Bir Kürt çizeceksin

Volkan Eke, ‘Kürtmaker’ adlı oyunun toplumsal ilişki ve tahayyüldeki tahribatını yazdı: “Düşünsel çorak toprakları zehirleyen bu toksik sular nasıl atılacak?”

VOLKAN EKE
volkan.eke@gmail.com

Bir ilişkilenme çölünde hayatta kalmaya çalışıyoruz. Birbirimizle ister istemez kurduğumuz ilişkilerde, çorak ve çatlak bir araziden başka bir zeminimiz yok. Bundan daha derinini tahayyül edemiyor ve başka tahayyüllere karşı irkiliyoruz. ‘Barış süreci’ dendiğinde sahiden bir süreçten bahsediliyorsa eğer, bu sürecin; en acil ve pratik amacı olan savaşın bitmesinin ardından gelecek, gelse hiç fena olmayacak, bir toplumsal onarımı da içermesi gerekmekteydi hâlbuki. Galiba çorak arazileri tarıma müsait hale getirme projelerinden daha elzemi, ilişkilerimizin tarımıyla ilgilenmek olacak.

Tarihini ıskalamadıysam şayet, Ocak 2014’te radarımıza bir başka sefillik girdi: ‘Kürtmaker’ adında bir oyun. Önceleri mizah dendi, gül geç dendi; anlam arayanlara karşı alınan cephe gerçekten tedirginlik verici boyutlardaydı. Söz konusu tedirginliği, gündelik hayatın ferahlatıcı ilişkileriyle onarmaya çalışanların yaşadığı, o bilindik eski sıkıntının önlenemez geri dönüşüydü. Birbirleriyle etkileşime girmenin, hayat ve anlam dünyamızın tamamına hükmetmekten hiç çekinmeyen o kötücül fasit dairenin konforlu sınırlarına sığmaktan başka bir yolunu göremeyenler içinse hiçbir gariplik yoktu.

Bahis konusu oyunda oyuncu, kendisine verilen birtakım aksesuar ve tipleme seçeneklerini kullanarak, oyunun tanımında da olduğu gibi “tipik bir Kürt” resmi yaratıyor. Tahmini zor değil, oyunda elde edilebilecek tipleme repertuarı, elbette ırkçı stereotiplerle kısıtlı. Haliyle oyuncunun da bu stereotipleri yaratmanın aklı yormayan, rahat bozmayan fasit dairesinin içerisinde eğlencesine bakması bekleniyor. “Komik işte, ne var bunda?” minvalindeki savunmalar ise ırkçılığın sembolik versiyonunun vardığı boyutları tekrar gözler önüne sermesi açısından oldukça işlevsel kalıyor.

Gül geç

“Ne var bunda bu kadar ciddiye alacak? Alt tarafı bir oyun. Gül geç işte.” Öyle ‘işte’lerle bitseydi keşke. Bu savunmanın temelinde sanıyorum ki, öncelikle yaşantının eğlencelik ve ciddi kısımlarının ayrı bölmeler olduğu zannı yatıyor. Yani hayatta bir eğlencelik şeyler var, bir de ciddiye alınacaklar. İkisini birbirine karıştırmamak gerek. Fakat kültür dediğin şeyin tam da bu tecrit edilebileceği zannedilen bölmelerin oluklarından akarak, hepsini birbirine katan bir su olduğu görmezden geliniyor. Sonuçta bu su, bir kez zehirlendikten sonra, aktığı yerlerde de gelecek nesillerde izi kalacak toksik bir etki bırakıyor.

Netice itibariyle keskin sınırlarla birbirlerinden ayrıldığı varsayılan onca şeyin arasında yadsınamaz bir geçişkenlik varken, ne yazık ki, gülüp geçmek pek mümkün değil. Haliyle çıtır çerez bir oyun hadsizce ve iştahla tüketildikten sonra, meseleyi o çerezin çıtırını, çöpünü temizleyecek olanlara sormak lazım.

Bunun yanı sıra, bir de oyunların ciddiye alınmaması gerektiği iddiası yer almaktadır ki, içler acısı… Oyunların kendi içlerinde bambaşka kuralları olduğu, her birinin başlı başına son derece ciddiyetle belirlenmiş karmaşık birer kurallar, davranışlar ve pozisyonlar bütünü olduğunu görmezden gelmek isabetli olmaz. Bu karmaşık bütün ne zaman oyunun içinde, ne zaman dışında olunduğunu belirlediği gibi hiçbir oyun da uzay boşluğunda, toplumun geri kalanından soyutlanmış bir vakum içinde suya sabuna dokunmadan sürüklenmemekte. Zira bu “aman canım al tarafı bir oyun” olan ‘Kürtmaker’in oyuncuları da, yaptıkları görselleri sosyal medyada paylaşmakta bir beis görmemekte. Kaldı ki, herhangi bir paylaşım olmasa dahi, söz konusu oyunun, ırkçı stereotipleri oyuncuların zihninden alıp, bir oyun masumiyeti atfederek yine oraya gömdüğü de gün gibi aşikâr.

Böylelikle, ‘Kürtmaker’de yapılan resimleri yapmak ve paylaşmakta gülünç olan şey, söz konusu resimlerden ziyade bu resimlerin altında yatan varsayımları paylaşanların üstten bakan kibridir.

