Melodramatik muhayyileden kurtulabilmek

Mehmet Fatih Uslu'nun İletişim Yayınları tarafından geçtiğimiz hafta yayımlanan ‘Çatışma ve Müzakere: Osmanlı'da Türkçe ve Ermenice Dramatik Edebiyat’ başlıklı çalışması yeni bir tartışma başlatmak için bulunmaz bir fırsat.

MURAT CANKARA

Osmanlı milletleri söz konusu olduğunda şu yargıdan kurtulmak zor: Bu milletler birbirinden ayrı mahallelerde yaşıyor, birbirine karışmıyor; yalnızca pazarda, alışveriş için birbirleriyle temas ediyordu. Büyük ölçüde hukuk temel alınarak geliştirilmiş bir argüman bu. Ancak ne yazık ki zamanla yaşamın tüm alanları, milletlerin tüm sınıfları, hatta tarihleri için geçerli olduğu yönünde sağlam bir inanca dönüşmüş. Üstelik bir de pusuda bekleyen güzelleme var: Ne güzel yaşıyorduk biz kardeş kardeş! Düşünce; yükselen milliyetçilikler, hayal edilen cemaatler ve Osmanlı barışı arasında gidip gelmekten sersemleşiyor, sığlaşıyor, yani siyasallaşıyor. Gün; kavramsal düşünme becerisi dumura uğramış akla, sistem ayarlarının, bir arada yaşamanın hâlâ mümkün olduğu bir tarihe geri alınıp alınamayacağını sordurtuyor ve basit bir gerçeği unutturuyor: Sistemin ihtiyacı güncellenmek; geriye alınmak değil.

‘Çatışma ve uzlaşmanın eş zamanlı işleyişini görebileceğimiz bir imkân’

Öte yandan son yıllarda yapılan çalışmalar, milletler arası diyaloğun daha incelikli yöntemlerle ele alınmasını sağlayacak yeni farkındalıklar yaratmaya başladı. Yan yana, karşı karşıya ve bir arada gerçekleştirilebilen kamusal bir eylem olarak tiyatro işte bunlardan biri ve Mehmet Fatih Uslu'nun İletişim Yayınları tarafından geçtiğimiz hafta yayımlanan ‘Çatışma ve Müzakere: Osmanlı'da Türkçe ve Ermenice Dramatik Edebiyat’ başlıklı çalışması yeni bir tartışma başlatmak için bulunmaz bir fırsat. Uslu, imparatorluk başkentindeki farklı kimliklerin ürettiği tiyatroyu, 'çatışma ve uzlaşmanın eş zamanlı işleyişini görebileceğimiz bir imkân' olarak ele alıyor ve 19. yüzyılın ikinci yarısında yazılmış Ermenice ve Türkçe oyunlar üzerinde yoğunlaşıyor. Türkçenin yanı sıra Ermenice, İngilizce ve İtalyanca kaynakların kullanıldığı çalışmada, Osmanlı'nın başlıca kent merkezlerinde modern tiyatronun nasıl şekillendiğinin kısa bir hikâyesini okumak mümkün. Ancak kitabın asıl önemli kısmı, melodram, tarihsel dram ve komedi üzerinden girilen tür tartışması. O yılların önde gelen Ermeni ve Müslüman/Türk yazarlarının oyunlarına referansla, dönemin bu popüler türlerinin mekanizmaları ve siyasî anlamları üzerine kafa yoruyor, Uslu. Biçimle ideoloji, tür seçimiyle siyasî talep arasında kurulan bu ilişki, Osmanlı tiyatrosu tarihyazımında bir ilk. Üstelik Ermenice dramatik edebiyat üzerine Türkçe yazılı bir kaynak olmadığı düşünülürse, ‘Çatışma ve Müzakere'nin ne kadar önemli bir girişim olduğu daha iyi anlaşılıyor.

‘Komik’ nasıl tanımlanır?

Kitapta önce dışlayıcı ve diyaloğa kapalı bir siyasetin melodramda nasıl ifade bulduğu gösteriliyor. Daha sonra, melodram özellikleri taşıyan ve çoğunlukla trajedi olma iddiasındaki tarihsel dramlar ele alınıyor. Bu metinler, trajik olmak şöyle dursun, tıpkı melodramlar gibi, ayrıştırıcı bir siyaseti yansıtıyorlar ve dahası, ulus-devletlere giden yolda millî kimlikleri kurmaya başlıyorlar. Son olarak, tekillik yerine çoğulluğu, çatışma yerine müzakereyi alkışlayan ve kamusal alandaki bir diyalog talebinin ifadesi olarak görülebilecek komediler geliyor. Burada, komedilerde ifadesini bulan müzakere talebiyle piyasanın uzlaştırıcılığı arasında bir parallelik kurulduğunu da belirtmek gerekir. Diğer bir deyişle yazar, kitapta ele aldığı metinleri melodram ve komedi ya da tekil millî kimlik ve çoğul piyasa karşıtlığında değerlendiriyor.

Mehmet Fatih Uslu'nun Stephen Greenblatt'tan da ilhamla ve 2011 yılında savunmuş olduğu doktora tezine dayanarak hazırladığı bu kitap, kutuplaştırıcı dillerin bir ‘dûd-ı muannid’ gibi üzerimize çöktüğü şu günlerde son derece önemli bir meseleyi gündeme getiriyor ve bu nedenle de çok kıymetli. Artık bizim için melodramatik düşünüş ve temsil biçimlerinin teşhisi, edebiyatın sınırlarını çoktan aşmış hayatî bir mesele. Bununla birlikte, bana kalırsa kitabın komedi üzerine bölümü, bu türe atfedilen çoğulluk ve müzakere konusunda biraz iyimser. (Uslu da zaten bu konudaki çekincesini dile getiriyor). Zira piyasanın müzakereden şiddete evrilebildiğini biliyoruz. Üstelik çoğulluk ve diyalogla örtülü şiddetin teşhisi, ikili karşıtlıkların doğurduğu ve yoğun duygusal içeriğin beslediği şiddetinkinden daha zor. Osmanlı gayrımüslimlerinin önce Türkçeden sonra da topraklarından kovulmaları, geleneksel Türk tiyatrosu başlığı altında toplanan performanslardaki şakalar komiklikler eşliğinde olmamış mıydı? Henri Lefebvre'nin sorusu belki de bize harika bir çatışma ve müzakere imkânı verecek: 'Komik, altında gizli bulunan trajik tarafından mı tanımlanır, yoksa trajik üstündeki zaferle mi?' 

Kategoriler

Kitap ԳԻՐՔ