II. Meşrutiyet sonrasında umut ve umutsuzluk kıskacındaki Ermeniler

‘1908 Devrimi Sonrasında Osmanlı Ermenilerinin Sosyo-Politik Düşünce ve Beklentileri: Umut ve Umutsuzluk Arasında’ isimli tezinde, Agos yazarlarından Ohannes Kılıçdağı, II. Meşrutiyet döneminde, gerçekleşenlerin Ermenilere yansımalarının izini Anadolu’da yayımlanan Ermenice gazetelerde sürüyor.

EMRE CAN DAĞLIOĞLU
misakmanusyan@gmail.com

Agos yazarlarından Ohannes Kılıçdağı, Şubat ayında 2006’dan beri sürdürdüğü doktora tezini tamamladı. ‘1908 Devrimi Sonrasında Osmanlı Ermenilerinin Sosyo-Politik Düşünce ve Beklentileri: Umut ve Umutsuzluk Arasında’ isimli tez çalışmasında, Kılıçdağı, 1908-1912 yılları arasındaki dönemde, Osmanlı’da gerçekleşen siyasi, ekonomik ve sosyal gelişmelerin Ermeni toplumuna yansımalarının izini Anadolu’da yayımlanan Ermenice gazete ve dergilerde sürüyor. Çalışma, II. Meşrutiyet’e dair geniş literatürde var olan ‘gayrimüslimlerin gözünden döneme bakma’ boşluğunu doldurma yolunda adım attığı için çok önemli. 

  • Doktora tezinizde 1908-1912 arasındaki döneme Ermenilerin gözünden bakıyorsunuz. Neden böyle bir konu seçtiniz?

II. Meşrutiyet, son dönem Osmanlı tarihinde yeni bir sayfa olarak algılanıyor. Anayasa’nın yeniden ilanı, tekrar parlamenter sisteme geçiş, herkeste bir umuda neden oluyor. Daha demokratik ve daha özgür bir toplum yolunda adım atılacağına dair ümitlerin yükseldiği bir zaman dilimi bu. Ben de, bu zaman diliminde, Osmanlı Ermeni toplumunun o günü nasıl yorumladığını ve geleceğe dair umutlarını görmek istedim. Bu, iki açıdan önemli. Her ne kadar genişçe bir II. Meşrutiyet literatürü varsa da, o döneme, özellikle Türkiye akademisinde, gayrimüslimlerin gözünden bakan çalışma sayısı çok az, hemen hemen hiç yok. Sadece yurtdışındaki akademide son 7-8 senede böyle çalışmalar yapıldı. Dolayısıyla bir amacım, bu boşluğu doldurmak olmasa da, giriş niteliğinde bir çalışma yapmaktı. İkinci ve doğrudan olmayan amacım da, 1915 ve soykırıma giden yolda insanların nasıl hissettikleri ve düşündüklerine bakmaktı. Bu tezde, soykırımı doğrudan hiç incelemiyorum ama onun hemen öncesindeki durumu ele alarak, soykırımın tartışılmasına bir katkıda bulunmaya çalışıyorum.

  • Tezinizin esas kaynakları nedir?

Ermenilerin o dönemdeki sübjektivitesini yakalamak istediğimden, onların ürettiği metinlere gitmekten başka çarem yoktu. Bu metinlerin büyük bir kısmı da dergiler ve gazetelerdi, ben de Anadolu’da yayınlanan bu tür süreli yayınları topladım. Her ne kadar ana gövdeyi bu oluştursa da, İstanbul’da yayınlanmış kitap, kitapçık ve broşürlerden de faydalandım. Ama Anadolu olmasının sebebi şuydu, bildiğim kadarıyla bu süreli yayınlara akademide şimdiye kadar neredeyse hiç bakılmamış. ‘Ermeni sorunu’ denilen şeyin de, esasen Anadolu’da yaşayan Ermenilerin durumu olduğunu da düşünürsek, Anadolu gazetelerini incelemek çok daha anlamlı hale geliyor.

  • Bu gazetelere Türkiye’deki arşivlerden mi ulaştınız?

