Ermeni toplumu soykırımla ‘gerçekten’ yüzleşmedi

40'lı ve 50'li yıllarda New York'taki Ermeni toplumunun içinde büyüyen Amerikalı Ermeni Arlene Avakian, hayatını kadın, cinsiyet ve cinsellik odaklı çalışmlara adamış bir feminist. 'Savaş ve Siyasal Şiddette Hafıza ve Toplumsal Cinsiyet Genç Araştırmacılar Konferansı'na katılmak üzere Türkiye'ye gelen Avakian'la, travma aktarımı ve hayatta kalma konularına feminist bir bakış açısından baktık.

FATİH GÖKHAN DİLER
fgdiler@agos.com.tr

FOTOĞRAF: BERGE ARABIAN

Ermeni Diasporası’nın içinde büyüyen birisi için soykırım ve inkâr, neredeyse her şeyin merkezinde yer alır. Bir yandan da soykırımdan kurtulanların yaşadıkları travmatik olayları sonraki kuşaklara aktardıkları tecrübeler, soykırımın inkâr edilmesi veya tanınması etrafında kümeleşen büyük ilgi ve tartışmanın dışında, üzerinde uzun uzun çalışılması ve düşünülmesi gereken başka alanlar yaratıyor. 2000'li yıllarda bu anlamda bir tür 'hafıza patlaması' yaşandı. Soykırımın, kimlik ve kültür inşa ederken, kuşaklar boyu toplumları ne kadar etkilediği artık daha farklı platformlarda ve farklı bağlamlarda ele alınır oldu. 40'lı ve 50'li yıllarda New York'taki Ermeni toplumunun içinde büyüyen Amerikalı Ermeni Arlene Avakian, hayatını kadın, cinsiyet ve cinsellik odaklı çalışmlara adamış bir feminist. 'Savaş ve Siyasal Şiddette Hafıza ve Toplumsal Cinsiyet Genç Araştırmacılar Konferansı'na katılmak üzere Türkiye'ye gelen Avakian'la, travma aktarımı ve hayatta kalma konularına feminist bir bakış açısından baktık.

  • Çalışmalarınız içeriğinde 'travma aktarımı' ifadesi sıkça geçiyor, bu konuya özel ilgi gösteriyorsunuz. Soykırımın yarattığı travma size nasıl aktarıldı?   

Ailem soykırım hakkında hiç konuşmadı. Ben de soykırım hakkında hiçbir şey bilmiyordum açıkçası. 1939'da doğdum, New York'ta, hiç kimsenin soykırım hakkında konuşmadığı bir dönemde büyüdüm. Ermeni toplumu olarak hepimiz medyayla sunulan imajlardan etkileniyorduk, her ne kadar etrafımız diğer 'diğerleri'yle, yani Rum, Yahudi ve diğerleriyle sarılı olsa da biz medyada, o yaşam dergilerinde ve filmlerde gördüğümüz insanlar gibi olmak, yani tam anlamıyla asimile olmak istiyorduk. Babam İranlı, annemse Türkiyeli, Kastamonu'dan. Hiçbiri soykırım hakkında konuşmuyordu, ne babam İran hakkında ne de annem Türkiye hakkında bir şeyler söylüyordu. Bir tek büyükannem 'sana hikâyemi anlatmak istiyorum' derdi. Ona sürekli 'Anlat büyükanne' derdim ama bunu ta ki ben 14 yaşına gelene kadar yapmadı. Beni karşısına oturttu ve soykırımdan nasıl kurtulduğunu anlattı.

  • Sizi nasıl etkiledi?

Daha fazla duymak istemiyordum, hiç kimse bundan bahsetmemişti, ben de daha önce hiçbir yerde bu konuyu duymamıştım. Daha sonra üniversitede soykırımla ilgili bir dönem ödevi hazırladım. Yine de soykırım hakkında konuşmak istemiyordum. Fark ettim ki etrafımda bu korkunç meseleden beni uzaklaştırabilecek bir şey yoktu. Yıllar boyunca bu konuda çalıştım, terapistlere gittim. Konuşabileceğim başka Ermeni kız ve erkekler vardı ama ben asimile olmak istiyordum. Onlar gibi olmak istemiyordum. Bu bahsettiğim 50'lerde nasıl bir şeydi, bunu açıklamak çok güç. O dönem ABD'de, bir etnik kimliğe sahip olmak, egzotik ya da başka türlü olmak iyi bir şey değildi. Bazı kişiler etnik gruplar içinde yer aldı. Benim ailemse kiliseye pek gitmezdi, diğer organizasyonlara dahil olmazlardı. Ermeniliği ailemden görüyordum ve onların da hiç arkadaşları yoktu, sonuçta bir şeylerden kaçmaya çalışıyordum sürekli.

