Erkeklik ofsayta düşerse, kaybeden homofobi olur

Nayat Karaköse, İletişim Yayınları’ndan çıkan ‘Erkeklik Ofsayta Düşünce’ kitabının yazarlarından Bawer Çakır’la futbol, homofobi ve eşcinsel kimliğinden ötürü hakemlikten el çektirilen Halil İbrahim Dinçdağ’ı konuştu.

NAYAT KARAKÖSE
nayatk@gmail.com

Homofobi her yerde; okuduğumuz okulda, çalıştığımız işyerinde, bindiğimiz otobüste, hasta yattığımız hastanede, oturduğumuz apartmanda, yürüdüğümüz sokakta, mahalledeki hamamda, yemek yediğimiz restoranda, alışveriş yaptığımız mağazada, izlediğimiz televizyonda, okuduğumuz gazetede, gittiğimiz barda ve bu ülkenin ‘olmazsa olmazı’ futbolda… Belki iddialı olacak ama Türkiye tarihinde hiçbir maç yoktur ki, ‘ibne’ küfründen muaf olsun ve hiçbir hakem veya futbolcu yoktur ki, bu küfürden payını almasın. İşte tam da şiddetli ve homofobik futbol ortamında Halil İbrahim Dinçdağ gibi bir hakem çıktı ve eşcinselliğini canlı yayında açıkladı. Türkiye futbol ortamında eşcinsel kimliği ile var olma mücadelesi veren ilk kişi olarak kayda geçen ve eşcinsel kimliğinden ötürü hakemliği sürdürülmesi engellenen Halil İbrahim Dinçdağ’ın ilham verici hikâyesi, gazeteci Burcu Karakaş ve Bawer Çakır tarafından hazırlanan ve İletişim Yayınları’ndan geçtiğimiz aylarda çıkan 'Erkeklik Ofsayta Düşünce' kitabı vesilesiyle kayda geçti. Kitap Burcu Karakaş’ın Dinçdağ ile yaptığı kapsamlı söyleşi ile Bawer Çakır’ın futbol, eşcinsellik, homofobi üzerine kaleme aldığı ufuk açıcı analizden oluşuyor. Kitabın yazarlarından Bawer Çakır ile futbol, homofobi ve Halil İbrahim Dinçdağ’ı konuştuk…

  • ‘Erkeklik Ofsayta Düşünce’ kitabını futbol ve eşcinsellik konusunda bir avangard olarak niteleyebilir miyiz? Kitap nasıl bir boşluğu dolduruyor?

Ben nitelersem ayıp olur sanki ama siz nitelerseniz gurur duyarız elbette. Kitap bugüne kadar kendi aramızda konuştuğumuz şeylerin yazıya dökülmüş hali. Sözün uçtuğu ve yazının baki kaldığında mutabıksak, bu kitap, hem bir ilk kitap olması hem de içinde Dinçdağ’ın hikâyesini ile futboldaki homofobiyi birarada barındırması bakımından, bu alandaki yazılı materyal azlığını da düşününce, ciddi bir boşluğu dolduruyor. Yani, umarım dolduruyordur.

  • Kitap nasıl ortaya çıktı, Burcu Karakaş’la yollarınız nasıl kesişti?

Burcu ile Lambdaistanbul gönüllülerinin Halil Ibrahim Dinçdağ ile dayanışma etkinliğinde kesişti yollarımız. Dinçdağ’ın da konuşmacı olduğu bir söyleşinin moderatorüydüm. Burcu ile Halil, kitap projesinden bahsettiler. Burcu, Halil’le yaptığı söyleşiyi yayımlayacaktı. Ne güzel, hayırlı olsun dedim. Yaklaşık 1 yıl sonra Tanıl Bora, kitap için futbol ve homofobi üzerine bir şey yazmak isteyip istemeyeceğimi sordu. Ve ben de böylece projeye dâhil olmuş oldum.

  • Bu kitabı en çok kimlerin okumasını dilersin?

