“Oyuncaklı Süper Kahraman Bilimkurgularını” neden severiz?

Evrim Kaya, ‘X-Men: Geçmiş Günler Gelecek’ filminden yola çıkarak ‘süper kahraman filmlerini neden severiz’i yanıtladı.

EVRİM KAYA
evrimrkaya@gmail.com

Bu yazı, Kubrick’e bir selamla ifade edersek, endişelenmeyi bırakıp X-Men’i sevmeyi nasıl öğrendiğimin hikâyesi olacak. 1960’lı yıllarda yazar Stan Lee ve çizer Jack Kirby’nin yarattığı bir çizgi roman serisi olan ve 2000 yılında yapılan ilk sinema uyarlamasından sonra benim sayısını katiyen takip etmediğim kadar devam filmi çekilen X-Men, Christopher Nolan’ın çektiği “entellere Batman”ler den gayrı, süper kahraman öyküleriyle başı zaten pek hoş olmayan benim gibi biri için hiç albenili bir eğlencelik değildi. Kafa karıştıracak kadar çok süper kahraman vardı, grafikleri biraz ucuz görünüyordu, birkaç saniyelik fragmanlarında gördüğüm kadarıyla çok fazla özel efekt vardı ki, bu da genelde kötü senaryo demekti ve oğlan çocukları için oyuncakları da üretilen filmlere harcayacak vaktim olmadığını düşünüyordum. Zaten ikide bir yeni bir film çekerek ipin ucunu iyice kaçırmama neden oldular. Nedenini bilmiyorum, sıkıcı seçkinciliğimle ilgili bir özeleştiri verip müthiş bir cesaret örneği de göstererek serinin son filmine bodoslama daldım. Yorgun, uygusuz ve dikkati dağınıktım. Filmin, karanlık bir geleceği, perdede bilgisayardan geçmemiş tek bir santimetrekare bırakmadan betimleyen ve baş döndüren dövüş sahneleri içeren girişinden de hiç hoşlanmadım. Ancak birkaç dakika sonra, daha çok parodilerinden tanıdığım kadarıyla Wolverine olduğunu bildiğim karakterin 1973’e yaptığı yolculukla ilgilenmeye başladım. Aşırı hızlı hareket edebilen müthiş sevimli bir ergenin bir grup, CIA ajanının mermilerini Jim Croce’nin ‘Time in a Bottle’ı eşliğinde aşırı estetize bir sahnede birer birer etkisiz hale getirişini soluksuz izlerken, artık zamanı bir şişeye koyup kaybolan yıllarımı bomboş bir salonda X-Men izleyerek geçirmek istiyordum. Öncesine dair bir şey bilmeden bir eleştiri yazısı yazacak olursam bir yerlerde bir ansiklopedi perisi öleceğinden, en azından Hegel mezarında bir kez döneceğinden, onun yerine şapgir okurlarına önemli bir hizmet sunarak, dışarıdan bir gözün bu filmi ve “kimi oyuncaklı süper kahraman bilimkurgularını” neden sevdiğini izah etmeye karar verdim. Siz de okumaya karar verdiyseniz, bir yandan Croce’yi dinlemenizi öneririm.

1.     Oyuncaklıdırlar

Ve itiraf etmemize bile gerek yok, herkes biliyor ki hepimiz oyuncaklarımızı çok özledik (Bazılarımızın bu yüzden çocuk yaptığı rivayet ediliyor). Karakterlerin kendileri de kostümleri ve saçlarıyla oyuncağa benzerler; bir de sahip olmak isteyeceğimiz silahları, arabaları ve tuhaf icatları vardır. Hikayenin kendisi de, genellikle, soyut anlamıyla oyuncaklarla doludur: Gerçekliğe benzeyen, gerçekliği taklit eden ama gerçek olmayan şeyler. Bir tür minyatür, süslü-gerçeklik. ‘X-Men Geçmiş Günler Gelecek’ de, oyuncak gibi kadın ve adamların, oyuncak şehirlerde, oyuncak Pentagonlar, oyuncaktan Amerikan Başkanı ve senatörleriyle girdiği mücadeleyi anlatır. Finalde savaşı kazanmak da, ne kadar karmaşık görünürse görünsün, aslına bir çocuğun elindeki plastik Wolverine ile düşmanları canlandıran oyuncak yığınını devirivermesi gibi kolaydır. 