  • “Daha fazla duymak istemiyordum” dediğiniz şey, bugün sizin çalışma konunuza nasıl dönüştü?

30'larıma geldiğimde büyükannemin hikâyesini tekrar dinlemem gerektiğine karar verdim. Daha sonra başka çalışmalar, atölye çalışmaları yaptım, bunlar soykırımın etkileriyle ilgiliydi. Çok korkunçtu, o güne kadar kimse bu konuyla ilgilenmemişti, tüm çalışmalar 'Türkiye neden soykırımı kabul etmedi?' sorusuna odaklanmıştı. Atölye çalışmasının sonunda 'Bize ne olacak? Soykırımın bizim üstümüzdeki etkileri ne olacak?' diye sorduğumu hatırlıyorum. Kimse bunları konuşmak istememişti. Tekrar o hikâyeyi dinlemeye karar verdim, ama o güne kadar da ırkçılık, ayrımcılık gibi konularda çok şey öğrenmiştim. Irkçılık beni çok etkilemişti ve bu mesele üzerine çok vakit harcadım. Sonuç olarak gittim ve büyükannemle ve aynı zamanda babam ve annemle mülakatlar yaptım. Bana o an çarpıcı gelen şey - tabii ki hikâyeyi öyle veya böyle hatırlıyordum çünkü hikâye çok güçlüydü, unutmak istemiş ama yapamamıştım - hikâye tamı tamına aklımda kaldığı haliyle aynıydı, hikâyenin tepe noktasıysa amcamı almaya gittikleri zamandı. Türkler onu almış ve Türk olarak yetiştirmek için kampa koymuştu. Büyükannem birtakım mücevher ve değerli eşya saklamayı başarmıştı ve geri dönüp, onu bulmuştu. Kastamonu'da polis memuru bir tanıdıkları varmış ve onun vasıtasıyla amcamı geri almış. Bu onun hikâyesinin en tepe noktası.

  • Bu hikâyeyi farklı dönemlerde dinledikten sonra üzerinizdeki etkisi ne oldu?

Bu çalışma üzerine gerçekten uzun süredir çalışıyorum. 1990'larda yayımlanmıştı ama üzerinde çalışmaya devam ettim, bu soykırımdan kurtulma hikâyesi zihnimde işlemeye devam ediyor. O dönem, bir feminist olarak, büyükannemin hikâyeyi anlatış biçimi - çok güçlü bir şekilde anlatmıştı - onu kurbandan çok bir kahraman yapmıştı, bir feminist olarak bu harika diye düşünmüştüm. Ama şimdi bu hikâye onu bir kurban mı, yoksa hayatta kalmayı başaran biri mi yaptı emin değilim. Bu tür sorular üretmeye başladım. Büyükannem hem ataerkil yapıyı, hem de feminizmi aynı anda bana aktardı diyebilirim. Erkekleri üstte tutuyordu, çok açık bir şekilde erkek kardeşimi tercih ederdi. Güçlü ve karizmatik bir kadındı ve bu açıdan, evet, o bir 'kurtulan', fakat başka yollarla bana erkeklerin tercih edildiğini göstermiş oldu. Hem Amerikan, hem de Ermeni kültüründe...

  • Soykırımın etkileri üzerine cinsiyet, kadın ve cinsellik temelli çalışmalar var mı?

