Bir asır önce Harput’tan Amerika’ya

Gazeteci Bülent Günal'ın Ufuk Yayınları'ndan çıkan ilk romanı ''Harputlu Hasan-Osmanlı'da Amerika Rüyası' bir göç hikayesini anlatıyor.

SEZER KARADAĞ

Gazeteci Bülent Günal'ın Ufuk Yayınları'ndan çıkan  ilk romanı ''Harputlu Hasan-Osmanlı'da Amerika Rüyası' bir göç hikayesini anlatıyor. Bundan tam 100 yıl önce Anadolu topraklarından, özellikle de Harput'tan 'Fırsatlar Ülkesi' Amerika'ya yaşanan  göçü. Ancak roman bir göç hikâyesi olduğu kadar, Osmanlı polisiyesi izleri de taşıyor.

Yıl 1914. Aylardan Mayıs... Hayatlarında deniz görmeden, okyanus aşmak için yola koyulan 14 yaşlarında üç gencin, Hasan, Hamit ve Kişmo'nun hikâyesi bu roman. Osmanlı'da görülen ilk Amerikan rüyasının bu topraklarda nasıl yeşerdiğini, en zenginin evinde tarhana çorbası pişen Anadolu köylüsünün halini, savaşlardan bitap düşmüş bir nesli, ama en çok da 100 yıl öncesinin İstanbul'unu anlatıyor. Ve Hasan Paşa Serkomiseri Zeki Bey'i, Heyet-i İstihbariye'nin gözüpek gizli polisi Kemal'in hikâyesini ve tehcir öncesi Osmanlı topraklarında Ermeniler'le yaşanan kırılmaları.

Müslümanlarla Ermeniler'in arasına 1915 girmişti

Bülent Günal kitabın önsözünde “Tarihimizin pek de üzerinde durulmayan bir konusuydu bu göç hikâyesi. Belki de genlerimizde göçmenlik olduğu için doğal karşıladık, çok üstünde durmadık” diyor ve şöyle devam ediyor: “Ama Harput’ta özellikle Ermeniler’i Yeni Kıta’ya götürmek için görevlendirilen Amerikalı misyonerlerin sözlerinden Müslüman halk da etkilenmiş; gözü karartanlar nesi var nesi yoksa satıp, yollara dökülmüştü. Kimi Mersin, kimi Trabzon kimi de İstanbul’a kadar yürüyerek gidiyor, gemilere atladıkları gibi yeni bir maceraya yelken açıyordu. New York’un hemen birkaç kilometre açığındaki Ellis Adası’nda sağlık muayenesini geçenler ülkeye kabul ediliyordu. Kayıtlara ise Ali’nin adı Allie, Hüseyin adı, Edward olarak geçebiliyordu. Araba fabrikalarında çalışıp barakalarda yatıyorlardı. Belgeler, Amerika’daki Türkler’in en çok İrlandalılar ve Afro-Amerikalılar’la arkadaşlık kurduğunu gösteriyor. Yahudi kasabından, bakkalından alışveriş etmeye de özen gösteriyorlardı. Neticede Yahudiler için de domuz eti haramdı. Dişlerini tırnaklarına takıp çalışıyor, iyi de para kazanıyorlardı. Aralarında bir İtalyan kıza âşık olup evlenenler de vardı; aldığı arazi de petrol çıkıp zengin olan da. Herbirinin ayrı birer hikayesi vardı. Kader ortaklığı yapan Harputlu Ermeni ve Türkler’in aralarına 1915 tehcir olayları girmişti. Komşular birbirlerine artık kaşlarını çatarak bakıyordu. Milli mücadele başladığında Anadolu’da yaşanan savaş, Amerikan sokaklarına kadar taşmıştı. Türkler ve Yunanlılar bu kez Amerika’da karşı karşıyaydı. O döneme ait kimi Amerikan gazeteleri siyah puntolarla şu başlıkları atıyordu: ''Hasanlar’la Yorgolar yine kapıştı.''

