150. yıl yeni başlangıçlara gebe

Guşıps dergisi Yayın Koordinatörü ve Kafkasya Forumu aktivistlerinden Kuban Kural, başlangıç tarihi 21 Mayıs 1864 olarak kabul edilen Çerkes Soykırımı’ndan günümüze Çerkeslerin yaşadığı 150 yıllık sürgünü yazdı.

Milli eğitim tedrisatından geçmiş olan her TC vatandaşı, kendisini Orta Asya steplerinden gelmiş bir halkın bâkiyesi olarak görür ya da gördürülür. Orta Asya retoriği yüzyıllardır bu coğrafyada yaşayan Kürtler, Lazlar, Ermeniler, Süryaniler gibi halklar için ne kadar gerçeklikten uzak ise, 150 yıl önce bu topraklara dışarıdan gelmiş olan Çerkesler için de bir o kadar anlamsızdır. Bu coğrafyanın 150 yıllık tarihine dahil olan bir halkın çocuklarına, 1071'de Orta Asya'dan gelen Türkler  olduklarını kabul ettirmeye çalışmak Türkiye Cumhuriyeti'nin asimilasyon politikalarının en görünür halidir. Okutulan, öğretilen, ezberletilen tarihin aksine Çerkeslerin kendi tarihleri ve yaşanmışlıkları var. Her şeyden önce bilinmesi gereken bir gerçek var ki Çerkesler kendi kimlikleri ile buralı değiller. Olamadılar, oldurulmadılar.

Tarihin kırılma anı

Çerkeslerin tarihi için önemli bir kırılma noktasıydı, 21 Mayıs 1864. Çarlık Rusyası’nın Kafkasya'yı işgal girişimine karşı, yalnız başlarına on yıllara yayılan bir direniş ortaya koyan Çerkesler, 1864’te yenilmiş ve Rusya tarafından ağır bir soykırıma tâbi tutulmuşlardı. Savaş olarak tarif etmenin zor olduğu, köylerinde hayatlarını zor şartlarda devam ettirmeye çalışan Çerkes kadın ve çocukların dahi katledildiği bu olayı hukuki, siyasi ve vicdani açıdan tanımlayacak belki de tek kelime ‘Soykırım’. Bu, etkileri günümüzde de devam eden bir süreç aslında… 

Çerkesler, başta Türkiye olmak üzere dağıtıldıkları ülkelerde kendi kimlikleriyle var olmak konusunda varlık gösteremedikleri gibi, geride kalabilen az sayıda Çerkes’i de Kafkasya'da hüzün ve gözyaşı hiç yalnız bırakmadı. Rusya'da rejimler değişse de Rusya'yı yönetenlerin Kafkasya’ya ve Kafkasyalılara bakış açısı hiç değişmedi. 1864'te “Bize Kafkasya lazım, Kafkasyalılar değil” mottosunu şiar edinen dönemin Rusya elitlerinin günümüzdeki yansımasıdır aslında Rusya Federasyonu’nun Jirinovskileri, Putinleri ve tüm Slovikileri...

'Rusya'da rejimler değişse de Rusya'yı yönetenlerin Kafkasya’ya ve Kafkasyalılara bakış açısı hiç değişmedi. 1864’te “Bize Kafkasya lazım, Kafkasyalılar değil” mottosunu şiar edinen dönemin Rusya elitlerinin günümüzdeki yansımasıdır aslında Rusya Federasyonu’nun Jirinovskileri, Putinleri ve tüm Slovikileri...'

Osmanlı'dan Cumhuriyet'e

21 Mayıs 1864 ile sembolleşen Çerkes Soykırımı'nın ardından Osmanlı topraklarına sürgün edilen Çerkesleri geldikleri ülkede de yeni ve sıkıntılı süreçler bekliyordu. Oldukça köklü bir iskân politikası olan Osmanlı İmparatorluğu kendi çıkarlarını önceleyerek yerleştirdi Çerkesleri bu coğrafyanın ‘sorunlu’ bölgelerine. Anadolu'da ihtiyaç duyulan Müslüman nüfus, gayrimüslim azınlıkların sindirilmesinde jandarma ya da demiryolu güvenliğinden sorumlu asker görevi biçilen Çerkesler, misafir olarak geldikleri bu coğrafyada, yıkılma sürecinde olan ‘hasta’ imparatorluğun ‘muteber misafirleri’ olarak görevlerini ifa ettiler. Bu görev, zaman zaman vatan savunması gibi ulvi bir kimliğe büründüğü gibi Ermeni Soykırımı esnasında spesifik kullanılmışlığa kadar uzanan çeşitli şekillerde varlığını gösterdi.