Bu konuda şöyle ironik bir durum var. Her ne kadar bu gazeteler ve dergiler, şu anda Türkiye sınırları içinde bulunan şehirlerde ve kasabalarda yayımlanmış olsalar da, bugün bunları Türkiye’de bulmak hemen hemen imkânsız. Bu yayınları, Yerevan ve Viyana’dan topladım. Bir kısmını da ABD’deki Michigan Üniversitesi’nin kütüphanesinden buldum. Bu durum bile kendi başına bir şey söylüyor. 1908’den 1914’e kadar geçen sürede, Anadolu’nun 30’dan fazla yerinde 100’den fazla Ermenice süreli yayın çıkıyor. Bir kısmının yayın hayatı çok kısa olsa da, bu kadar çok yayın var. Bu sayıca zenginliğe rağmen, bu topraklarda bu yayınları şu anda bulamıyor olmak da, kendi içinde bir gösterge zaten.

  • Patrikhane’nin arşivlerinde de mi yok?

Patrikhane arşivi, başka bir içler acısı durumdur. Patrikhane’nin arşivinde ne olup olmadığı halen meçhul çünkü bu arşivlerin senelerdir süren bir kataloglama ve açılamama hali var. Dolayısıyla arşiv, bu durum için bir çözüm olamıyor, çünkü kendisi başlı başına bir sorun.

  • II. Meşrutiyet sonrasında, her ne kadar umut büyük olsa da, siyasi istikrar bir türlü sağlanamıyor ve 31 Mart Olayları ve sonrasında Adana Katliamı gerçekleşiyor. Adana Katliamı’nın Ermeniler üzerinde nasıl bir etkisi oluyor?

Yeni bir sayfa açıldığı ve dini aidiyet önemsenmeksizin herkesin daha hür yaşadığı bir döneme girildiği düşünülürken, daha Meşrutiyet’in ilanının üzerinden bir sene bile geçmeden on binlerce Ermeni’nin öldürülmesi, ilk anda büyük bir şok yaşatıyor ve infial uyandırıyor. Gazetelerde, ‘Yine mi kan dökülecek?’, ‘Yine mi umutlarımız yerle yeksan olacak?’ gibi yazılar yazılıyor. Fakat bir müddet sonra, umutlarını canlı tutmak için çaba sarf ediyorlar gerçekten. Bu anlamda, Adana Katliamı’nı, eski rejimin, yani Abdülhamit rejiminin son oyunu olarak görüyorlar. Hatta ‘Abdülhamit’in Son Oyunu’ isimli bir kitap yayınlanıyor katliamdan sonra. Genel olarak, Adana Katliamı’nın müsebbibi olarak Abdülhamit rejiminin gerici unsurlarını görüyorlar. İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne (İTC) ise daha çok olaylardan sonra soruşturmayı ciddiyetle yürütmediği, suçluları kovuşturmadığı için kızıyorlar. Fakat doğrudan İTC’nin ve yeni rejimin bu katliamdaki dahli, çok konuşulmuyor.

  • Peki, Abdülhamit rejimini destekleyen kimse yok mu?

Kesinlikle yok. Bu yayınlarda, Abdülhamit’ten bahsedildiğinde, ismini ‘kan içici şeytani bir varlık’ ve buna benzer birçok ifadeyle ananlar dahi var. Çok net bir Abdülhamit karşıtlığı var. Bu sebeple, çok bariz bir ayrıma gidiliyor. Eski rejim, mutlak suretle kötü; Meşrutiyet dönemiyse kesinlikle iyi. Bu sebeple, eski rejimle işbirliği yaptığını düşündükleri Ermenilere de büyük tepki duyuyorlar. Örneğin eski Patrik Mağakya Ormanyan’a çok büyük tepki var. İsim isim belirtilmese de, ‘Abdülhamit döneminin Ermeni işbirlikçileri’ sıfatıyla anarak şiddetle eleştiriyorlar bu insanları.

  • Tezinizde, Ermeni toplumunun kendi içindeki ilişkilere dair ‘İşbirliği mi, Çatışma mı?’ isimli bir bölüm var. Ermenilerin bu anlamda en büyük fay hatları nelerdir?

Çok çeşitli fay hatları var aslında. Eski kuşak ve yeni kuşak arasında, bir ölçüde ‘partili-partisiz’ hattına oturan bir tartışma var. Yeni kuşak, daha çok partili veya parti sempatizanı bir grup, eski kuşak ise partilerin dışında kalan ve partilerin siyasetini eleştiren bir grup. Bir diğer önemli fay hattı da, ‘İstanbul-taşra’. Bu fay hattı da, bir ölçüde partili olan ve olmayan çatışmasıyla örtüşüyor. İstanbul grubu, daha çok kiliseye veya liberal-muhafazakâr Ramgavar’a yakın duran bir grup, taşra ise çok daha örgütlü. Bu şekilde, çoğu fay hattı, bu çatışma üzerinden okunabiliyor. Fakat hiçbir yere oturmayan bir fay hattı var, o da biraz önce konuştuğumuz iki parti arasındaki çatışma. Bu çatışma daha çok yeni kuşağın iç çekişmesinin tezahürü. Dolayısıyla, bu bölümün başlığına cevap verecek olursam, Ermeniler arasında bir işbirliğinden ziyade bir çatışma var.

