine toplu halde “Azeri Vanyan” diye bağırıldığında ve filmlerin gösterimi vahşice yöntemlerle engellendiğinde; yine Ermenistan’lı yazar Luiza Pogosyan’ın Azeri bir esirin haklarını savunması üzerine kendi devleti ve toplumunca büyük baskılara maruz kaldığında sustuk, sustunuz. İşte bu nedenle bir türlü atamıyoruz barış tohumlarını.

Savaşın içinden bir fotoğrafa; örneğin bir toplama kampındaki kadınları, bir kitlesel kıyımı, bombalanmış bir evdeki ölü bedenleri, topluca katledilmiş çocukları yansıtan bir fotoğrafa baktığımızda aynı duyguları hissedip hissetmediğimizdir mesele. Aynı fotoğrafta aynı acıyı, başkalarının acısını anlamak ve hissetmek, o acıya derinden bakmaktır mesele. Ve aynı sözcüklerle, gerçekten tam da aynı sözcüklerle tepki göstermek, aynı “dil” ile karşı çıkmak sonunu getirir savaşın.

Sumgayıt’ta evlerine girilip çocukları ve annesi öldürülen bir Ermeni ailesini veya yakılıp yıkılmış bir Ermeni evini gösteren bir fotoğrafa ya da Hocalı’da katledilen Azeri çocukların cansız bedenlerini gözler önüne seren bir fotoğrafa baktığımızda şöyle diyelim: Savaş vahşiliktir, savaş barbarlıktır, savaş tiksinçtir, savaş halkların çaresizliğidir. Savaş yersiz yurtsuzlaştırır, savaş halkların belleğinde onanmaz yaralar açar. Yakıp yıkar savaş, parçalar, yok eder.

Şöyle demeliyiz birbirimize: Biz sizinle aynı ölü bedenleri, aynı yıkılmış evleri, aynı boğazlanmış sivil insanları görüyoruz. Acılarımızı yarıştırmayalım, eşitliği ölümde ve ölülerimiz arasında değil, yaşamda kuralım; acılarımızı eşitlemeyelim. “Bizim ölülerimize karşı sizin ölüleriniz” demeyelim, “siz şu kadar öldürdünüz biz de bu kadar” demeyelim.

Bunları savaşa tanık olan, o dönemin bir insanı olarak söylüyorum. Evet, savaş kuşağındanım ben. Karabağ savaşı patlak verdiğinde 16 yaşında, ilk gençlik çağımdaydım. Yaşamımın en güzel çağı çok karmaşık, acı dolu, çok kötü bir döneme denk gelmişti: 1980’lerin sonu, 90’ların başı. Dostlarımızı, akrabalarımızı, yakınlarımızı kaybettik, lise arkadaşlarımızı, üniversiteden arkadaşlarımızı yitirdik. Her an savaştaki ağabeyimin ölüm haberini alacağım diye endişelendiğim, uyku tutmaz geceler, bitmeyen günler…

Bahçe kapısının ağzında oturup savaştan dönecek oğlunu bekleyen anne gördüm; kapı zili her çaldığında irkilen, oğlu gelmiştir diye heyecandan bayılan anne de gördüm; bacağını savaşta yitiren yakınım oldu, mahallede birlikte büyüdüğümüz çocukluk arkadaşım 19 yaşında vuruldu; yüzünün neredeyse yarısını savaşta kaybeden, çenesinden yoksun kalmış bir dostumun ömrünün sonuna kadar küçük bir boru yardımıyla yemek yemesine tanık oldum. O manzarayı hiç unutamıyorum. Savaştan dönen bir askerin kesip yanında taşıdığı bir Ermeni kulağını gururla herkese gösterdiğini de gördüm. Canlarını kurtarmak için kaçan kadın ve çocukların, göçe zorlanmış ailelerin kış ortasında eski ve delik deşik tren vagonlarında yaşadığını, sırtı buza/kara değmesin diye battaniyeye sarınmış çocuğunu bir ağacın dalları arasında uyutan baba gördüm.

Yıllar sonra Bakü’de üniversitede asistan-öğretim görevlisi iken gencecik öğrencilerden birinin dudağındaki kocaman yarık dikkatimi çekmişti; sorduğumda Ermenistan’dan kovulan ailelerden olduğunu, çocukken karda kışta dağlardan aşarak göç etmek zorunda kaldıklarını, o sırada dudağının donup patladığını ve bu kalıcı kocaman yarığın oluştuğunu söylemişti. O göç, o yerinden yurdundan olma; köyünden, kasabasından, mahallesinden kovulma çocuğun alt dudağında bir yarık olarak somutlaşmıştı. Sumgayit’tan, Bakü’den kovulan onca Ermeni ailesi de kuşkusuz aynı acıları yaşamıştır. Göç, ölüm kadar acı, ama daha trajik bir olgudur. Zorunlu göç, insanın her şeyden önce gerçek ana yurdundan – yani çocukluğundan koparılmasıdır.

