AK Parti’nin ‘biz devletiz’ illüzyonu

20 Şubat günü ise bileşenlerini MAZLUMDER, İnsan Hakları Derneği, Eşit Haklar İzleme Derneği ve Başkent Kadın Platformu’nun oluşturduğu Roboski Adalet Platformu Galatasaray Lisesi önünde bir eylem başlattı. Eylemde basın açıklamasını da okuyan MAZLUMDER İstanbul Şube başkanı Cüneyt Sarıyaşar’la Roboski’de yaşananlar üzerine konuştuk.

Sarıyaşar’dan devlete; “Siz onurunuzu Roboski’de terk ettiniz”

Röportaj: Funda Tosun
fundatosun@agos.com.tr


Şırnak’ın Qileban (Uludere) ilçesi Bujeh (Gülyazı) ve Roboskî ( Ortasu ) köylerinden Irak’a  sınır ticareti için gitmiş ve köylerine dönmekte olan sivillerin üzerine yaklaşık elli gün önce TSK’nın uçakları tarafından bomba yağdırılmış ve 34 insan bu bombalama sonucu hayatını kaybetmişti. Geçtiğimiz haftalarda aralarında MAZLUMDER’in de bulunduğu bir heyet Roboski’ye giderek bir rapor hazırladılar.  20 Şubat günü ise bileşenlerini MAZLUMDER, İnsan Hakları Derneği, Eşit Haklar İzleme Derneği ve Başkent Kadın Platformu’nun oluşturduğu  Roboski Adalet Platformu  Galatasaray Lisesi önünde bir eylem başlattı.  Bombalamada hayatını kaybeden Serhat Encü’nün hikayesinin yazıldığı  bir mektubun, Galatasaray Postanesi’nden Cumhurbaşkanlığı, Başbakanlık, İçişleri ve Adalet Bakanlığı’na postalandığı eylemde  sivil toplum kuruluşları, 34 gün boyunca her gün olayda hayatını kaybeden bir kişinin hikayesini, Cumhurbaşkanlığı, Başbakanlık, Adalet ve İçişleri bakanlıklarına göndereceklerini duyurdu.

Eylemde basın açıklamasını da okuyan MAZLUMDER İstanbul Şube başkanı Cüneyt Sarıyaşar’la  Roboski’de yaşananlar üzerine konuştuk.  

Katliamın üzerinden tam 50 (elli) gün geçti. Yetkililerin duyarsızlığı ve soruşturmanın yavaş yürümesi herkeste adalete olan güveni zayıflattı. Aynı süreçte yanı başımızda Suriye devletinin sivillere yönelik fiillerini kınayan ve sivillere yönelik hiçbir saldırının kabullenilemeyeceğini ifade eden hükümet yetkilileri, kendi ülkelerinde kendi ordusuna ait savaş uçaklarıyla öldürülen sivillerin ailelerinden özür dilemek yerine saldırıda gösterdikleri başarı nedeniyle Genelkurmay Başkanı’na teşekkür ederek toplumun adalet beklentilerini katlettiler” sözleriyle açıklamayı yapan Sarıyaşar,   “Şimdi herkesin olanları bilmeye hakkı var. Orada herkesin bir hikâyesi var. Roboskî’de adalet inşa edilmezse geleceğin karanlık olduğunu herkesingörmesi gerekiyor.. Şimdi hep birlikte “Adalet” diye haykırma zamanıdır.” diyor.

  • Roboski’ye bir heyetle gittiniz, gözlemleriniz neler?

Cüneyt Sarıyaşar - Roboski’deki gözlemlerimiz bire bir insanlarla ve diyalogla oluştu. Annenin gözyaşı, babanın feryadı, ablanın, abinin, çaresizliği bizim gözlemlerimizi oluşturdu. Akşam namazından sonra aydınlatmalarla gittiğimiz mezarda karların üzerine yığılır gibi diz çöken annenin gözünün içine baktığınız zaman gördüğünüz şeyle alakalı gözlem dediğiniz şey.  

Bombardımandan hayatta kalan üç kişiden birisi “ benim tüm kazancım eğer getirebilseydim 50 TL olacaktı” diyor. 50TL, kaç gün ailesinin nafakası olacak bilinmez. İlk defa da gitmiyor bu işe, söylediklerine göre babalarından dedelerinden öğrenmişler bu işi. 