Kürt arkadaşım da beğendi

Kimisi de diyor ki, eğer ‘Kürtmaker’ gibi ‘Türkmaker’ diye bir oyun da olursa ortada ırkçılık falan kalmaz. Yani ‘eşitlik’ prensibinin son derece çarpık bir şekilde baş üstünde döndürülmesi neticesinde ortaya çıkan şu ırkçılıkta mütekabiliyet arayışı… Hani şu, sorunun, bütün etnik kimliklerle aynı oranda dalga geçilince ortadan kalkacağı zannı… Bunu ileri sürerken de sorunun kendisinin herhangi bir etnik kimliği rencide etmekten kaynaklandığını tamamıyla göz ardı etmek isteği. Bu da herhalde son moda bir sembolik ırkçılık savunması olarak tarihe geçmeli.

Elinde balta, çivili sopa, tüfek veya roketatar bulunan, üstünde atlet vs. gibi son derece ‘tipik Kürt’ simgeleriyle bezenmiş görseller yarattıktan sonra, Kürt arkadaşıyla beraber kahkahalarla güldüğünü belirtenler de olmuş. Bence bu da çok yerinde bir savunmaydı, zira herkesin çok iyi bildiği gibi ırkçılık, eğer mağduru olduğu düşünülen kimlik sahibi öyle uygun görmüyorsa ırkçılık sayılmaz. Bir çeşit ırkçılık bilirkişiliği oluşturma çabası... Oysa ki, ırkçılığı tespit edecek olan illa ki ırkçılığa maruz kalanlar değil, ırkçılığın ne olduğuna dair birtakım kıstaslardır. Zira herhangi bir etnik kimliğe mensup olmak ile o etnik kimliği yaşama hallerinin çeşitliliği arasında biraz mesafe var.

Denebilir ki, ırkçılığın fiziksel tarihi olan savaşların ardından artık öylesi eski moda bir ırkçılık tedavülden kalktı. Buna karşılık artık ırkçılığın çok daha üstü kapalı ve maharet gerektiren biçimlerinin ortaya çıktığı da bir gerçek. Bu tür masumiyet görüntüsü atfedilmiş ‘zararsız’ biçimlerin ise, oyunlar gibi görece ‘masum’ addedilen bir medya aracılığıyla dolaşıma sokulması pek tabii mümkün ve ‘Kürtmaker’ oyununu da bunun bir tezahürü olarak yerli yerine koymak gerek.

Aynından bizde de var

Kürtmaker gibi, ırkçı stereotiplere dayanan tezahürler, esasında bir çeşit öze gönderme yapmaktalar. Bu, tarihten olduğu kadar her türlü toplumsal, ekonomik ve siyasi bağlamdan soyutlanabilen, her ne olursa olsun aynı kaldığı addedilen bir öz. Haliyle bu öz, yukarıda bahsi geçen barış sürecinin hangi aşamasında olursak olalım, “Kürt dediğin şöyle veya böyle olmalıdır” yönündeki bir algıyı pekiştirmekten başka bir şeye hizmet etmiyor.

Bu algının imdadına da “Aynından bizde de var” şeklindeki “bunlar gerçek bir kere”cilik yetişiyor. Böylesi bir tiplemenin şurada veya burada görüldüğü, dolayısıyla algının gerçekle tamamıyla örtüştüğü öne sürülüyor. Bu gerçek tiplemelere birtakım kötü davranış ve ahlaksızlıkların atfedilmesi de çok gecikmiyor. Bu tanıdık yemek tarifinin vazgeçilmez malzemesi de elbette Kürt özü. Kürt kimliğinin bu türden kötülüklerle mutlak bir surette bağdaştıran, herhangi bir kötülüğün kaynağının bir etnik kimlik olduğu şeklindeki o bayağı ırkçılık. Bu şekilde, gündelik hayat haritamızda bu öze aykırı bir Kürt kimliğine yer bırakılmıyor. Olası bütün ilişkiler, tek boyutlu ve basmakalıp bir stereotipten mütevellit beklentilerin komutasına indirgeniyor.

Bir kez gerçekliği tespit edildi mi, söz konusu stereotiplerin belli bir takım önyargılar, medya temelli algılar veya yaşanmışlıklar aracılığıyla tek boyutlu, tek pencereli aktarımını irdelemeye vakit kalmıyor. Bu bilindik sınırların dışındaki başka tahayyüllere fırsat vermeyecek bir biçimde bir gerçekliğin yaratımı ve yeniden yaratımı, hiç durmadan tekrar tekrar pişirilip önümüze konulması, bıkmadan nesiller boyunca kabak tadı veren aynı anlatıların bir kez daha, yeniden bir daha ve usanmadan her daim bütün toplumsal ilişkilere hâkim kılınmasının bünyede yarattığı yorgunluk eşliğinde ve hiçbir etik derinliğe mahal vermeyen tek boyutluluktan ibaret fasit dairemizde debelenip duruyoruz.

Hal böyle olunca, kendimi bildim bileli bir oyun heveslisi ve meraklısı olan bana ve benim gibilere de, üstünde durduğumuz düşünsel çorak toprakları zehirleyen bu toksik suların nasıl atılacağını düşünüp durmaktan başka çare kalmıyor. Aksi takdirde payımıza düşen, görünürdeki tek bir ekşi öz ile hayatta kalmaktan başkası olmayacak.

Kategoriler

Şapgir