Yabancılar Otogarı’ndan insan manzaraları

Çoğunluğu İstanbul’da yaşayan kayıt dışı göçmenlerin durumu son yasal değişiklikle iyice içinden çıkılmaz bir duruma geldi.

Aksaray’daki Uluslararası Emniyet Otogarı’nda konuştuğumuz göçmenlerden biri ankesörlü telefonun yanında, elinde yırtık bir kâğıda yazılmış telefon numarasıyla geride bıraktığı yakınlarına ulaşmaya çalışırken, diğeri, gözlüklerinin ardına saklanarak, “Neden beni çektin, güzel olduğum için mi?” diyor. 
 
Biri kazandığı parayı otobüse kaptırmamak için bagaj pazarlığındayken, diğerinin gözlerinden bu yasadışı hayata dair korku ve paniğin hikâyesi akıyor.

Göçmenler: Yabancı bir ülkenin ip cambazları

ERHAN ARIK 
enarik@gmail.com

Yabancıların Türkiye’de İkamet ve Seyahatleri Hakkında Kanun’da yapılan son değişiklikle, çoğunluğunu Ermenistanlı, Gürcistanlı, Romanyalı, Türkmenistanlı, Moldavyalı işçilerin oluşturduğu kayıt dışı göçmenlerin Türkiye’de barınabilmesi artık daha da zor hale geldi. Vize uygulanan veya vize muafiyeti olan ülkelerden Türkiye’ye gelenler, eski yasaya göre, 90 gün Türkiye’de kaldıktan sonra bir günlüğüne yurtdışına çıkıp Türkiye’ye dönebiliyordu.

Yapılan değişiklikle, bir günlük süre 90 güne çıkarıldı. Bu da, ülke dışına çıkmak zorunda kalan göçmenlerin işlerini kaybetmemesi anlamına geliyor. Ayrıca, Türkiye’de çalışmak isteyenler için işverenlerin en az 1330 TL maaş ve sigorta primi ödemesi gerekiyor. Bu da ‘boğaz tokluğu’na sigortasız işlerde çalışmak için Türkiye’ye gelen binlerce kayıt dışı göçmen için şartların daha da zorlaşması anlamına geliyor. İşgücünü kayıt altına almak için yapılan düzenleme, bu haliyle, kayıtsız çalışmayı belki daha da çok teşvik ediyor ve göçmen işgücünü yasadışı kalmaya zorluyor.

Kayıt dışı göçmenlerin kendileri için hayatı daha da zorlaştıran yasa değişikliği sonrası ne düşündüklerini ve ne hissettiklerini anlamak için adı ‘yabancıların otogarı’na çıkan Aksaray’daki Uluslararası Emniyet Otogarı’na gittik. Mikrofonumuzu onlara yönelttik. Okuyacağınız gibi, kayıt dışı göçmenlerin içinde bulundukları güçlükler, artık daha da içinden çıkılmaz bir hale gelmiş durumda.       

***

Biri ankesörlü telefonun yanında, elinde yırtık bir kâğıda yazılmış telefon numarası, geride bıraktığı yakınlarına ulaşmaya çalışıyor. Yakınlara dair o hikâyenin, sadece paraya ihtiyaçları olan insanlarla ilgili olduğuna hiç şüpheniz olmasın. Bir diğerinin gözlerinden, otogarda onu çevreleyen ve kim olduğunu bilmediği insanlardan uzanan eller karşısında korkusu dökülüyor. Bir diğeri, gözlüklerinin ardına saklanarak, “Neden beni çektin, güzel olduğum için mi?” diyerek, karanlık bir dünyaya muzip bir soru işareti bırakıyor. Biri yüzünün yarısını kapının ardına saklayıp diğer yarısını bize gösteriyor ve yardım istiyor. Gençlerden biri ise, hikâyesi birbirinin aynı olan bu insanların koca yüklerini sırtlayıp otogarda hayatını kurtarmaya çalışıyor. Biri kazandığı parayı otobüse kaptırmamak için bagaj pazarlığında. Ve bir diğerinin gözlerinden bütün bu yasadışı hayatlara dair korku, panik ve gölgesiz bir hayatın hikâyesi akıyor.

‘Biri’ diye başlayan bu hikâyelerin bir kısmı onların ağzından dökülse de, anladım ki göçmenlere dair bir bilgi varsa, o da, göçmenlerin bedenleri ve kimlikleri kadar kapalı ve içe dönük...

Otogarın her yerinde bir kaos ve şüphe vardı. Sanki her an kopacak olan bir film şeridi gibi. İnsanların hayatları bir cambazın ipi kadar tehlikeli bir sınırda gidip geliyordu. Ve aslında bir ip cambazıydı göçmenler, yabancısı oldukları bu ülkede.