Futbolla ilgilenen/ilgilenmeyen herkes okusun isteriz kitabı elbette, ancak özellikle kimler diye soruyorsan, futbol taraftarlarının, hakemlerin, futbolcuların, teknik direktörlerin, malzemecilerin, kulüp yöneticilerinin ve özellikle de spor yazarlarının okumalarını çok isterim.

  • Kitabın bu konudaki üretimi arttıracağını düşünüyor musun?

Henüz çok büyük bir etki yaratmış değil, ancak uzun vadede futbol ve homofobi meselesine dair daha fazla şey okuyacağımızı düşünüyorum. Bu kitap bunun itici gücü olur mu? Şimdilik Türkçede konuya dair tek kitap olduğunu düşünürsek, olması muhtemel. Birilerine cesaret ve ilham verirse, kitapla ilgili en büyük geri dönüşüm bu olur bizim açımızdan.

  • Futbol taraftarı dediğimizde heterojen bir kitleden bahsedebiliriz, fakat bu heterojen kitle konu homofobi olunca adeta ‘tek yürek’ oluyor. Tribünlerdeki taraftarların ilk başvurduğu ‘küfürlerden’ biri de ibne oluyor, nasıl değerlendiriyorsun bu durumu?

Futbol maçları hafta boyunca çalışan, ezilen, emeği sömürülen, patronları tarafından ümüğü sıkılan erkekler için terapi işlevi görüyor. Maçlarda hayata olan kızgınlığının acısını çıkartan bu erkek kalabalığı, bir arada olmanın verdiği güçle sadece 90 dakikalığına ‘iktidar’ oluyor ve iktidarını yine erkekliği üzerinden kurguluyor. Böyle olunca da, erkekliğinin en büyük düşmanı, tuttuğu takımın sahadaki iki düşmanından biri olan hakeme (çünkü hakemler hep karşı takımı tutar) yöneltiyor. İbne sadece hakeme de söylenmiyor. Karşı takımın oyuncuları, direktörü ve taraftarları da bundan nasibi alıyor. Maçlar, birer erkeklik ayinine dönüyor ve o ayinde kesilen kurban, illa ki ‘erkek’ olmayan ibneler oluyor. Halı sahada ya da mahalle maçında beşlik yediğinde namusunu kaybetmiş muamelesi gören erkeklerin kıç korkusu kitlesel bir biçimde hakeme kusulan homofobiyle yıkanıyor. Bu durum, acıklı olduğu kadar Türkiye’deki erkeklik algısına ve kurgusuna dair de çok şey söylüyor. Erkeklerin erkekliklerini kaybetme korkusu (bir erkek popolarına dokunduğunda Roma’yı yakan Neron gibi gözleri dönebiliyor), maçı kaybetme korkusuyla birleşince, her hafta 90 dakika süren homofobi ayinleri izliyoruz.

  • ‘İbne hakem’ söylemiyle ilk tanışman çocuk yaşta Fenerbahçe-Trabzonspor maçında olmuş, o gün kişisel hafıza defterine nasıl geçti ve futbolla ilişkini nasıl etkiledi?

Kitapta da yazdım, hayatımın en berbat, kendimi en yalnız ve acınası hissettiğim günü o gün olabilir. O kadar kalabalık bir stadyumda, o çığlıkların arasında kendimi aslanların önüne atılmış gibi hissetmiştim ki, hâlâ hatırladıkça tüylerim diken diken oluyor. O gün, futboldan resmi olarak nefret ettiğim gün oldu. Daha önce kendimi sevmeye zorlamıştım, ancak o gün artık umutsuz bir durum olduğuna ikna oldum. Ve uzun yıllar futbol ile aynı evde iki yabancı gibi yaşamaya devam ettik.

  • Futbolun merkezi İspanya’da yaşıyorsun, İspanya’da futbolla ilişkin ne yönde? Orada futbol homofobiden muaf mı?