Ermeni Soykırımı'nı konu alan cinsiyet çalışması pek yok ve sorun da bu aslında. Soykırımın üzerinden 99 yıl geçti ve 40 yıllık bir kadın hareketi geçmişi var ve pratik olarak baktığımızda bu alanda hiçbir şey yok. Birtakım işler yeni yeni ortaya çıkmaya başladı, mesela Ayşe Gül Altınay bu konuya Müslümanlaştırılmış Ermeniler açısından değinmeye çalışıyor. Soykırımın aynı zamanda cinsiyet temelli bir şey olduğunu da biliyoruz, erkekler ve kadınlar farklı muamele gördü, ama bu konu hiç çalışılmadı. Bu durumun etkileri bilinmiyor. Türkiye'nin soykırımı tanımasıyla ilgili Diaspora'da bir sürü şey yapılıyor ama erkeklere ve kadınlara neler yapıldı, farklar nelerdi, bu hayatta kalanları nasıl etkiledi, sonraki kuşakları nasıl etkiledi, Ermeni toplumunda erkeklik ve kadınlık kavramlarını nasıl etkiledi ya da cinselliği nasıl etkiledi, bu konularda hiçbir şey bilmiyoruz. Bu sadece son dönemde çalışılmaya başlandı. Diaspora'daki organizasyonların araştırmaya çok para harcadığını biliyorum ve bu para çok büyük oranda soykırımı ispatlamaya harcanıyor, durmadan soykırımı ispatlamaya çalışıyorlar.

  • Bu çalışmaların bir kısmı Türkiye'deki feministler tarafından yapıldı, bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Bu benim gibi bir Amerikalı Ermeni için gerçekten şaşırtıcı. Fakat söylemeliyim ki bazıları gerçekten yolu açıyor. Ulus kavramının baba tarafından aktarıldığı söylenir, fakat soykırımdan sonra bu değişti, çünkü insana ihtiyaç vardı. Müslümanlaştırılmış Ermeniler kurtarıldı, kadınlar ve çocuklar, tabii ki başlarında babaları olmasa da onlar Ermeni’ydi ve babalarının Arap mı, Türk mü olduğunu bilmiyorduk. 'İhtiyaç' sebebiyle cinsiyetin, soyun aktarılmasındaki rolü değişti, bu konuları araştırma olmadan bilemezdik. Bunları bilmemiz çok önemli, ama daha fazlasına ihtiyacımız var. Holokost'a bakın, tonlarca araştırma var ortada.

  • Bu konuları Türkiyeli akademisyenlerle Türkiye'de tartışmak sizde nasıl bir duygu uyandırıyor?

Bana bakacak olursak, ben asla buraya geleceğimi düşünmezdim, aklıma bile gelmezdi, asla. Ayşe Gül Altınay, bir gün bana e-mail gönderdi. 2009’da neredeyse silecektim, gözlerime inanamadım, gerçekten şaka olduğunu düşündüm. Bir Türk kadın benden Türkiye'de bir konuşma yapmamı istiyor. Sadece etkinlik Hrant Dink adına olduğu için, orada Hrant'ın ismi geçtiği için o e-maili silmedim. Şimdi bu benim beşinci kez Türkiye'ye gelişim oluyor. İnanılacak gibi değil. İnanır mısın, yaptığım çalışmalar burada Diaspora'dakinden çok daha fazla değer görüyor. Ayşe Gül'e cevap yazdım ve çalışmamın Ermenilerle ilgili olduğunu söyledim, o da “Tabii ki bunu ve senin diğer çalışmalarını biliyoruz ve bu yüzden seni çağırıyoruz” dedi. Diaspora'da çalışmalarımı beğenmezler, çünkü Ermeni toplumuna karşı eleştiriler yaparım.

