Erdoğan niye bitmedi?

Ali Zeynel Gökpınar, seçim üzerine yapılan seçmen hareketine dair analizlerin problemlerini ve 17 Aralık operasyonu ile AK Parti’nin söyleminin seçmen üzerindeki etkisini inceliyor.

ALİ ZEYNEL GÖKPINAR
gokpinar@brandeis.edu

Gülay Türkmen Dervişoğlu, T24′te ilginç bir yazı yazdı ve yolsuzluk iddialarına rağmen seçmenin neden AKP’ye oy verdiğini Brendan Nyhan ve Jason Reifler’in araştırmalarından yola çıkarak analiz etti. Dervişoğlu’nun psikoloji temelli analizi, seçmenin AKP’ye yönelik yolsuzluk iddialarını kendi görüşüne bir tehdit olarak gördüğü ve başka bir partiye oy verirse, AKP öncesi zulme yeniden maruz kalacaklarına inandığı için AKP’yi desteklemeye devam ettiğini iddia ediyor. Bu analizin bilimselliğini veyahut ne kadar geçerli olduğunu tartışmayacağım. Zaten Dervişoğlu da bunu bir açık görüş yazısı olarak yayınladı ve iddialarını bilimsel veriye dayandırmadı.

Asıl tartışmak istediğim konu ise Dervişoğlu’nun iddiasını dayandırdığı akademik çalışma, yani Nyhan ve Reifler’in 2013 tarihli yazısı. Bu araştırma şu soruya cevap arıyor: Seçmenlerin politik olarak tartışmalı konular hakkında sahip oldukları yanlış algıların sebebi nedir? Dervişoğlu’nun da belirttiği üzere, sosyal bilimcilerin ‘yanlış algı’ sorusuna verdikleri en yaygın cevap, bilgi eksikliği. Bu cevaptaki mantığa göre, eğer bireyin bilgi eksikliği giderilirse, davranışın değişeceği varsayımı yapılıyor. Nyhan ve Reifler, tam olarak bu konuya yoğunlaşıyor ve davranış değişikliğinde görsel materyal kullanmanın diğer yöntemlerden daha etkili olduğunu 1000 kişinin katıldığı üç deney sonunda buluyorlar. Yani aslında araştırmanın temel bulgusu, bireylere bilginin sunuluş yöntemi. Fakat diğerleri neden görüş veyahut davranış değiştirmiyor?  Yazarların cevabı, bireylere sunulan bilginin bireyleri tehdit etmesi veya tehdit edebilecek sonuçları olması.

Öncelikle, bu araştırmanın birkaç sorununa işaret etmek istiyorum. Birincisi, sosyal bilimcilerin bilgi eksikliğini sorunun temel kaynağında görmesi. Keza bilgi eksikliğinin yanlış algının temel kaynağı olduğu iddiası, tüm bireylerin rasyonel bir şekilde yeni bilgiye tepki vereceği ön kabulüne dayanıyor.   Buna ek olarak, araştırma, bilginin bireyin dünya görüşünün neresine oturduğu veya bilgi ve algının bir arada nasıl şekillendiği sorusuna cevap vermiyor. Bu mantık yürütmesi, defolu bir sonuca ulaşmamızı da sağlıyor. Yani bireye gerekli bilgiyi sunarsak, davranış değişikliği gözlemleyebiliriz. Oysa ne birey ne seçmen davranışı, sadece bilgiyle açıklanabilir (hem orijinal araştırmadaki hem de Dervişoğlu’nun yazısındaki kısıtlamaların farkındayım ve teorinin her şeyi açıklamasını beklemiyorum). Son olarak,  bu mantığa göre, daha iyi eğitim görmüş bireyler, yolsuzluk konusunda bilgisi olduğu için muhakeme gücünü daha ‘sağlıklı’ kullanabilir ve görüşünü değiştirebilir (Bir anda işin içine modernizm, sosyo-ekonomik refah, eğitim düzeyi vs. girdi, değil mi?) Oysa Türkiye’deki seçmenler arasında da, dünyadaki başka örneklerde de, eğitim düzeyi, nüanslı analiz yapmayı kolaylaştıran bir faktör değil.