  • Peki, bu anlamda, modernleşme tarihi yazıldığında, gayrimüslimlerin bu kırılmadan hiç etkilenmemiş, doğrudan ‘Batılaşmış’ oldukları ezberini bozan bir durum mu bu?

Elbette ki öyle. Mesela bu fay hatlarından birisi, din adamları ile yeni entelektüeller —yeni orta sınıf da diyebiliriz— arasında oluşuyor. Yeni entelektüeller, din adamlarının toplum içindeki sosyal ve siyasi konumlarını çok şiddetli bir biçimde eleştiriyor. Bu şiddete örnek vermek gerekirse, gazetelerde ‘Din adamları, bizim yüzyıllardır kanımızı emen asalaklardır’ gibi yazılar çıkıyor. Buna karşı olanlar da, ‘Ermeni kilisesi, Ermeni kimliğinin korunmasının en önemli nedenidir’ tezini savunuyorlar. Yani Ermeniler arasında da, modernleşen ve Batı değerlerini benimseyen bir kesim olduğu kadar, kuvvetli muhafazakâr bir damar da var.

  • Gündelik sorunlara gelirsek, 19. yüzyıldan gelen toprak mülkiyeti ve güvenlik meselesi, Ermeniler için önemli sorunlar. II. Meşrutiyet’le birlikte gelen yeni döneme bu meseleler nasıl yansıyor?

Tanzimat’tan miras kalan bu sorunların, Meşrutiyet’le birlikte çözülmesi beklentisi var. Çok zaman geçmeden görülüyor ki, ne mülkiyet sorununda bir gelişme var, ne de güvenlik meselesinde. Kafkasya’dan gelen göçmenler ve Kürt beyleri tarafından işgal edilen toprakların kolayca geri verilmeyeceği anlaşılıyor. Yine de Patrikhane, hükümete sunulması için sayısız rapor hazırlıyor. Raporlarda, eskiden beri yaşanan hak ve mülkiyet gaspları ile açılmış davalar sıralanıyor, fakat hiçbir somut gelişme olmuyor. Bunda İTC’nin, verdiği bütün sözlere rağmen, isteksizliği kadar güçsüzlüğünün de etkisi var. İTC, yerel güçlerin muhalefetini açamıyor, ne zaman Meclis’e bu konuyla ilgili bir sorun gelse, bölge mebusları Meclis’in gündeminde ele alınmasını engelliyorlar.

Güvenlik sorunu ise cinayetten kız kaçırmaya ve hayvanların çalınmasına kadar artık kronikleşmiş vakaları içeriyor. Bu meselede ise şu algı oluşuyor: ‘Kurban Ermeni’yse, devletten adalet bekleme’. Gazetelerin hemen her sayısında böyle vakalara yer veriliyor. Bu vakaların sanıkları ya hiç kovuşturmaya uğramıyorlar ya da kısa bir süre sonra serbest bırakılıyorlar.

  • Yine 19. yüzyıldan miras bir zorunlu askerlik meselesi var ve 1909’da askerlik gayrimüslimler için de zorunlu hale getiriliyor. Bu durumu Ermeniler nasıl karşılıyor?

Coşkuyla karşılıyor ve kutluyorlar. Hatta gerek din adamları gerekse seküler entelektüeller, Ermenileri askerlik yapmaya teşvik etmek için yazılar yazıyor, konuşmalar yapıyor. Mesela Harput’taki bir din adamı mealen şunları söylüyor: “Artık savaşlarda seyirci değiliz, cephelerde olacağız. Nasıl Türk ana-babalar, evlatlarını bu vatan için veriyorlarsa, bizim de evlatlarımızı bu vatana verme vaktimiz geldi. Bu şerefi artık biz de yaşayacağız.”