Roboski o gün kaçağa gidenleri yok etmek üzere planlanmış bir operasyon olarak karşımızda duruyor.  Kazaen “ bombayı şuraya sallayacaktım da buraya gitti”  ya da “ yanlış gördüm” değil. Roboski  insan hatasıyla oluşan bir şey değil, insan tasarlamasıyla oluşan bir olay. Bir hata değil yanlış istihbarat yok, kasıtlı istihbarat var.

Hükümetin muktedir olduğunu ispata çalışırken, sahip olduğu devlet erki tıpkı Roboski’de olduğu gibi bir devlet kibrine dönüştü.  “Biz devletiz” algısı artık bir illizyondur.  Toplum da hükümet de bu illizyondan zarar görüyor.

  • Roboski Adalet Platformu olarak öldürülen 34 insan için 34 gün sürecek bir eylem başlattınız. Hükümet yetkililerinden açıklama bekliyorsunuz…

Cüneyt Sarıyaşar - Evet,  Roboski Adalet Platformu olarak, cumhurbaşkanına, başbakana,  içişleri, ve adalet bakanlıklarına,  katledilen  34 can için mektup gönderiyoruz. Diyoruz ki;  Bu olayda olan bitenin  ne olduğunu  aydınlatmanın sorumluluğunu biz sizden  bekliyoruz. Biz bu soruları size sorarız. Çünkü bizim meşru muhatabımız  sizsiniz. Meşruiyetinizde buna sahip çıkıp sorumluluğu üstlenmenizle alakalıdır. Siz bu sorumluluğa sahip çıkıp gerekli hassasiyetle çalışır ve aydınlatırsanız meşruiyetiniz gerçekleşir ve toplumun size inancı ve güvenci artar.

Hükümetin yargı süreciyle alakalı olarak süreci hızlandırmaması ya da sürecin görünür kılınması gerekirken neden yargı gizlilik kararı alıyor? 

Olaydan bir gün sonra olay yerinde bir takım askerlerin delilleri yok ettiklerini  biliyoruz.  Askerler olay mahalline gitmiş ve kalan eşyaların üzerine benzin dökerek yakmış. Orada bir delil karartma var.   Bunun cevabını biz kimden öğreneceğiz. Bizim görmediğimiz, hükümetin elini tutan  ne var? Ki kendi ayağına kurşun sıkıyor. Bu noktadan hükümetin zarar gördüğü açık .Bu anlaşılır değil. Ancak bu bilinmezliklerden öte hükümetin yapabilecekleri üzerinden gidersek şu sorulara hükümet muhatapdır;  

Bombalamadan sonra öldürülen insanların bedenlerini neden  onurlu bir devlete yakışan şekilde helikopter gönderip aldırmadınız? Hani “büyük onurlu devlettiniz? Siz onurunuzu Roboski’de terk ettiniz. Neden öldürülen insanların cesetlerini o insanların annesine babasına kardeşine toplatıp, katırlarla taşıttınız? Devletin bu acziyetinin bunun öncesindeki komplolarla izah edilebilir bir yönü yok.  Bu  noktadan hükümeti kurtaracak herhangi bir şey yok. Biz hükümet ajan provakatörlükten ne netice aldı onu sorgulamıyoruz.  Biz soruyoruz, insan onuruna yakışır bir cenazeyi neden bu halka çok gördünüz?

İkinci olarak, Meclis sınır ötesi operasyon için hükümete yetki veriyor.  Roboski bir sınır ötesi operasyon. Bu sizin bilginiz dışında nasıl yapılabilir? Bunu izah edin.

Üçüncü olarak da Emine Hanım’a  sesleniyoruz. Sanatçı Rojin’e yönelik olarak gösterdiğiniz duyarlılık çok kıymetli ve anlamlıydı. Burada canlarını yitirmiş 34 anne var, neden desteğinizi, ilginizi bu insanlardan esirgiyorsunuz? Biz biliyoruz ki Başbakan ve ailesi jakoben bir hayat tarzı sürmüyor, içimizden birileri gibi yaşıyor ve toplumda Başbakan ve ailesinin böyle bir insanlık vahşetini önemseyeceğine yönelik bir hüsnü zan var. Neden bu hüsnü zannın gereği bir türlü yapılamıyor.  Neden Roboski’ye gitmiyorsunuz ?

Son olarak, özür dilemek çok önemli bir görevdi, neden bunu yapmadınız? Hüseyin Çelik’in tazminatı özre ikame eden lafları ve ardından yaptığı patinajları yeterli mi gördünüz?