Yukarıdakiler, hem Dervişoğlu’nun hem de orijinal çalışmanın kimi zayıf noktalarını gösteriyor.  Dervişoğlu’nun kaynak olarak kullandığı araştırma yeterince derinlikli olmadığı için ve araştırma dizaynı yeterince özenli olmadığı için basit bir sonuca varıyor. Oysa DC’de veyahut Ankara’da bulunan bir siyaset yapıcısının, gazetecinin, danışmanın vs. yanlış algıyı ilişkilerdeki temel sorun olarak göstermesi işten değil.  Bu durum ise bizleri sadece aptallaştırıyor ve sorunların esas nedenlerini ve derinlik çözüm yollarını görmemizi engelliyor. Ya sorun temelde ideolojik ise? Veyahut yapısal, ekonomik ve tarihsel sebeplerse?

Dervişoğlu, AKP seçmeninin diğer partilerden gelebilecek potansiyel tehditlerle argümanını öne sürse de, AKP seçmeninin CHP, MHP veya BDP’yi ne kadar ve nasıl tehdit olarak gördüğünü açıklamak için elinde verisi yok. Bunu dile getirmemin sebebi şu: AKP, Demokrat Parti, Anavatan Partisi ve Adalet Partisi’nin popüler söylemlerini günlük düzeyde her gün uygulayan bir parti. Başbakan’ın milli irade söylemi, bu karışımın en somut örneği.  Bu sihirli karışım, şu ana kadar başarıyla uygulandı ve bu, AKP ile seçmeni hakkında da çok şey soyluyor. Yani AKP, bu sihirli karışımı kullanarak, birbiriyle çelişen politikalar uygulama ve bunu seçmenine kabul ettirebilme konusunda başarılı, zira partinin kendi temelleri ikircikli ve pragmatik temellere dayanıyor. AKP’nin popülizmini günün ruhuna uygun gören seçmenin, Ümit Cizre’nin Agos’ta yayınlanan makalesinde dile getirdiği çelişkileri görmezden gelmesi anlaşılabilir hale geliyor. Benim görüşüm, tabii ki, bilimsel veriye değil ve sadece gözleme dayanıyor. Bu sihirli karışımın nasıl araştırılabileceği ve istatistiki olarak nasıl ölçülebileceği konusunda çok fikrim yok.

Zannımca, AKP’nin yolsuzluğa rağmen neden bu kadar oy aldığı sorusunu sormak, konunun özünü kaçırmaktır. Demek istediğim su;  AKP’nin zulüm politikaları, Gezi’de canlar aldı, Suriye’de basarisiz olundu, basın kontrol altında, Twitter ve Youtube kapatıldı, müzakere süreci ilerlemiyor. İşte bütün bu oylara bakıp 64 milyon dolarlık sorunun cevabini aramak gerekiyor.

Dışarıdan görebildiğim kadarıyla, AKP seçmeni, 17 Aralık operasyonundan çok, operasyonu gerçekleştirenlerin emellerinden şüpheli. Yani Başbakan’ın ifadesi ile, “milli irade”nin, operasyonu ve aktörlerini devleti işlevsizleştirmeye yönelik bir senaryo olarak okuduğunu söylemek mümkün. Burada dikkat edilmesi gereken nokta, hükümet ve devlet ayrımıdır, zira hükümetlerin fani olduğunu herkes bilir.  Bu noktada, Yael Navaro-Yashin’in Türkiye’de bireyin genelde sokağa çıkmadan tepki verdiğini ve direnişin genellikle bir ceza kesme –ki bu genellikle oy sandığı oluyor- şeklindeki bulgusunu hatırlayalım. Gezi’deki toplumsal muhalefetin oy sandığında ceza kesen vatandaş üzerinde nasıl bir etkisi olduğu araştırılmaya değer bir konu olarak karşımıza çıkıyor. Bu soru, Gezi’yle açığa çıkan saldırgan mezhepçiliğin seçim sonuçlarına nasıl etki ettiği konusunda da bizlere bir fikir verecektir. Son olarak, Türkiye’de AKP’nin söylemsel üstünlüğünün kırılmaya başladığını ve bu sürecin giderek hızlandığını söylemek mümkün. 

Kategoriler

Şapgir