Şiirlerime, yazılarıma yansımıştır hep o dönemin acıları, çaresizlikleri. Ruhumda taşıyorum çünkü, ve ömrümün sonuna kadar taşıyacağım bu yaraları.

Savaş insanı parçalar. Bunu bilmeyen, hissetmeyen kuşaklar yetiştirilmektedir. Her iki ülkede de medya, devlet organlarının baskısı, hatta ders kitapları yoluyla halkın çoğunluğu adeta sihirli bir şekilde manipüle edilmektedir. “Şehit edebiyatı” ile büyütülen bir kuşak var şimdi. Oysa şunu gerçekten kavrayamıyorlar: Savaşta ölen genç bir adam devletin gözünde şehittir, belli dünya görüşüne sahip olanların, belki toplumun çoğunluğunu ve savaş çığırtkanlarının gözünde şehittir; ama asla annesinin gözünde o genç adam “şehit” değildir, oğlu ölmüştür, o güzel oğlunu bir daha göremeyecek, bir daha ona dokunamayacaktır. İdeolojik bir kavram “şehit” ya da “şehadet”. Bir anneye göre oğlu şehit olmuyordur, gereksizce ölüyordur, hiçbir sebep yokken. Peki oğlunun geri kalan gömleğini, geçmişte keyifle ütülediği pantolonunu ne yapacaktır o anne?!   


Ermeni ya da Azeri, ninelerin ve çocukların yaşadığı acı aynıdır

JİRAYR LIBARIDIAN

Bir Ermeni için Hocalı üzerine yazmak çok zor. Çünkü Hocalı Ermenilerin başkalarına, bu örnekte Azerilere, yapmakla suçlandığı zulmü temsil ediyor. Ermeniler kurban eden olmaya alışık değiller, kurban olma durumu bizim daha çok karşılaştığımız bir durum. O dönem,  Ermenistan Cumhurbaşkanı'nın danışmanı olarak hükümetinin bir parçası olmama rağmen, 1992’de Hocalı’da tam olarak ne oldu bilmiyorum. Ermeniler hala bu konuda konuşmuyorlar. Azeri tarafındaysa ciddi bir çalışma konusu olmak yerine daha çok bir propaganda aracı, dolayısıyla güvenilir değil.

1999 ve 2000’de, kitabım için Bakü ve Yerevan’da, Ermeni ve Azeri yetkililerle röportajlar yaparken, Azeri yetkililer Sumgait'i ve Azerilerin yaptığı diğer zalimlikleri reddetti, Ermenilerse Hocalı’yı görmezden geldiler. Umuyorum ki bir gün araştırmacılar, olaya dahil olan tüm tarafların birlikte çalışmasıyla tam olarak ne yaşandığını açığa çıkaracaklar.

Ne olursa olsun, Karabağ’da Azeri siviller Ermeni birlikleri tarafından öldürüldü ve sakat bırakıldı ve kabul edilemez şeyler yaşandı. Ermeniler bu yaşananları tıpkı Azeriler Sumgait, Bakü veya diğer Azeri şehirlerinde Ermeni sivillere yapılanları inkar ediyorsa, o şekilde inkar ediyor. Şayet Azeriler, Sumgait ve diğer Azeri şehirlerinde Ermeniler’e yapılanları anlayabilselerdi bu çok yerinde olurdu. Fakat Ermenilerin, kendileri tarafında yapılmış olan bir zulmü kabul etmesi, Azerilerin, Ermenilere yaptığı zulmü kabul etmesine bağlı olmamalı. Biliyoruz ki çatışma hala çözülemedi ve sözde bir uzlaşma süreci var. Fakat insanların acı çekmesi sanki alışverişteymişcesine bir pazarlık konusu olmamalı. Bu bizim hangi değerleri benimsediğimizin ve kendi tarihimizi göz önünde tutarak başkalarının hangi değerleri benimsemelerini istediğimizin konusu olmalı.

Şayet Hocalı bir karşılık verme olarak tanımlanabilirse, sivillere yapılan her şey karşılık verme olarak açıklanabilir. Eğer yaptığımız daha küçük bir katliamı – ama yine de bir katliam – kabul etmezken, nasıl bir yandan Ermenilere yapılan büyük bir katliamın kabul edilmesini bekleyebiliriz?