2.     Süper (!) kahramanları vardır

Açıklamaya pek muhtaç olmayan bir yanıttır bu da. Hayat acımasızdır, zordur ve bazen bazı mekânları uçarak terk etmek hepimize iyi gelecektir. Kimse süper kahraman hikâyelerine tam olarak kayıtsız kalamaz; kimin hangi süper kahramanı sevdiğinin de (pek çok yerde uzun uzun tartışılmış olan) nedenleri vardır: Batman kendi kendini yaratmış bir burjuva, Superman kimliğini gizlemek zorunda bir asilzade, Örümcek Adam ergenlikle boğuşan yalnız bir gençtir ve bunlardan herhangi birinin güçlerine sahip olduğunu hayal etmek farklı farklı insanlara farklı farklı ruh hallerindeyken çok iyi gelir. X-Men’in çok geç fark ettiğim avantajı da buradadır işte: İyiyle kötünün dışında bir sürü seçenekle dolu, çoğulcu bir süper kahraman evreni sunar.

3.     Bilimden güçlü, kurgudan keskindirler

Çünkü gerçek bilimle ilgili bir sıkıntı vardır: İnsanın hevesini hep kursağında bırakır. Yepyeni bir buluş asla “tam olarak öyle değildir.” Genetik bilimi, mutasyonlar sıkıcı gerçeklikte GDO’lu domates ve kanserden başka bir şey getirmezken, X-Men evrenindeki sahte-genetik bilimi, bir saniyede cüce bir antropologdan güzeller güzeli bir kadına dönüşebilen yaratıkların olabileceğini iddia eder. Bunun getirdiği belli bir ciddiyetsizlik de, (her süper kahraman filminde yazık ki böyle olmasa da) kurgusallığın sınırlarını serbest bırakan, senaryoyu özgürleştiren bir hafiflik sağlar.

4.     Hepimize hitap eden, iyileştirici alt metinleri vardır

Ve alt metinlerin kralı, altmışlarda Amerika’daki siyah özgürlük hareketlerinden etkilendiğini, özünde bir ırkçılık eleştirisi olduğunu yeni fark ettiğim X-Men’dedir. Bu yüzden, Nolan’ın Occupy Wall Street hareketinden bir terör anlatısı çıkardığı son filmiyle kalbimizdeki yerini sonsuza dek kaybeden Batman’in tahtına oturuverir.

5.     Eğlenceli bir dine benzerler

En eğlenceli dinler de çok tanrılı olanlardır. Henüz yüzde doksanına vakıf olamadığım X-Men mitolojisi Yunan mitolojisine benzer. Karakterler, yolunu kaybeden, öfkelenen, iyilik ve kötülük arasında gidip gelen ve birçoğu çok güzel olan Yunan tanrıları gibidirler. Kıskanırlar, aşık olurlar, tuzak kurarlar, öldürürler. Ancak yaygın dini inanışların aksine birkaç faydalı öğütten fazlasını ortaya koymaz, takipçilerinden de fazla bir şey istemezler. Sizden onları sevmenizden başka bir şey beklemeyen tanrılar gibidirler. (Etraflarındaki kapitalist üretim-tüketim zincirini şimdilik bir yana bırakalım, olur di mi? Teşekkürler.)

6.     İçlerinde her zaman (birkaç) iyi aşk hikâyesi vardır

Bunda tamamı büyük prodüksiyonlar olan bu filmlerin parayı bastırıp en iyi oyuncuları alabilmesinin de önemli bir payı vardır. Becerikli bir yönetmenin elinden çıkan, ve kavga gürültünün, özel efekt çılgınlığının arasından sıyrılan bir iki sessiz, sahici sahneyle kendini gösteren bir aşk hikâyesi, filmin sahiciliğini de kurtarabilir.  Michael Fassbender’le Jennifer Lawrence’ın, yani Raven’la Erik’in, bir metro istasyonunda birbirlerinin gözlerinin içine baktıkları sahne, Charles Xavier’nin Raven’a havaalanındaki yalvarışları filmin maliyeti en ucuz ama en güçlü yerleridir.

7.     Aslında çok klasik filmlerdir

Ya da şöyle söyleyelim: en başarılı süper kahraman filmleri en klasik olanlarıdır. Yıldızlı gökyüzü altında zaten anlatılmamış bir şey kalmadığına göre dostluk, ihanet, büyüme ve aşk etrafında dönen basit bir hikâyeyi iyi işlemek gerekir. Bunu yeni oyuncaklarla, bir süslü-gerçeklik içinde yapan filmlerin dikkatimizi çekmesi de kolay olacaktır. Ama bütün hikâyelerin en acı, en güçlü, en cesur ve en güzelleri kuşkusuz ezilenlerin haklı direnişini anlatan hikâyelerdir. X-Men’i de bu yüzden severiz. Bir takım kötü adamların beyaz başlıklı muhafızlarını yollayarak işgal ettiği bir parkı kurtaran cesur mutantların hikâyesini anlatan bir yerli filmin hayalini saklı tutarak.

İyi cumartesiler, güzel pazarlar...

Kategoriler

Şapgir