Öte yandan, Osmanlı Ermenilerinin askerlikle ilgili deneyimleri veya kolektif hafızaları yok. Bu yüzden askere gitme pratiği, toplumun belirli kesimlerinde endişe de uyandırıyor. Bu sebeple, askerden kaçma pratiği de doğuyor.  Örneğin, Bayburt’ta bazı Ermeniler, askerden kaçan Ermenileri ihbar ediyor. Söylemlerini de ‘bunlara vatana hizmet etmekten kaçıyorlar’ diye kuruyorlar. Fakat mesele biraz daha çok boyutlu, çünkü ihbarı yapanlar esnaflar, ihbar edilenler ise daha zengin olan tüccarlar.

Fakat sonuçta, Ermeniler zorunlu askerlikten kaçtı diyebileceğimiz bir durum yok, hatta gazetelerden elde edebildiğim sayılara göre, ilk kurada önemli sayıda Ermeni genç askere gidiyor. Şöyle bir örnek de var: Askere gidip gelen bir Ermeni, orada neler yaşadığını her ayrıntısıyla nesir halinde anlattığı 35-40 sayfalık bir kitapçık yayımlıyor ve başlangıcında da ‘Benden sonra askere gidecek olan Ermeni gençlere bir rehber olması için bunları yazdım’ diyor.

  • Bu coşkunun sebebi nedir?

Bunu eşit vatandaşlığın bir göstergesi olarak okuyorlar, bir statü belirtisi. Herkes gibi askere alınmak, eşit vatandaşlığı ifade ediyor. Fakat şu da var, her toplum gibi Ermeniler de, askerliğe onur atfediyorlar. Ermeni milliyetçiliğinin tarihi figürleri, Ermenileri askerliğe teşvik etmek için kullanılıyor. Örneğin, ‘Vartan Mamigonyan’ın torunlarıyız, esnaf ve zanaatkâr olduğumuz kadar asker bir toplumuz’ şeklinde propagandalar da yapılıyor. Askerliğin Ermenilere yabancı olmadığını anlatmak için 5. yüzyıldan bir figürle bir söylem inşa ediliyor.

  • Bu statü arayışından yola çıkarsak, Ermenilerin Osmanlılık’la bağı ne ölçüde?

‘Osmanlı olmak ne demek, Ermeni olmak ne demek?’ şeklinde tartışmalar var ve Ermenilerin tüm kesimleri, ikisinin birbiriyle çelişmeyeceğini düşünüyor genelde. Şöyle bir ayrıma gidiyorlar: Osmanlı olmak, siyasi bir kimliktir; Ermeni olmak ise kavmi ve kültürel kimliktir. Osmanlı olmak için aynı dili konuşmak, aynı dine mensup olmak veya aynı kavimden gelmek gerekmiyor. Bu kimlik, haklar ve ödevler bazında tanımlanacak bir kimliktir. Fakat Ermeniler, asimilasyona net olarak karşılar. Eskiden gelen millet sisteminin kurduğu kültürel özerkliğinin yeni sistemde korunmasını kesin olarak istiyorlar. Okul, dil, din ve aileyi ilgilendiren işlerin toplumların kendileri tarafından düzenlenmesinin aksini düşünmüyorlar bile. Bu kültürel özerklikle birlikte adem-i merkeziyetçilik, asimilasyona karşı iki dayanak noktası olarak tutuluyor. Kültürel özerklik zaten mevcut. Adem-i merkeziyetçilik de güçlendirilmeye çalışılıyor. Bu sayede, Ermenilik ile Osmanlıcılık bir arada gidebilir.

  • Bu dönem içerisinde gerçekleşen savaşlar veya toprak kayıplarına Ermeniler nasıl tepki veriyorlar?

Ermenilerin Osmanlılık hassasiyetleri yükseliyor ve gazetelerde Osmanlılık’a vurgu artıyor. ‘Hepimiz Osmanlı’yız, vatanımızı korumalıyız’ söylemi hâkim oluyor yayınlara. İtalya’nın Trablusgarp’ı işgali için yapılan mitinglere, Ermeniler kitlesel olarak katılıyorlar. İtalya hakkında olumsuz yazılar çıkıyor. Elbette ki, samimiyeti ölçmek mümkün değil ama Ermeniler okusun diye Ermenice yazılmış yazılar bunlar. Devletin veya diğer toplumların gözlerini boyamak için değil.  

  • Tezde, Osmanlılık’ın yükseldiğini bir diğer olay olarak seçimleri gösteriyorsunuz. Seçimlere bu durum nasıl yansıyor?

