Aşka ve yaşama dair bir güzelleme: İstanbul Kırmızısı

Engin Taşkaya, Ferzan Özpetek’in Can Yayınları’ndan çıkan, ‘aşkın ve yaşamın yakıcı varlığına bir güzelleme’ denebilecek, yazarın İstanbul’a dair izlenimlerinden ve eski günlerdeki yaşantılarından izler taşıyan kitabı “İstanbul Kırmızısı”nı şapgir için yazdı.

ENGİN TAŞKAYA

Bir yaşama en fazla kaç aşk, kaç sevgi sığdırılabilir? İnsan yaşamı bir tekrarı daha kaldıramayacak kadar kısa; en azından bunu öğrendik bizden önce yaşayanların hayaletlerinden. Bugün yaşıyor, seviyor ve hissediyorken; bugün yaşamak, sevmek ve hissetmek için fırsatımız varken bunları yapmıyorsak, bilmeliyiz ki bu anların hiçbirinin telafisi yok. Yüreklerimizi acıtsa da, tenimizi yaksa da sevmek ve âşık olmak için hiçbir fırsatı kaçırmamalıyız. Bu yüzden, tekrarı olmayacak anların ve aşkın -ki hiçbir şey ondan daha önemli değildir- romanını yazıyor Ferzan Özpetek; kırmızının romanını yazıyor.

Romanda iki anlatıcı var; bir kadın ve bir adam. Kadının ismi Anna; adamın ise - birinci şahıs anlatı tekniğinden dolayı- yazarın kendisi olduğunu söyleyebiliriz. Belki de söylememeliyiz bunu ama gerçek olan başka bir şey var ki; kitap, yazarın İstanbul’a dair izlenimlerinden ve eski günlerdeki yaşantılarından izler taşıyor.

Kadın ve adamın uçakta bir anlığına kesişen yolları, anlatılacak hikâyenin başlangıcı oluyor. Belki her rastlantı, kaderin kesişen her yolu bizler için anlatacak bir hikâyedir de bilmiyor, çoğu şeyin farkına varamadığımız gibi bunun da farkına varamıyoruzdur. Bu yüzden sürekli, gittiğimiz her yerde bir şeyler arayıp duruyor ama bulamıyoruz. Gerçeğin farkına varmak kolay değildir. Şöyle diyor yazar: “Ötede sandığımız gerçek, çoğu zaman olduğumuz yerdedir ve ancak yüzleşme gücüne sahipsek bulabiliriz onu.” Yüzleşmek ve hayatın zorluklarını karşımıza almak için güç gerekir bize, cesaret gerekir. Ve yüzleşmek için ihtiyacımız olan gücü, cesareti verebilecek bir aşk gereklidir bize.

Yazar yaşamak ve âşık olmak için acı çekmeyi kabulleniyor. Acıtsa da yaşayacağım ve haykıracağım diyor. Aşkın ve yaşamın yakıcı varlığına bir güzelleme İstanbul Kırmızısı: “Yara izi bıraksa da dağlayıcı bir damganın daha iyi olduğunu öğrendim; kışı andıran bir yürektense bir yangın yeğdir.” Yürek kışı yaşarmışçasına boş bırakılmamalı. Karlar birikmemeli üzerinde. Anlatılması gereken çok öykü vardır insan yüreğinde, bu yüzden karların altında kalmamalı hiçbiri. Ve karlar altında kalan bu öyküler anlatılmazsa, anlam yükleyeceği hiçbir şeyi kalmaz insanın. Çünkü yazarın da dediği gibi; insanın öyküler anlattıkça hatalara, acılara, ölüme bir anlam yüklemesi mümkündür. İnsan bu yüzden yaşamalı. Yaşadıkça öyküler biriktirmeli. Öyküler biriktirdikçe anlatmalı. Ve anlattıkça yaşamın anlamını bulmalı. Yaşamın anlamı hayatın o saf ve temiz ışığındadır, ölümün karanlığında değil: “Bir insan yaşamaktan vazgeçtiğinde bunun asla açıklaması yoktur. Işık yerine karanlığı seçtiğinde.”

Roman ilerledikçe, Anna ve anlatıcı anlık karşılaşmalar yaşasalar da birbirlerine âşık olacak olanlar onlar değil. Bunu söylememeliydim belki. Belki de okuyucunun kendisi bulmalıydı bunu. Ama Ferzan Özpetek’in sinemasına aşina olanlar için ufak bir alıntı daha yapmak istiyorum: “Çünkü aşk cinsiyet ayırmaz: aşk seçer, işte o kadar.” Aşkın ne kadar başına buyruk, ne kadar kör olduğunu daha nasıl söyleyebiliriz ki?

Ferzan Özpetek, romanında kırmızıya birçok anlam yüklüyor. Yeri geliyor Gezi direnişinin güzelliğini kırmızılı kadına emanet ediyor, yeri geliyor yaşamı ve canlılığı bir narın sıkılırken akan kıpkırmızı sularına... Ve en sonunda aşkın ve yaşamın güzellemesi olan kırmızıyı bize emanet ediyor yazar; İstanbul Kırmızısı’nı...

Kategoriler

Şapgir