Ne yazık ki değil, ancak maçlarda homofobik tezahüratlar yapmak ya da ayrımcı söylemlerde bulunmak yasak. Barselona’da böyle bir kültür de yok. Geçmişini bilmiyorum elbette, ancak 4 yıldır burada yaşıyorum ve bir kere ‘ibne Madrid’ tezahüratı dışında herhangi bir olumsuz şeye rastlamadım. O tezahüratı yapan çocuğu uyarınca homofobik olmadığını söylemiş, hatalı davrandığını ekleyerek özür dilemişti. Elbette burada futbolun Türkiye’deki gibi bir konumunun olmamasının da payı var. Nou Camp Stadı’na çok yakın oturuyorum ve maç çıkışlarında mahallemde havaya silah sıkan, şampiyonluk kutlamalarında birbirlerini gırtlaklayan insanlar görmüyorum. Şampiyonluk kutlaması, birlikte içki içmek ve dans etmek demek. Türkiye’de her kutlamada birkaç kişinin hayatını kaybettiğini, dükkânların taşlandığını hesaba katarsak, aradaki bu uçurumun nedenlerinin sadece futbolla ilgili olmadığını görmek kolaylaşır. Futbol ve etrafında oluşan kültür, o ülkenin sosyal yapısından, kadın-erkek ilişkilerinden, ekonomik durumundan, alım gücünden, birey olabilmeden ayrı düşünülemez. Aslında bir ülkenin futbol kültürü ne ise o ülke de o. Eşitliğin yanına hangi ülkeyi koyarsanız koyun bu sonuca varıyorsunuz.

  • Dinçdağ’ın hikâyesinde seni neler etkiledi? Onun açılma anı hayatında nasıl bir yerde duruyor?

Dinçdağ canlı yayında açıldı. Çok izlenen bir TV kanalının çok izlenen bir spor programında. Hikâyesini anlatmak için çıktığı programda bir anda yüzündeki mozaiği kaldırttı ve programa kendi yüzüyle devam etti. Yaşadığım şoku kitapta anlatmaya çalıştım, ancak ne kadar başarılı oldum bilmiyorum. Ancak o an, benim hayatımdaki milatlardan biriydi. Bir insanın, o maço adamların arasında, futbol cangılının en vahşi ortamında buna cesaret etmesi büyüleyici olduğu kadar cesaret vericiydi de. Sırf bu nedenle bile Dinçdağ için üç kere: Olley! Olley! Olley!

  • LGBT örgütleri ve diğer hak örgütlerinin Dinçdağ davasına olan ilgisini nasıl değerlendiriyorsun?

Başlangıçta LGBT hareketi, Dinçdağ ile daha yakın temas kuruyordu. Hem dava sürecinde hem de kamuoyu önünde, Dinçdağ’a destek olma hali daha güçlü ve görünürdü, ancak son zamanlarda, duruşmanın da yargı eliyle sündürülmesi nedeniyle o ilgi azaldı. Artık duruşmalara çok az insan gidiyor ve LGBT hareketiyle birlikte kamuoyu da sanki bu konuyla daha az ilgileniyor gibi. Şu an özellikle Kuzey Avrupa’da Dinçdağ’ın sürdürdüğü mücadele ile daha çok ilgileniliyor. Dinçdağ, konferanslara çağırılıyor, yabancı basında röportajları çıkıyor, hakkında yazılar yazılıyor ve taraftar grupları onun için maçlarda pankartlar açıp, dayanışma mesajları gönderiyorlar. Türkiye’deki LGBT mücadelesi, yoğun gündemi nedeniyle Dinçdağ’a yeteri kadar odaklanamıyor ne yazık ki.

  • Bir yanda Ahmet Çakar’ın Dinçdağ ile ilgili umut verici sözleri, bir yandan da Erman Toroğlu’nun insanı çileden çıkartacak homofobik açıklamaları, sence umut var mı? Dinçdağ’ın mücadelesi uzun vadede nasıl sonuçlar doğurabilir?