Seçimlerde de, oy verirken, ‘Osmanlı için hangi adayın hayırlı olacağını düşünüyorsanız, kavmiyet ayırmadan ona oy verin’ çağrıları yapılıyor ve böylece bir Osmanlılık vurgusu ön plana çıkarılıyor. Fakat şöyle bir durum da var. Seçim sistemi, Ermeni partilerinin kendi aralarındaki çatışmalar ve İTC’nin oyunları dolayısıyla, Ermeniler nüfusları oranında temsil edilemiyorlar Meclis’te. Bu duruma karşı yükselen şikâyetler de var. Şikâyet edenler daha çok Ermeni partilerini ittifak yapmamalarından ötürü suçluyorlar.


 

Ermeniler, o dönemde ‘ölümcül paradoks’un içindeler

 

  • 1915’in ayak sesleri duyuluyor dediğiniz bir durum var mı bu dönemde?

Ermeniler, sosyal ve ekonomik anlamda, birlikte yaşadıkları diğer toplumlara göre daha gelişmiş durumdalar. Bu da Ermenilerin hak taleplerini daha yüksek sesle dile getirebilmelerini sağlıyor. Fazla sayıda gazete çıkarıyor, Batı siyaset teorisine atıfla kendi taleplerini dile getirebiliyorlar. Bu da, göze batmalarına sebep oluyor.

Tanin gazetesi yazarlarından Ahmet Şerif, 1908’den sonra, Anadolu’yu gezerek izlenimlerini yazıyor. Eskişehir’de Müslüman ve Ermeni okullarını geziyor ve şöyle yazıyor:

“Eğitim aşkıyla çok çalışan ve bu uğurda her bedeli ödemiş Ermeni vatandaşlarımı tebrik etmek benim ödevimdir. Aynı zamanda, atalet içinde uyuyan ve ağzı açık devletin eline bakan Müslümanlara hemşerilerini örnek almalarını, gaflet uykusundan uyanmalarını ve insanlıklarını hatırlamalarını hatırlatmak da benim ödevimdir… Eğer biz bugün çalışmazsak ve özellikle çocuklarımızı eğitmezsek, gelecek bizim olmayacaktır, bundan emin olabilirsiniz.”

Burada bir yandan hayranlık ifade ediyor, bir yandan da insanları uyarıyor. Elbette ki, Ahmet Şerif’in şahsına bir kötülük atfetmiyor, fakat Ermeniler dışarıdan böyle algılanıyorlar. 

Fakat öte yandan Ermeniler bu durumu destekleyebilecek siyasi güçten yoksunlar. Ermeni partileri, hiçbir ittifak yapmaksızın, kendi başlarına bir siyasi projeyi hayata geçirecek veya zorlayacak durumda değil. Organize silahlı bir güçleri de yok. Bu sebeple, ancak sosyal ve ekonomik durumlarından ötürü husumet çektikleriyle kalıyorlar. Tezde, bu durum için Selim Deringil’in tavsiyesiyle ‘ölümcül paradoks’ tabirini kullanıyorum. Ermeniler, zaten sosyal olarak gelişmemiş olsalar, bu kadar göze batmayacak ve tepki çekmeyeceklerdi, dolayısıyla bir soykırımla karşılaşmayacaklardı. Veya tam tersine sosyal gelişmişliklerini siyasi güçle destekleyebilselerdi, belki yine kurban olmayacaklardı. Fakat Ermeniler, en kötü durumda kalmışlar bu dönemde.


 

‘Ermeniler kendilerine Kürtleri ‘medenileştirme’ misyonunu yüklüyor’

 

  • Ermenilerin Kürtlerle ilişkileri ne durumda?

Genel olarak gergin ilişkileri var ve bunun sebepleri de mülkiyet ve asayiş sorunları. Doğu’da Kürtlerle, daha batıda ise Kafkas ve Balkan göçmenleriyle sorunları var. Fakat Ermenilerin içinde süren tartışma şu şekilde şekilleniyor: ‘Biz, bu toplumlarla birlikte yaşıyoruz ve birlikte yaşamaya devam edeceğiz. O halde, ne yapmalıyız?’