Hala zaman geç değil hem bizim çağrımız hem de o mazlum insanların beklediğidir, Cumhurbaşkanı ve  başbakan ile eşleri,  ailelerinden yakınları bu vazifeyi  yani özrü ve taziyeyi yerine getirebilir. Telefon yüreklerini ısıtır, ziyaret ise ocaklarını…Bu  tazminattan da  öte çok değerli ve önemli sosyolojik  karşılığı olan bir tavırdır…

AK Parti bugün BDP’nin veya PKK’nın Kürt halkının temsilcisi olmadığıyla ilgili bir iddiada bulunmaktadır.  Bu konuda Başbakan’ın ifadeleri malumumuz, şimdi Başbakan’ın doldurduğu yerden değil de boş bıraktığı yerden bir soru sormak istiyoruz. Diyoruz ki  Ak partinin  yetmiş kadar milletvekili var bu sosyolojiden gelen, etnik olarak Kürt olan ise  100 civarı. Bu milletvekillerinden kaç tanesini biz kamuoyunda Kürt sorununu konuşurken görüyoruz. Bu sorulara verdiğiniz yanıt sizin temsiliyetinizin ne kadar olduğuyla da alakalıdır. Meclis’te 30 tane BDP milletvekiline söz söyleyip kendi vekillerinizi eleştiriden ayrı tutuyorsanız  adalet ve kalkınmanın adalet bölümü eksik kalmış demektir.  Bölge milletvekillerinin orada resmigeçit yapması icap ederken kaç tanesini Uludere’de gördük. Gördük mü? Hala da görmüyoruz…

 ‘Hükümet Dink davasında kendi ayağına kurşun sıktı’

  • Etyen Mahçupyan’ın başlattığı bir tartışma yaşandı geçenlerde. Özetle Hrant Dink'in Hrant'ın Arkadaşları grubunun sol ve sosyalist kimliklerinin Dink’i 'solcu Ermeni' kimliğine mahkûm ettiğini ve bu durumun da  İslami kesimin Dink’i sahiplenmesi önünde bir engel oluşturduğunu savundu Mahçupyan. Bu konuda son olarak Hilal Kaplan, Dink’in İslami kesim tarafından yeterince sahiplenilmemesinin sorumluluğunun Hrant’ın Arkadaşları’nda değil İslami kesiminde aranması gerektiğini belirten ve bu konuda “Müslümanları” özeleştiri yapmaya davet eden bir yazı yazdı.  Siz tüm bunlar üzerine ne düşünüyorsunuz?

Cüneyt Sarıyaşar - Öncelikle şunu belirtmek istiyorum. Hrant’ın cenaze ve anmalarındaki kalabalık onun kendini ifadelendirmesinin  karşılığıdır. Hrant bu toprakların insanı olmayı ve birbirimizle bir arada yaşam alışkanlığımızı bozan unsurların üzerine gitmeyi öğretti.  Karşıtlıklar üzerinden değil  birliktelik üzerinden  meseleye yaklaştı. Bu “aman devleti parçalamayalım” birlikteliği değil, insan üzerinden kurulan bir birliktelikti, bu müthiş inşa edici ve karşı tarafı da tedavi eden bir yaklaşımdı. Hrant’ın Müslüman kesimle olan diyalogu çorak bir toprakta tırnaklarıyla kazıyarak yeşerttiği bir durumdur.İnsani ve insan için...

“Türk kimliği bu topluma giydirilmiş deli gömleğidir”

Cüneyt Sarıyaşar - Çeşitli etnik gruplar bin yıldır bu topraklarda bir şekilde birlikte yaşamayı başarmışken, yaşadığımız yüzyıl insan katlinin ne demek olduğunu maalesef bize öğretmiştir.  İkinci mecliste oluşturulan ilk darbeyle 1924 Anayasanın yarattığı Türk kimliği bu topluma giydirilen bir deli gömleğidir.  Bu yüzyılda sosyal fay hatları oluşturulmuş ve düşmanlık üretilmiştir.  Bir halkın topyekûn sürüldüğü,  kalanların yok edildiği, çocukların kendi kimliklerini unutup bilmediği bir maceraya sürüklendiği yüzyıldır bahsettiğimiz. Ermeniler  yaşananın soykırım olduğunu, Türkler ise soykırım olmadığını iddia ediyorlar.  Bu kutuplaşma üzerinden meselenin esasının ne olduğu gözden kaçıyor.  Yaşananın adının ne olduğundan çok yaşananın hakkını vermemiz gerekiyor. Geride dehşetli insan hikâyelerinin kaldığı olaylar yaşanmıştır.  Yaşananların ardından birçok Ermeni çocuğu anasız babasız kaldı ve evlat edinildi. Bu çocuklar ana dillerini kültürlerini unutup gittiği ailenin kimliğini benimsedi. Kürt oldu, Türk oldu, Müslüman oldu…  Bunun yarattığı insanı travma bence olayı anlamakta yeterlidir. 