Umut yok dersem, dükkânı kapatıp gitmek lazım. Umut elbette ki var. Var ki, hâlâ bu ülkede bir dolu insan bir dolu alanda hak mücadelesi yürütmeye devam ediyor. Umut var, çünkü Dinçdağ’ın yaşadıkları bir tartışma yarattı ve bu tartışmayı sürdürebilirsek, bir şeyleri değiştirebiliriz. Mühim olan daha fazla insanın bu tartışmaya dâhil olması ve alanı genişletebilmemiz. Şimdilik küçük bir topluluk arasında konuşuyor olsak da, özellikle futbol dünyasından insanların bu topa girmesiyle alanın genişleyeceğine ve uzun vadede bir şeyleri değiştirebileceğimize inanıyorum.

  • Dinçdağ örneği başka eşcinsel sporcuları da cesaretledirir mi?

Buna inşallah, amin demekten başka şimdilik bir şey diyemem. Umarım cesaretlendirir. Alman futbolcu Thomas Hitzlsperger, eşcinsel olduğunu kitap yayımlandıktan sonra açıkladı. Umarım kitap ona cesaret vermiştir.

  • Bir de eşcinseller futbolla ilgilenmez, mesela futbol oynamaz, futbol izlemeyi sevmez diye bir algı var, bu algıyı besleyen en önemli unsurlar neler?

Homofobi. Eşcinsellere dair yaratılan mitlerden biri bu. Çünkü futbolu ‘erkek işi’ olarak niteleyen ve eşcinsel erkekleri de ‘erkekten’ saymayan bu homofobik algı, tıpkı kadınlara yaptığı gibi eşcinselleri de kendi oyun alanında istemiyor. Futbol seven kadınlara karşı (lezbiyen, biseksüel ya da heteroseksuel) bir ‘hoşgörü’ olsa da, geylerin futbolla ilgilenmesini istemeyen bir kültür var. Düşünsenize, bir maç izliyorsunuz ve stadyumda eşcinseller de var. Nasıl gönül rahatlığıyla ‘ibne hakem’ diye tezahürat yapabilecek bu insanlar? İbneleri aralarına alırlarsa oyuncaklarından olacaklar ve hangi ‘çocuk’ oyuncağını kaybetmek ister?

  • Kitapta 19 Ocak’ın futbolda homofobiye karşı gün olarak kutlandığı bilgisini paylaşmışsın. Bu gün farkındalık yaratmak için bir fırsat olabilir. Sence bu gün özellikle Türkiye’de mesela basın tarafından niçin görülmüyor?

Basın neden görmüyor? Basın, birçok olumlu şeyi neden görmüyorsa, bunu da o yüzden görmüyor. LGBT’lerle ilgili olumlu haberleri yapmayı ısrarla reddeden basının böylesi bir günü gündemine almaması tabii ki ‘normal’. Hak mücadelelerine sırtını bilinçli bir şekilde dönmüş medyanın LGBT’lerle teması ancak kriminal bir durumda söz konusu olmaya devam ediyor. ‘Katil eşcinsel’, ‘trafikte olay çıkartan travesti’den başka bir şey görmek istemedikleri için, ne yürütülen mücadeleye bakıyorlar, ne de yapılan onca iyi/olumlu şeyle ilgileniyorlar. Bu toplumun çimentosunun medya eliyle karıldığını düşününce bunun neden olduğunu anlamak kolaylaşıyor.

  • Peki, başka bir spor medyası nasıl mümkün olacak?

Önce az çok homofobinin ne olduğunu bilen, buna karşı refleksleri olan ya da bunun üzerine giden insanlar yazılar yazmaya, bu konuya dikkat çekmeye başlayacak. Bir avuç insanı saymazsak, hâlâ spor medyasının büyük çoğunluğunun homofobik olduğunu söyleyebiliriz. Elimizden geldiği kadar çok insana, spor yazarına, editörüne ulaşmamız, derdimizi anlatmamız, bu insanlarla bir araya gelmemiz gerekiyor. Her alanda olduğu gibi bunun da yolu birbirimizi tanımaktan, iletişim kurmaktan geçiyor. Çünkü spor medyasını beklersek, daha birkaç yüzyıl bekleriz gibi görünüyor.

Kategoriler

Şapgir