 

  • Solda Ermenistanlı Marina, Gürcü Nedime ile yolculuk ediyor. Marina yüzünü göstermek istemediği için yüzünü kapıyor. Nedime ise ne yüzünün ne de varlığının fotoğraflanmasını istiyor. Bu yüzden beni dışarıda bırak dedi.

 

 

Nedime (Gürcistanlı)

‘Mutlu olduğumuz için burada değiliz’

İstanbul-Yerevan seferini yapan otobüste ve yaklaşık 50 saat sürecek olan yolculuk öncesi konuştuğum Gürcistan vatandaşı Nedime, ülkedeki her göçmeni kaygılandıran haberi, bakıcılığını yaptığı hastasının akşam yemeğini hazırlarken duymuş. Eksik Türkçesiyle durumu anlamaya çalışmış ama durumunun vahametini Aksaray’daki Uluslararası Emniyet Otogarı’nda benimle konuşunca anladı. Yedi yıldır Türkiye’nin farklı bölgelerinde oradan oraya sürüklenen Nedime, belirsizlikler içinde devam eden hayatı için bir çıkış yolu aramaya çalışıyor. Vizesini uzatıp yeniden Türkiye’ye girmek için çıkacağı yolculuk sırasında kavradığı bu durum, yolculuk öncesi onu daha büyük bir belirsizliğin içine atmış. Fotoğrafını çekmemi istemedi ama hikâyesinin bir bölümünü anlatabileceğini söyledi:

“48 yaşındayım. İlk olarak 2005’te buraya geldim. Gürcistan’daki üç çocuğuma bakmak için hasta bakıcılığı yapıyorum. Buradaki göçmenler, çok mutlu oldukları için burada yaşamayı tercih ediyor değiller. Burada hepimiz görünmez insan gibiyiz. Özellikle dil bilmeyenler Türkçeyi öğrenene kadar dilsizler. Buradayım çünkü para kazanmak zorundayım. Tek nedenim bu. Benim yaşımdaki bir kadın için hem burada içeriye kapanmış bir hayat sürmek çok zor hem de bu yolculukları yapmak.”

  • gözlüklerinin ardına saklanarak “ neden beni çektin, güzel olduğum için mi? “ diyerek, karanlık bir dünyaya ilişkin soru işareti bırakıyordu.

Marina (Ermenistanlı)

‘İstanbul çok korkuttu beni’

Nedime’nin yanındaki Ermenistan vatandaşı Marina’ya çevirdim gözlerimi. Nedime Rusça çeviri için yardımcı oldu. Marina henüz gelmiş Türkiye’ye. 10 gündür buradaymış. “Neden hemen geri dönüyorsun?” deyince başladı anlatmaya:

“İstanbul çok korkuttu beni. 10 gündür buradayım. Bir tekstil fabrikasında çalışmak için geldim. ‘Size kalacak yer vereceğiz; yatak ve banyo var’ dediler. Fakat boş bir odaya gösterip burada kalacaksınız dediler. Çok kötü bir yerdi. Ne yatak vardı ne banyo. Üstelik 700 dolar için anlaşmıştık, 400 dolar vereceklerini söylediler. Çok korktum, çünkü hiç kimse Türkçe bilmiyordu. Şimdi vazgeçtim, geri dönüyorum. Çünkü burası çok korkuttu beni. Şansımı Gürcistan’da deneyeceğim. Orada daha az para kazansam da kendimi daha güvende hissedeceğim.”

 

Sevda (Gürcistanlı Azeri)

‘Doyduğum yer vatanım’

Ziya’ya sorduğum “Neden Azerbaycan’a gitmiyorsun?” soruma en net cevabı ise yine Gürcistan vatandaşı olan bir başka Azeri’den, Sevda’dan aldım: “Doğduğum yer değil, doyduğum yer benim vatanım.”

Göçmenler, bu deyişi Türkiye’de öğrenmişlerdi ve öğrendikleri bu deyiş belki de bu coğrafyada onlara ait tek şeydi.

Ziya (Gürcistanlı Azeri)

‘Gürcü muamelesi yapıyorlardı’

Dışarıda fotoğraf çekmeye devam ederken arkamdan bir ses duydum:

“Abi, kaç para foto?”

“Anlamadım.”

“Kaç para foto dedim?”

“Parayla çekmiyorum, gazeteciyim ben” diye başlayan sohbet sayesinde Ziya ile tanıştım. Gürcistan vatandaşı bir Azeriydi. Bu detayın niye önemli olduğunu sonradan anlayacaktım.