 

Şimdi asıl sorunuza gelirsek,  Hrant’ın anma yürüyüşlerinde kitlenin çoğunun sol ve sosyalist olduğu tespiti doğrudur  ve bence bu da  gayet normal, çünkü Hrant Sosyalistti.  Dolayısıyla bu işi üstlenen süreci omuzlayan arkadaşları da sosyalist. Mahçupyan’ın söyledikleri arasında bence doğru olan, ideolojik olan  yaklaşımın  insani olanın önüne geçmesi durumunda kaçınılmaz olarak birilerini çekip birilerini ittiğiniz tespiti. Burada ideolojik olanın da insan için olduğu gerçeğini yadsımadan, insani olanın tüm ideolojilerin önünde olması gerektiğine inandığımızı bir kez daha vurguluyoruz. Müslümanların  Hrant konusunda yaklaşımı çok nettir. Müslümanlar derken İslam ve Kur’an’ın öğretisini önceleyen insanlardan bahsediyoruz, yoksa muhafazakar kitleden değil.  Kavmi ve ideolojik duyarlılıklarını insani olanın önüne taşıyanlardan değil. Yine  çok geniş olmamakla birlikte ırkçı ve devletçi  damardan da  değil. Hani olay sonrasında bayraklarla poz verirdiler ya, bunların ciddi bir toplumsal karşılığı olmadığı kanaatindeyim, bizim işimiz onlarla da değil.  İslam öğretisini benimseyen insanlara dönersek, Hrant’ın  öldürülmesi ile duruşu ve katlindeki mazlumiyeti bu insanlar üzerinde büyük etki yaratmış, kitlesel manada bu etki ifade bulmasa da bireysel anlamda derin bir yer oluşturmuştur.  Biz de 19 Ocak’ta kitlemizle  yürüyüşteydik.   Pek çok kişi de bireysel olarak…

  • Mazlumder’in tabanını düşündüğümüzde anma yürüyüşüne kitleniz yeterli sayıda katılım sağladı mı?

Cüneyt Sarıyaşar - Biz çağrımızı bütün kitlemize yaptık ancak ben tanıdığım 40 -50 kişiyi görebildim.Tabii ki bu kadar katılım oldu demek doğru değil. Ancak yoğun bir katılım olmadığı da bir gerçek.  Neden böyle olduğu sorusunun yanıtı çok yönlüdür. Bir taraftan Mahçupyan’ın altını çizdiği kitlenin ideolojik duruşunun yarattığı bir durum var.  Bu durum Türkiye’de sol ile İslamın yüzleşmesi gereken kronik problemlere tekabül ediyor.  Şöyle anlatmaya çalışayım size,  mesala Uğur Mumcu katledildiğinde, yapılan yürüyüşlerde “Kahrolsun şeriat” diye sloganlarla yüründü.  Şimdi Mumcu’nun katilleri Silivri’de ve içlerinde tek bir “şeriatçı” yok. Orada şeriat üzerinden slogan atarken insanların inançları hedefe konuluyordu aslında. Söylemek istediğim bu toplumda üretilmiş düşmanlıklar ve kutuplar var ve bu kutuplardan bir tarafı Sol diğer tarafı da İslami kesim.  Bu kutupların alanlarda birlikte mücadele etmesi zaman alacak. Ama bence Hrant’ın cenazesi bu kutuplaşmayı yok eden en başarılı örneklerden birisi...