Ermenilerin Kürt toplumuna bakışı, bir anlamda resmi söylemle de uyumlu. Kürtlerin gayrimedeni, eğitime ihtiyaç duyan, cahil bir toplum olduğunu düşünüyorlar. Kürtlerin eğitilirlerse, Osmanlı toplumuna daha faydalı olabileceklerini düşünüyorlar. Daha da ilginci, Kürtleri eğitme sorumluluğunun geniş ölçüde Ermenilere düştüğünü söylüyorlar. ‘Kürtler, bu aşiret düzeninde ve bu eğitim seviyesinde kaldığı sürece’ Ermenilerin de rahat edemeyeceğini düşünüyorlar ve bu sebeple Ermenilerin bunu değiştirmesi gerektiği konusunda bazı girişimler oluyor. Örneğin, Erzurum Hınıs’ta, Kürtlere okuma-yazma öğretmek için Ermeni harfleriyle bir alfabe ve okuma kitabı hazırlıyorlar. Erzurum’da yayımlanan Haraç gazetesi de bunu dağıtacağını söylüyor, Fakat dağıtılıp dağıtılmadığını bilemiyoruz. Dolayısıyla, Ermeniler Kürtlere karşı kendilerine Batı’nın Doğu’ya biçtiği medenileştirme misyonunu yüklüyorlar.

  • Peki, göçmenlerle?

Göçmenlerle ilişkideki ana gündem, hükümetin üzerine düşen vazifeleri yerine getirmesi isteği. Bir gazete yazısında şöyle diyor: “Bu insanlar, geldikleri yerde zulümle karşılaşarak canlarını buraya attılar. Ama hükümet, bu insanlara, neyin kanuni, neyin gayrikanuni olduğunu hatırlatmalı.” Göçmenlerin yasaya uydukları sürece birlikte yaşamanın bir sorun oluşturmadığı düşüncesi mevcut. Fakat bu durumda da devletten şöyle bir şikâyet var: Başka ülkelerden gelen Müslüman göçmenler ülkeye kabul edilirken, Müslüman olmayanlar neden kabul edilmiyor?


 

‘Taşnaklar ve Hınçaklar, herkesle ittifak yapıyor ama birbirleriyle çatışıyorlar’
 

  • Bu dönemde, Ermeni siyasi partilerin tutumları nasıl?

Bu partilerin, yani Taşnaklar ve Hınçaklar’ın ortaya çıkışları daha eski dönemde. II. Meşrutiyet dönemine kadar yer altında faaliyet gösterirken, Meşrutiyet’in ilanıyla birlikte meşru siyasi partiler haline geliyorlar. Seçim çalışmaları yapıyor, açıktan siyasi ittifaklara giriyorlar. Taşnaklar, İTC’nin en büyük müttefiki oluyor. Yalnızca Ermeni partileri arasında değil, tüm Osmanlı coğrafyası içerisinde İTC’nin en büyük destekçisi konumundalar. Taşnaklar’ın içerisinde bu ittifaka karşı çıkanlar da var ama ‘ideallerimiz değilse bile çıkarlarımız bunu gerektiriyor’ diyen grup ağır basıyor. Hınçaklar ise Taşnaklar’ı bundan dolayı çok ağır bir biçimde eleştiriyor.

Hınçaklar Hürriyet ve İtilaf Partisi’yle (HİP) ittifak içerisinde. Taşnaklar da bundan dolayı Hınçaklar’ı çok sert biçimde eleştiriyor çünkü Taşnaklar’a göre, HİP eski rejimin gerici unsurları canlandırmaya çalışan partisi; Hınçaklar’a göre de İTC, Türkçü ve milliyetçi bir parti. Öte yandan, Taşnaklar ve Hınçaklar, dünya görüşü itibariyle birbiriyle uzlaşamayan ve bir araya gelemez partiler değiller. Hatta tersine, ideolojik olarak çok yakınlar. İkisi de başka partilerle ittifak yapmayı kabul ederken, birbirleriyle kesinlikle ittifak yapmıyorlar. Bu, büyük ölçüde cemaat içindeki iktidarın kime ait olacağıyla ilgili bir çatışma. Tabii ki, işin içine şahsi çatışmalar da giriyor ve ortaya zaman zaman kanın döküldüğü bir çatışma ortamı çıkıyor. II. Meşrutiyet sonrası kurulan Ramgavar da bazen bu çatışmaya giriyor ama o, daha küçük bir parti.

 

 

Kılıçdağı’nın incelediği gazeteler ve dergiler: Antranik (Sivas), Bondos (Trabzon), Haraç (Erzurum), Hoğtar (Sivas), 
İris (Tokat), İzmirli (İzmir), Putanya (Adapazarı), Yeprad (Harput)

Kategoriler

Güncel Azınlıklar