Birçok etnik unsuru bünyesinde barındıran Osmanlı İmparatorluğu’nun özellikle yerel ve kendisi için sorun oluşturmayan kimliklere yaşam alanı tanıdığı da bir gerçekti. Çoğunluğu kırsal bölgelerde yaşayan Çerkeslerin bu dönemde geleneksel yaşam alanları olan köylerde kültürel özelliklerini yaşatabildiklerini de söylemek gerek. Ayrıca II. Meşrutiyet'in ‘kısmi’ özgürlük ortamından İstanbul'da yaşayan Çerkes intelijensiyası kısa süreli de olsa Çerkes Teavün Cemiyeti, Şimali Kafkas Cemiyeti, Çerkes Kadınları Teavün Cemiyeti ve Çerkes Örnek Okulu gibi kurumlarını inşa ederek, siyasi ve kültürel faaliyetlerde de bulunabildiler.

Osmanlı yıkılıp Cumhuriyet kurulurken her iki tarafta da bulunan Çerkesler, yeni kurulan Cumhuriyet’ten hak etmedikleri bir ‘hain’ yaftası yediler. Ayrıca kültürel kimlikleri de Türk ulusu inşa sürecine kurban edildi. Özellikle tek parti döneminde gerçekleştirilen baskı politikalarından en az diğer toplumlar kadar etkilenen Çerkeslerin bu dönemde kaybettikleri ‘hafıza’ bir daha geri getirilemeyecek şekilde yok oldu. Anadillerinin köylerinde hatta evlerinde bile yasaklandığı, “Çerkes’im” demenin dahi suç olduğu bu dönemde Çerkes kültürünün ciddi bir erozyona uğradığını söylemek mümkün.

1950'li yıllar ile başlayan ve maalesef yine ‘kısmi’ olan özgürlük ortamıyla birlikte şehirlerde derneklerini kuran Çerkesler, kültürel asimilasyona karşı ciddi bir direnç gösterecek güçte değillerdi. Bir türlü peşlerini bırakmayan, her defasında hatırlatılan ‘misafir’ olma hali, ülkenin yaşadığı askeri darbe yılları, köyden kente göç sürecinin sosyal ve kültürel etkileri, günümüz Çerkes Diasporası’nın kültürel anlamda kendisini var edememesinin en önemli nedenleridir. Kendi kimliğinden vazgeçmeden varlık gösteremeyen birçok Çerkes, bu dönemde maalesef Türk kimliği içerisinde eriyip gitti.

Unutulmayan anavatan

'Çerkesler misafir olarak geldikleri bu coğrafyada, yıkılma sürecinde olan imparatorluğun ‘muteber misafirleri’ olarak görevlerini ifa ettiler. Bu görev zaman zaman vatan savunması gibi ulvi bir kimliğe büründüğü gibi, Ermeni Soykırımı esnasında spesifik kullanılmışlığa kadar uzanan çeşitli şekillerde varlığını gösterdi.'

Kafkasya, hep özlenen ama ulaşılamayan, özel alanlarda sessizce ağıtlar yakılan bir coğrafya idi. Kimi zaman bir köy bekleme odasında duvara silikçe yazılmış şiir, kimi zaman anneannenin ninnisinde sessizce geçen bir kelime, kimi zaman da sokakta haykırılan bir dava oldu Kafkasya, Çerkesler için. Bir dava olarak sokaklarda dillendirilmesi için beklenen süre hiç de az değildi üstelik.