Savaş boyunca sivil halka yaşattığımız trajediyle 1991'deki anlaşmazlığın bariz bir şekilde Azerbaycan ve Sovyet hükümetleri tarafından militarize edilmesindeki sorumluluğu birbirinden ayırmalıyız.

Karabağdaki Ermeni güçleri Azeri hava güçlerinin bombardımanına ve sivilleri hedef almasına karşı kendi insanlarını korumak için Hocalı’da ve diğer yerlerde askeri müdaheleler düzenlediler. Daha önce de açıkça söylediğim gibi, torununun elini tutarak evini terk etmek zorunda kalan nine, sırf Azeri olduğu için daha mı az nine ya da torun daha mı az torun? Bu siviller nasıl daha önce Azerilerin yaptığı etnik temizlik girişimleri yüzünden Karabağ’daki köylerini terk etmek zorunda kalan Ermenilerden farklı olabilirler? Esasında, nasıl 1915’te büyükannesinin elinden tutarak Osmanlı topraklarındaki kasabasından ayrılmak zorunda bırakılan benim büyükannemin hikayesinden farklı olabilirler? Hepsi önce büyükanneler ve torunlar.

İnsani ve ailevi olarak düşünürsek, mesele büyük siyaset olmamalı. Biz birbirimizin insanlığının farkına varana kadar, o görkemli büyük siyaset çözüme bir katkı sağlamayacak. Hepsinden öte, siyasetin, stratejilerin ve hatta savaşların amacı yalnızca bir ülkenin kendi insanları için güvenli bir alan yaratması olmamalı, çünkü komşularının güvenliğini sağlamayan hiçbir düşünce gerçekten güvenli ve kalıcı olmayacaktır. Sürekli bir savaş tehdidi altında yaşamak mı istiyoruz, yoksa bir yol mu bulmak istiyoruz, karar vermemiz gerekiyor. Barışa bir şans vermeden, sürekli en beter korkularımıza dayanan ve diğerlerinin en beter korkularını besler bir şekilde siyaset yapmayı sürdüremeyiz.

Doğru olanı yapmak, tüm büyükanne ve torunların güvenliğini sağlamak için yollar bulmak anlamına geliyor. Aksi halde, tüm sloganlarımız, tüm değerlerimiz – hukuki, uluslararası, etik, tarihsel, siyasi ve diğer – en iyi ihtimalle anlamsız olur, en kötü ihtimalleyse ileride yaşanacak felaketler için iyi bir yöntem ve tarif olur.


Nefretimizi ortak geleceğin ışığında söndürelim

Azer Cirttan Mamedov

Karabağ doğumlu Azeri müzisyen ve şarkıcı

Hocalı faciası Ermenistan'la Azerbaycan arasında, senelerdir devam eden savaşın en karanlık sayfası. Savaş hiçbir tarafa kazanç getirmez, savaşta kazanan olmaz, kaybedenlerse acı hatıralarla yoğrulmuş bizleriz. Umut ediyorum ki bir gün birbirimizin acısını anlar, hatalarımızı kabul eder ve coğrafyamıza barışı geri getirebiliriz. Buna herkesten çok bizlerin, ortak tarihi, kültürü ve ananeleri olan komşuların ihtiyacı var. Hocalı hem Azerbaycanlılar hem Ermenistanlılar için çok büyük bir derstir. Bu acı dersin bir daha tekrarlanmaması için nefretimizi ortak geleceğimizin ışığında söndürmemiz gerekiyor.


Hocalı’da olanlar için taziyelerimi sunuyorum

Gevorg Ter-Gabrielyan

Avrasya İşbirliği Vakfı Başkanı

Hocalı’da olanlar için tüm Azerbaycan’a taziyelerimi sunuyorum. Katliamlara ve soykırımlara maruz kalmış tüm halklara taziyelerimi sunuyorum. Ne yazık ki, Ermenilerin hem Türkler hem de Azerilerle  arasındaki ortak tarih pek çok karanlık sayfa içeriyor. Aynı zamanda, iyi niyetli tüm insanlar bunu anlayacak, geçmişteki adaletsizikleri görecek ve devletlerini ve toplumlarını, birbirleriyle mutabakata varabilmek için etkilemeye çalışacak. Ermenilerin ve Azerilerin olabildiğince çabuk barışabilmesini diliyorum. Hocalı’da, Sumgait’de, Kirovabad’daki gibi olayların ya da bu ülkelerdeki bazı güçler tarafından savaş propagandası olarak kullanılan ve nefret yayarak uzlaşmayı imkansızlaştıran Ermeni Soykırımı gibi olayların olmamasını diliyorum. Kendi açımdan baktığımda, Ermeniler ve Türkler, Ermeniler ve Azeriler arasında uzlaşma olması için uzun yıllar boyunca  çalıştım ve hala çalışıyorum. Aralarında diyalog kurmaya ve iki  taraftan da iyi niyetli insanlar arasında bağlantı kurmaya çalışıyorum. Ben bunu yapmaya devam edeceğim, iyi niyetli tüm insanlara da bu zor uğraşa katkıda bulunmaları için çağrı yapıyorum.