‘Harputlular dünyaya kapalı değildi’

Günal, 1800'lerin sonuyla, 1900'lerin başında 50 bine yakın Müslümanın Anadolu topraklarından Amerika'ya göç ettiğini söylüyor: ''Bir tarafta sanayi devrimini gerçekleştirmiş, insan gücüne ihtiyaç duyan büyük bir ülke var. Diğer tarafta savaşlardan, belirsizliklerden, fakirlikten yaka silkmiş bir halk. Ve Amerikalı misyonerler o tarihlerde Ermeniler'i Yeni Dünya'ya götürmek için Anadolu'ya geliyorlar. Özellikle de Harput'a.'' Bu noktada soruyoruz: ''Neden Harput?'' Günal, Harput'un özel bir yer olduğunu şu sözlerle anlatıyor: ''Çünkü o tarihlerde Harput'ta Amerikan Koleji var, Fransız Koleji var. Harputlu tüccarlar dünyaya kapalı değil, ihracat gerçekleştiriyor. Ve en önemlisi Ermeni nüfusunun yoğun olduğu bir bölge Harput. Amerikalı misyonerler de Harput'a geliyorlar. Selvi bahçelerinde, çınar altlarında, kahvehanelerde başlıyorlar fırsatlar ülkesi

Amerika'yı anlatmaya. Misyonerlerin amacı Ermeniler'i etkileyip götürmek. Ama o sözlerden Ermeni Arman kadar, Türk Ahmet, Kürt Mehmet de etkileniyor. Ve bu topraklarda ilk Amerikan rüyasının tohumları atılıyor. Sonrasında ise büyük bir göç başlıyor Anadolu'dan Amerika'ya.''

'Harputlu Hasan-Osmanlı'da Amerika Rüyası' adlı roman da bu rüyadan sonra başlıyor. 14 yaşındaki üç arkadaş Hasan, Hamit ve Kişmo bir şafak vakti Harput'tan yola çıkıp İstanbul'a doğru uzun bir yürüyüşe başlıyorlar: ''Kişmo, Hasan ve Hamit'in Ermeni arkadaşı. Zaman zaman onları sokak kavgalarında koruyan Gümüşçü Arman'ın oğlu. Kişmo, ailesinin olurunu alıp çıkıyor bu yola ama Hasan'la Hamit için durum aynı değil. Onlar ailelerinden izin almadan, bir bakıma kaçarak Harput'tan ayrılıyorlar. Zaten yol boyunca bunun acısını da yüreklerinde hissediyorlar. Çünkü Hasan'la Hamit'in küçük bir rüyası var. Babaları gibi çiftçi olmamak. Amerika'ya gidip zengin olmak, sonra da vatanlarına dönüp ailelerine rahat bir hayat sürdürmek.''

İttihat ve Terakki göçten rahatsız

Kitap bir taraftan üç arkadaşın yol hikâyesini ve başlarına gelen türlü olayları anlatırken, diğer taraftan 100 yıl öncesinin İstanbul'u ile İttihat ve Terakki yönetiminin özellikle Amerika'ya yaşanan göçten neden rahatsız olduğunu anlatıyor: ''İttihat ve Terakki Amerika'ya göç eden Ermeniler'in Osmanlı aleyhine kamuoyu oluşturmasından son derece rahatsız. Bu göçü mümkünse önlemek, en azından  kısıtlamak istiyor.'' Ve karşımıza yeni karakterler çıkıyor. Hasan Paşa Komiseri Serkomiseri Zeki Bey, Heyet-i İstahbariye'nin gözü pek gizli polisi Kemal, Avukat Alek, Ulak, Profesör, Duvarcı Garbis... Hasan, Hamit ve Kişmo'nun yolları Karaköy Limanı'nda Kemal'le kesişiyor. Kemal'in gizli görevi ise, özellikle Ermenileri Amerika'ya götürmek olan grubun içine sızmak. Romanın bundan sonraki satırları başlı başına bir polisiye. Ancak romanın son cümlesi kitabın devamının geleceğinin de ipucunu da veriyor.

Kategoriler

Kitap ԳԻՐՔ