Sovyetler Birliği'nin yıkılmasının ardından Kafkasya ile kurulan ilişkiler ve 1990'larda Kafkasya'da yaşanan iki ayrı savaş (Abhazya ve Çeçenistan) Çerkes Diasporası’na dönemsel bir siyasallaşma süreci yaşatmış olsa da uzun soluklu olamadı.

21 Mayıs 1864 tarihine verilen isim de Türkiye Cumhuriyeti'nin siyasal pozisyonu ile benzer bir değişim süreci yaşadı. ‘Zorunlu göç’ kavramının kullanımda olduğu sıkıntılı yılların ardından, Kafkasya ile kurulan ilişkiler sonucunda ‘sürgün’ anmalarıyla hüviyet değiştiren yaşanmışlık, 2000'li yıllarda ‘soykırım’ olarak tanımlanarak gerçek karşılığını buluyordu.

2006’da tarihi Çerkesya'nın başkenti Soçi'yi Kış Olimpiyatları’na aday şehir olarak öneren Putin'in Rusya’sı, uyuyan diasporik devi uyandırdığının farkında değildi. Özellikle yeni neslin, klasik kurumsal yapılar olan derneklerin dışında örgütlenmeye başladığı döneme denk gelen 2006 yılı, ulus ötesi bir örgütlenme pratiğiyle tanışan yeni nesil Çerkeslerin kamusal alanda daha görünür olmasına ve ‘Soçi Muhalefeti’ ile birlikte Çerkes Soykırımı'nı sokaklarda bir mücadele haline getirmelerine sebep oldu. 2014 yılının Şubat ayında, Çerkeslerin tüm itirazlarına rağmen Soçi'de Kış Olimpiyatları’nı gerçekleştiren Rusya, aslında 150 yıl sonra Çerkeslerin yarasını tekrar kanatmayı başarmış oldu. Üstelik bu dönemde Kafkasya'da faili meçhullerin had safhaya ulaşması, Rusya'nın tehdit ve cinayetlerini Diapora’ya taşıması, Kafkasyalıların kimliklenme sürecinin Rusya'yı nasıl rahatsız ettiğinin de en somut göstergesiydi.

‘Russia, We Are Back!’ 

21 Mayıs Çerkes Soykırımı eylemlerinde Rusya Konsolosluğu önünde açılan pankartta yazılan ‘Russia, We Are Back!’ (Rusya, Geri Dönüyoruz!) sözü, yaşanan süreci somut olarak anlatıyor. 150 yıl sonra muhatabının karşısına dikilen Çerkesler, sivil demokratik yollar ile tarihi haksızlıklar giderilene kadar mücadelelerine devam edeceklerini ilan ediyorlardı bu pankartla.

150 yıl sonra Çerkes Soykırımı’nı anmak yerine hesap soran ve haksızlıkların giderilmesini isteyen Çerkeslerin Rusya'ya karşı başlattıkları mücadele, tüm siyasi acemiliklerine rağmen yaşadıkları ülke ile olan meselelerini gündeme getirmelerinde de ciddi bir tecrübe kazandırıyor onlara.

Evet, onlar Çerkesler. Kiminizin komşusu, kiminizin arkadaşı, kiminizin eşi dostu. Sokakta, işte, otobüste, parkta yanından geçtiğiniz ve şimdiye kadar kendilerini pek belli etmeyen bir halk. 150 yılın ardından kendi tarihleriyle yüzleşirken, Rusya ile mücadelelerini sivil bir mecrada icra ederken, artık kendi kimlikleriyle burada ve her yerde olduklarını haykırıyorlar. Daha çok duyacaksınız belki de onları, anlatacaklar kendilerini, dertlerini, sorunlarını, ortak olacaklar dertlerinize, bu sefer kendileri olarak...

Çerkes Soykırımı'nın 150. yılı yeni başlangıçlara gebe Çerkesler için. Ya kendi kimlikleriyle var olacaklar ya da hüzünlü bir kaybın ızdırabıyla ayrılacaklar aranızdan. Sokaklarda yankılanan, televizyonlarda dillendirilmeye başlanan, kamusallaşan ses, onların sesi.

Onları duyun...