Ermenistan doğumlu Azeri bakan Mustafayev

Azerbaycan İktisadi Kalkınma Bakanı Şahin Mustafayev Ermenistan'ın Noyemberyan bölgesi, Djudjevan Köyü'nde dünyaya geldi ve ailesi bu köyün tek Azeri sakinleriydi. Şahin Mustafayev ilk ve orta öğrenimini yerel Ermeni okulunda aldıktan sonra Yerevan Ekonomi Enstitüsü'nde yüksek öğrenimine devam etti. Ermenistan’dan yayın yapan internet sitesi Civilnet için hazırlanan bir haber videosuna göre, hem Şahin Mustafayev'in hem ailesinin Djudjevan köyündeki güzel anıları hatırlanmaya devam ediyor.

Mustafayev'in eski öğretmeni Valerik Vardanyan, “Köyde saygı duyulan bir aileydi, buradan ayrılıp gideceklerini, bir gün 'düşman' olarak adlandırılcağımızı hiçbir zaman aklımıza getirmedik” derken, bir başka öğretmeniyse “Şahin Vanadzor'dan bir kıza aşık oldu ve onunla evlenmek istedi. Annesine Ermeni gelini kabul edecek misin diye soruduğumuzda, bunda bir sorun görmediklerini söylemişti” diyor.

Ortaokul ve üniversiteden sınıf arkadaşı Garnik Babajanyan'sa “Çok azimli, çalışkan ve arkadaş canlısıydı. Ailesi diğer Azerbaycanlı aileler gibi oldukça konukseverdi” şeklinde konuşuyor.

Mustafayev'le aynı okuldan mezun olan CivilNet muhabiri Tatul Hakobyan'sa şöyle bitiriyor: “Bu hikaye tamamlanmış değil. Şahin Mustafayev 1990'da Azerbaycan'a gitti. Orada, Ermenistan'la Azerbaycan'ı bir gölet birbirinden ayırıyor. Bir tarafta Ermeni Berkaber diğer tarafta Azeri Mazam köyleri. Şahin'in Ermenistan’dan ayrılıp bir bakan olmasıysa bambaşka bir hikaye.”


Önyargıları aşmak için 3 girişim

Global Voices Online

İngiltere’den fotomuhabir Onnik Krikorian tarafından başlatılan 'Global Voices Online' projesi Azerbaycan ve Ermenistan'ın farklılıklarının ve barış mesajının sosyal medya aracılığı ile gösterilebileceğini kanıtladı. Krikorian’ın ‘Güney Kafkaslar'da olumsuz önyargıları aşmak’ adlı projesi gerçek hayatta kapalı olan sınırları sanal ortamda Facebook ve diğer sosyal medya mecraları sayesinde aşmayı hedefliyor.

Imagine

2007’de Ermeni Philip Gamaghelyan ve Azeri Jale Sultanlı, ‘Çatışma Çözümü için Imagine Merkezi’ni kurdu. Imagine, kâr amacı gütmeyen, siyaset dışı bir kurum, amacıysa Ermenistan ve Azerbaycan’dan genç kuşakların birbirileri hakkındaki olumsuz algı ve tutumlarını değiştirmek. Program, 2009’dan bu yana sosyal medya aracılığıyla çeşitli projeler yürütüyor. Bu projelerden ikisi Karabağ ve iki ülkenin ilişkileri üzerine yayın platformları üzerine oldu.

Peace Dialogue

Peacedialogue.com (Barış Diyalogu) sitesinin kurucusu Edgar Khachatryan girişimini şöyle anlatıyor: “Ne yazık ki, barış girişimleri Ermenistan, Karabağ ve de Azerbaycan başta olmak üzere bölgemizde popüler değil. Fakat gün be gün genç askerler hayatını kaybediyor. Dahası, çözülmeyen bu çatışma mevcut sosyal, ekonomik ve siyasi dinamikleri de etkiliyor. Bizim girişimimiz Ermenistan'da çatışmanın barışçıl çözümüne dair kamuoyu oluşturmaya çalışıyor. Bakü ve Stepanakert'te de işbirliği yaptığımız ortaklarımız var.”

Kategoriler

Güncel Gündem