Mustafa Kemalci geldi hanımmm…

Ali Bedir, artık bir popüler kültür figürü de olan Mustafa Kemal’in ülkenin çeşitli siyasi kesimlerince kullanılan farklı görsellerini inceledi.

ALİ BEDİR
bedir.ali@gmail.com

İlk defa kendi ayaklarım üzerinde gerçek anlamıyla durduğum ilk deneyimim, benim gibi taşradan okumak için böyük şeherlere giden ablalarım abilerim gibi üniversite yıllarına tekabül eder. “Abilerim ablalarım” diyorum zira doğup büyüdüğüm şehir olan Samsun tabiri diğerle bizden sonra, tabiri diğerler 2000 sonrasında, hızla kentleştiğinden ötürü, o yıllarda Samsun’un taşralığına tanıklık edilmedi diye düşünüyorum. Taşralığın ne olduğunu, 2000 sonrasında yerel taşralığın ulusal taşralığa nasıl da evrildiğinin hikâyesini anlatacağım bir yazının sözünü (bkz; okurların nabzını tutan, elden kaçırmamak içün ne geliyorsa yapan yazar tipi) vererekten asıl anlatıya döneyim yavaştan. Evet, ne diyordum, ilk ayakta kalma deneyimlerim: bu deneyimlerin de en başında “aç kalmamak” gelmekte.

Gel zaman git zaman farkına vardığım bir şey var karnımı doyurmak için gittiğim lokantalarda: bildiğim kadarıyla Türkiyede işletmelerde zorunlu olarak Mustafa Kemal (iş daha buraya varmadan, kişinin zikredilen şahsı ifade ediş biçimi dahi ideolojik anlamda durduğu, kendisini konumlandığı yeri, biçimi ele verdiği, deklare ettiği gibi, “Mustafa Kemal” ifadesi dahi, iş bu yazının yazarının kendisini sizlere afişe etmektedir) fotoğrafı bulundurmak gerekiyor. Sosyal bilim dünyasında ağızlara sakız “Slovan Ciklet” abimiz, hiç de nezih olmayan bir mesele olan defi hacet üzerinden “Alman felsefesi, İngiliz politik ekonomisi ve Fransız Devrimi arasındaki farkı, bu milletlerin tuvalet tasarımlarını referans vererek açıklamış”tır. Ben de acizane şöyle bir açıklama yoluna gitmek istiyorum, Murat Belge amcamızın da çokça dile getirdiği üzere Türkiyedeki yegane meşruiyet zemini “Atatürk”tür. Bu meşruiyet zemini Türkiye siyasasında geçerli olduğu gibi hayat alanlarının tümüne sirayet etmiş, neredeyse gündelik hayatın en ücra anlarında dahi kendisini hissettirmiştir.

Özellikle 28 Şubat sürecinde sekiz yıllık kesintisiz eğitim aleyhine, 29 Temmuz 1997 Salı günü Ankara'da yapılan yürüyüşte protestoculara Atatürk resmi ile “kahramancasına” kendi personasını savunan ve karşısında eylem yapan tektip örtülü kadın ile erkelere karşı “özne”liğini vurgulayan ablamızın romantize edilen hikayesinden sonra Atatürk imgesi, son zamanlarda artan bir şekilde vücudun görünen yerlerine yapılan imza şeklindeki dövmeler ile kendini sergilemekte:


Bunun bir tür sevgi için yapılan hareketten ziyade, pratik bir getirisinin olduğunu ve her kapıyı açan bir anahtara dönüştürüldüğünü düşünenlerdenim. Ziyanı yok kim ne isterse yapabilir zaten kimse bana sormadan, reyimi almadan da yapıyor zati. Şimdi gelelim benim lokanta hikayelerime, fazlasıyla şikemperver (işkembesini seven, yemeğe düşkün) birisi olduğumdan mütevellid okumak için gittiğim İzmirde çok farklı lezzet duraklarına (olur da yazarlık tutmazsa hiç olmadı “gurme” olarak meşhur olabilirim belki) uğramışlığım vardır. Her gittiğim lokantada yekdiğerinden farklılık arz eden “Mustafa Kemal” fotoğraflarıyla karşılaşıyordum. Bazı durakları beğendiğimden ötürü tekrar tekrar ziyaret ettikçe sahipleri ya da çalışanlarıyla sohbet etme imkânım da oluyordu zaman zaman. Sohbetlerimizin derinliği arttıkça o dükkân sahibinin bir zorunluluk olarak mekanına astığı fotoğrafı tesadüfen seçmediğini tam da bir sürü alternatif fotolar üzerinden kendi varoluş temsiliyetini nasıl meşrulaştırdığını fark ediyordum. Böylelikle Fuko amcamızın, “istibdad her yerde ise direniş, kıyam da her yerdedir” mottosunu bir kez daha acizane doğruluyordum.

Belli başlı bazı düşünce sistemleri üzerinden birkaç örnek: Eğer dükkân sahibi etli ile sütlü arasında bigane kalmak, tavrını belli etmek istemiyorsa ya da hakikaten bir tavrı da yoksa sıradan, her yerde bulunabilecek bir fotoğraf seçiyordu, bu genelde arkada ya Türk bayrağı ya da Türkiye haritası önüne yerleştirilen Atatürk oluyordu:

Eğer şahıs anti-emperyalist ya da ulusalcı ise, neredeyse her yerde aynı fotoğraf ya da cephe fotolarından herhangi biri fakat muhakkak “kalpak” bulunacak: en ideal hali;

Kendisini Kemalist-laik olarak nitelendiren çağdaş yurttaşlarımız ise daha ziyade bu fotoları sahipleniyorlardı o yıllarda:

Atatürk’ü ulu önder ve kurtarıcı olarak bir yarı tanrı olarak görmektense kendileri gibi bir insan olarak görmek isteyenlerin favorileri ise:

Genelde dindarların seçimi, Mustafa Kemalin eski hali olacaktır. Ya annesiyle veya sabık eşi Latife Hanım ile birlikte olduğu fotolar, Zübeyde Hanım ve Latife Hanım’ın mütesettirliğine atfen:

En çok istimal edilen dindar Mustafa Kemal imgesi ise hiç şüphesiz şu fotoğraftaki versiyon olsa gerek:

Son günlerde derin yarılmaların yaşandığı siyasi mahallerde (Solcular, Sağcılar, Kürtler, Dindarlar) kim hangi foto üzerinden varlığını sergileyecek fazlasıyla merak etmeden de edemiyorum. Zira dindar kanattaki olan AKP-Cemaat çekişmesi daha senin atan - benim atam tartışmasına girmedi. Hatırlanacağı üzere 28 Şubat döneminde Erbakan, “Atatürk yaşasaydı muhakkak bizim partiyi desteklerdi, bizden olurdu” mealinde cümleler serdeylemişti. Bizlere düşen, enfes lezzet duraklarında bir yandan yemeğimizi yerken bir yandan da temsiliyet-meşruiyet ilişkisine dair ipuçları toplamak… 

Hamiş: Yazıda bahsi geçen meseleye dair ileri okuma yapmak isteyenlere, Atatürk heykelleri rejiminin politik bir tahlilinin yapıldığı, tabir-i diğerle Atatürk heykelleri üzerinden bir siyasi tarih okumasının gerçekleştirildiği Aylin Tekinerin İletişim Yayınları’ndan çıkan titiz çalışması “Atatürk Heykelleri”ni öneriyorum. Acizane…

Kategoriler

Şapgir