  • Diaspora'nın Türkiye'ye olan ilgisi artıyor. Kurumsal olarak soykırımı anmaya İstanbul'a geliyorlar, bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Diaspora, Türkiye'ye farklı şekillerde geliyor. Habab Çeşmeleri için de gelmiştim, bu muhteşem bir deneyimdi, eve geri döndüğümde haftalık yayın yapan bir Diaspora dergisinden birisinin de orada olduğunu ve yazdığı şeyleri gördüm. Onun yaptığı değerlendirmelere inanamazsınız. 'Bu Türkler ne yaptığını sanıyor' şeklinde, Fethiye Çetin'in yaptığı şeyi görmek istemiyorlardı. 'Hayır! O hâlâ Türk' diyorlardı, bu korkunç. Sonra başka birisi, Hrant Dink Konferası hakkında bir şeyler yazdı. Ben de aynı yerde, aynı şeylere şahit oldum ve olanlar bence inanılmazdı. Kürtçe, Türkçe ve Ermenice şarkılar söylenmesi inanılmazdı. Bize ulaşmaya çalışan insanlara karşı neden sırtımızı çeviriyoruz? Ortaya çıkıp 'Ben Türk'üm, sen Ermeni, hadi gel arkadaş olalım' demiyorlar ki, ortaya bir iş çıkarıyorlar. Ben Türk'üm ve soykırımı kabul ediyorum ve kendi durumumu riske atarak bütün bunları yapıyorum diyorlar. Riske atıyorlar kendilerini, onların başına neler gelebileceğini kim bilebilir ki? Sonra orta üst sınıfa mensup bir Diaspora Ermenisi ortaya çıkıp bu insanları eleştirecek.

  • Ermeni toplumunun soykırımla 'gerçekten' yüzleşmediğini sıkça söylüyorsunuz.

Evet, Türkiye'yi suçluyoruz. 1980'lerde iki psikiyatrist vardı, araştırma yaptılar ve Ermeniler psikolojik olarak hasarlı ve Türkiye soykırımı tanıyınca iyileşecek dediler. Bu saçmalık! Yahudiler iyileşmedi, hâlâ mücadele ediyorlar. Acıyla, kayıplarınla yüzleşmen gerekiyor. Bunların hiçbiri olmadı, böyle çalışmalar yapılmadı. 100. sene olacak ve sonra ne yapacağız? Hrant da bütün bu meselelerle uğraşıyordu. Bir kültürün yetişmesi, büyümesi gerekir. Bugün hissedilen dürtü elimizdekine tutunmalıyız şeklinde, biliyorsunuz, “Yok edildik, toplumumuzdan az kişi kaldı” gibi söylemler, fakat bunu yaparsanız asıl o zaman bu kültürü, kimliği yok etmiş olacaksınız, çünkü kültür bir bitki gibi yetişmeli, beslenmeli ve büyümeli, fakat bunu o kültürü bir kafese tıkarak yapamazsınız.



‘Anma etkinliği Taksim’de olduğu için endişeliyim’
 

  • Soykırım anması için İstanbul'da olmak nasıl bir duygu?

İstanbul'a soykırım anmasına katılmak için ilk defa geldim. Bu, çok özel bir his çünkü buradaki soykırım anmaları dünyadaki diğer yerlere kıyasla çok daha farklı. ABD'de hiçbir anma etkinliğine katılmadım, çünkü çok milliyetçi bir tutumla yapılıyor. Bu gelişmiş milliyetçiliğin bir toplum için pek sağlıklı olabileceğini düşünmüyorum. Anma etkinliği Taksim'de olduğu için biraz endişeliyim tabii.

  • Diaspora'yı çok sıkı eleştirdiniz. Peki, Diaspora'nın geleceği için hiç 'umut' görmüyor musunuz?

Ermeni toplumu çok kapalı, bilemiyorum, bu durum elini kolunu bağlıyor. Toplumun bu denli muhafazakâr olması bence zayıflıktan kaynaklanıyor. Bu psikolojik zayıflığın üstesinden nasıl gelineceğini bilemiyorum. Bunu denedim, toplantılara, konferaslara katıldım ama artık durum bana umutsuz geliyor. Boston'da soykırımın etkilerini konuşabileceğimiz bir konferans düzenledik mesela. Orada 7 kilise ve milyon tane Ermeni var, ama sadece yirmi kişi geldi bu atölye çalışmasına. Ben bu çalışmaları, soykırımdan kurtulan insanların torunları neler yaşıyor, neler hissediyor, bütün bunları öğrenmek için yapıyorum. Benim için bunların konuşulmaması, toplum tarafından reddedilmesi, soykırımın devamı gibi. Soykırımın etkileri devam ediyor ve toplum kendi kendine yaptıkları için Türkiye'yi suçlamayaz.    

 

Kategoriler

Güncel Diaspora Gündem