“Eee Ziya, neden Azerbaycan’a gitmiyorsun da Türkiye’ye geliyorsun?”

“Ben 14 yıldır göçmen ve kaçak olarak çalışıyorum. Yolum Türkiye’ye düştü, çünkü ben Azerbaycan’da da yabancıyım. Çünkü Gürcü pasaportum olduğu için bana Gürcü muamelesi yapıyorlar. Yani burası ile orası arasında benim için çok fark yok. Hatta burası daha iyiydi, çünkü burada daha çok iş imkânım vardı.”

27 yaşında olan Ziya 13 yaşında Türkiye’ye gelmiş. İlk olarak Erzurum’a gitmiş. Ve İspir’de çobanlık yapmış uzun yıllar. Sonra da el arabası ile taşımacılık yapmış. 18 yaşına geldiğinde İstanbul’a gelmiş ve ayakkabıcıda haftalığı 100 dolara çalışmış. Birçok işe girip çıkmış.

Şükrü (Göçmen değil)

‘Meyve sebze gibi alınıp satılıyorlar’

Birazdan kalkacak olan bu Gürcistan otobüsünden inip otogardaki restorana yöneldim. Türkçe, Ermenice, Gürcüce, Arapça konuşan insanların sesleri birbirine karışmış; içerdeki uğultuya kulak verip yanına yaklaşıp konuşabileceğim birilerini arıyordum. Ben çorbamı içerken, sonradan Romanyalı olduğunu öğrendiğim biri elindeki gazeteyi hemen arkamda oturan adama gösterdi. Fotoğrafta Romanyalı bir mülteci birlikte yaşadığı adamdan dayak yemişti ve yüzü mosmordu. Kim bu diye sordum. Adam, “Tanıdığım bir kadın. Türkiye’de çalışıyordu, birlikte olduğu adamdan dayak yemiş” deyip uzaklaşırken, “Gazeteciyim. Sana ve bu kadına dair birkaç soru sormak istiyorum” dedim. Gazeteci olduğumu öğrenince adımlarını iyice hızlandırıp restorandan ayrıldı.

Yan masada, adını sonradan öğrendiğim Şükrü abinin telefonu çaldı. Karşısındakine, “Ne zamandan beri Türkiye’de?” diye sorunca, anladım ki telefonun diğer ucundaki kişi, göçmen biri için aramıştı onu. Konuşmalarına kulak verdim:

“Ne zamandan beri Türkiye’de? Hımmm, yakın zamanda vizesi bitecek. Çalıştığı yer yardımcı olmayacak mı? O zaman hemen başka bir yer bulsun. Fazla çalışıp kendi sigortasını ödemek zorunda kalsa da onu sigortalayacak bir yer bulsun ve sigortasını yatırıp bir şekilde vizesini uzatsın. Yoksa yakında buradan ayrılmak zorunda kalacak.”

Konuşması bitince sandalyemi yanaştırıp Şükrü abiden göçmenlerin dünyasını dinlemeye başladım:

“Göçmenler acımasız bir pazarın içindeler. Meyve sebze gibi alınıp satılabiliyorlar. Ama bu adamların da paraya ve ülkelerindeki ailelerine bakmaya ihtiyaçları var. Bu insanlar için en doğru şey nedir bilmiyorum ama şurası belli ki birçoğunun hayatları tek bir âna bağlı. Bu otogara ayaklarını basar basmaz, 7 gün 24 saat burada görevleri bu insanları bir yerlere pazarlamak olan simsarlar, (göçmenleri otogarda karşılayıp, işçiye ihtiyacı olan yerlere yönlendiren insanlar -EA) onları karşılıyorlar ve ofis dediğimiz yerlere götürüp onları farklı iş kollarına yerleştiriyorlar. Ofisler bu insanlar için ödenen maaşın bir kısmına el koyuyor. Yani bir göçmen, haftalık 150 dolar alıyorsa bunun 50 dolarını ofise veriyor. Simsarlar, buldukları insanlar için ona ihtiyacı olan kişileri arıyor, telefondaki kişilerde ihtiyacını karşılıyorsa bu insanları işe alıyor ya da bir sonraki gün ya da hafta gelecek olan diğer göçmenleri bekliyorlar. Evet, bu insanların bir işe ihtiyaçları var ve bu yüzden buradalar. Bu insanların burada daha uygun koşullarda yaşaması için devlet bir şeyler yapmalı ama bu çözüm onları buradan göndermek olmamalı. Bu en son yasa zaten görünmez ve illegal olan bu insanların durumlarını daha da illegalleştirecek ve bu insanlar işlerini kaybetmek istemedikleri için üç ay buradan uzak kalamayacaklarına göre daha da görünmez olacaklar.”