Öte yandan, sağ dediğimiz muhafazakar ideolojiye mensup insanların zihinsel refleksleri de diğer toplumsal gruplar gibi değil. Onlar sadece beklerler, mücadele etmezler.  Yani sadece Hrant’ın davasına değil kendilerini yakın gördükleri davalara da sahip çıkmazlar. Duran ve bekleyen bu zihniyet ile biz zaten kendi kitlesel pratiklerimizde de sorun yaşıyoruz. Diğer taraftan tabloya birde karşıdan bakarsanız bu kitlesel eylemlerin sonrasında ne kadar geniş bir kitleye hitap ettiği de önemlidir. Bu bağlamda bu eylemlerde her kesimden insanların olması önemlidir. Bu bağlamda bu etkinlikler ortaklaşır,  görünür bir şekilde dilleri ve ifade tarzları ile Müslümanlar da aktif katılırsa geniş bir toplumsal karşılığı olur. Sadece eylemlerde değil  bizim kendi sosyolojimizde yapılan pek çok etkinlikte de  Hrant  bir mazlum olarak  anılmaktadır. Sahiplenme biraz da böyle bir şeydir…

 ‘Ergenekon’un suçu da Başbakan’ın sırtındadır

 

  • AK Parti’nin Dink davası sürecindeki tavrını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Cüneyt Sarıyaşar - Bu soruya kestirmeden AK Parti’ye şunları bunları yapmadı diyerek cevaplandırmak mümkün, bu konuda zaten çok fazla izaha da gerek yok, çünkü önümüzde duruyor AK Parti’nin neleri yapmadığı. Ama eğer niyetimiz AK Partiyi anlamak ise, meseleye bence şöyle bakmamız gerekiyor.  Şimdi, 12 Haziran seçimleri AK Parti’nin yüzde kaç iktidar olduğunu göstergesidir. Yani halkın ne kadarının AK Parti’yi  desteklediğinin göstergesidir.   Her iki kişiden biri AK Parti’ye oy veriyor. Yine bu iki kişiden biri dindar kesimden geliyor. Yani tabanının büyük çoğunluğu dindar olan bir partiden bahsediyoruz.  28 Şubat sürecinde mağdur edilmiş insanların kredisiyle iktidara gelmiş bir parti olarak AK Parti iktidarlarının sekizinci yılında başörtüsü ile ilgili ne yapıyor?  Tabanının en doğal talebi olan başörtüsü konusundaki  Meclis’teki direnci kabul ediyor. Hatta bu dirence yenik düşüyor. Bu tutum Türkiye’de açıkça halkın ne kadar iktidar olduğu sorusunu gündeme getirmektedir.  AK Parti halkın iktidarını yeterince taşıyabiliyor mu? Gözlemlediğimiz o ki AK Parti iddia ettiği kadar muktedir değil. Hâlâ önünde duvarlar var ve her duvara tosladığında da AK Parti kendi ayağına kurşun sıkıyor.  Bunu başörtüsü meselesinde de,  Dink davasında da görüyoruz.

Şimdi “halktan aldığımız güçle” sözünü her fırsatta kullanan Başbakan’dan bir izahat bekliyoruz.  Eğer icraatlarını engelleyen unsurlar varsa bunu halkla paylaşmalılar, demeliler ki “biz bu unsurlarla mücadele edemiyoruz, bize engel oluyorlar”.  Çünkü iktidar odaklarını geriletmenin yolu bu dirençleri halkla paylaşmaktır.

Öte yandan, AK Parti ideolojik bir parti değildir. Çıkarlar çerçevesinde birleşen bir partidir. Yani AK Parti 28 Şubat darbesinin mağdurlarını ve 70’lerde yükselişe geçen İslami entelektüel hareketi ve  geçmişten gelen Milli Nizam hareketinin mirasını kapsayan, bu anlamda bir rüzgarı arkasına alan, içinde  Liberaller, muhafazakârlar, dindar, milliyetçi, tarikatçi, gibi pek çok unsurun ortaklaştığı bir koalisyondur. İslamcı ideoloji parti içinde sadece  bir katalizör görevi görmektedir. Ve zannımızca biraz evvel bahsettiğimiz direnç odakları sadece AK Parti’nin dışında değil kendi içinde de mevcuttur.  AK Parti’nin kendi içinden de Hrant’ın davasını akamete uğratan güçler var diye düşünüyoruz. Ancak bu noktada biz sözümüzü karanlık odaklara değil iktidara söylemeliyiz.  Yani  Ergenekon’un suçu da Başbakan’ın sırtındadır.  Çünkü Ergenekon’u temizleme yetkisini biz ona verdik.

 

Kategoriler

Güncel Gündem