“Yiğit Bulut-Numan Kurtulmuş mu? Yoksa Ali Babacan-Mehmet Şimşek mi?Türkiye'nin ekonomi politikasında yaşanan ikilem bu”

‘Türkiye Rüyası: Yakın Geleceğimizi Değiştirecek Yeni Siyaset Nasıl Olabilir?’ kitabının yazarı, aynı zamanda 'Siyasal Ufuk'un (SU) kurucularından olan Cenk Sidar'la, kitabından yola çıkarak, ABD kamuoyundaki Türkiye algısı, ‘yeni siyaset’ ve içinde yer aldığı 1980 sonrası doğanların oluşturduğu genç kuşak üzerine konuştuk.

FERDA BALANCAR
ferda@agos.com.tr

Cenk Sidar, Türkiye, Ortadoğu ve Avrasya’da faaliyet göstermek isteyen yatırımcılara enerji, makro ekonomik dengeler ve siyasi risk konusunda danışmanlık hizmeti veren ‘Sidar Global Advisors’ adlı danışmanlık şirketinin kurucularından biri. ABD’nin başkenti Washington DC’de bulunan şirketin direktörü olan Sidar’ın ‘Türkiye Rüyası: Yakın Geleceğimizi Değiştirecek Yeni Siyaset Nasıl Olabilir?’ adlı kitabı bu hafta çıktı. 1982 doğumlu olan Cenk Sidar, İstanbul Bilgi Üniversitesi’nin İşletme ve Uluslararası İlişkiler bölümlerinden mezun olduktan sonra uluslararası ilişkiler alanında İtalya ve ABD’de yüksek lisans eğitimi aldı. 2007’de Amerikan Türk Konseyi’nde (ATC) enerji ve ticari programlar direktörü oldu. Sidar’ın öğrencilik yıllarında kurucuları arasında yer aldığı Siyasal Ufuk (SU) Hareketi daha sonra Genç Siviller’e dönüştü. Sidar, SU Hareketi’nin Genç Siviller’e dönüştüğü dönemde oluşumdan ayrılanlardan da biriydi.

Cenk Sidar’la, kitabından yola çıkarak ABD kamuoyundaki Türkiye algısından ‘yeni siyaset’e ve içinde yer aldığı 1980 sonrası doğanların oluşturduğu genç kuşağa uzanan bir söyleşi yaptık.

  • Neden böyle bir kitap yazma ihtiyacı duydunuz?

Bu kitapla ilgili beş yıldır çalışıyorum. Birikimlerimi, Washington’daki deneyimimi de katarak kitap olarak değerlendirmek istedim. Türkiye’de siyaset alanında ciddi bir çıkmaz var. AKP’nin politikalarına karşı ciddi bir sol alternatif oluşturma konusunda önemli bir boşluk var. Sol, sosyal demokrat anlayışın yenilenmesi gerekiyor. Ama bu anlayış değişikliği ideolojiden arınarak olmaz. Kendimi sola yakın gördüğüm için soldaki ideolojik yenilenme ihtiyacı üstüne yazdım. Aslında aynı sıkıntı merkez sağda da var. Bülent Ecevit’in 1974’teki yenilenme çabası dışında sosyal demokrat solda ciddi bir yeniden yapılanma günümüze kadar gerçekleşmedi. Merkez sol kendini yeniden yapılandırırsa, bu, merkez sağda da yenilenmeyi tetikleyecektir. Özellikle 2011 seçimleri sonrasında AKP’de kendini gösteren otoriter, baskıcı eğilim de ancak bu şekilde geriletilebilir. Türkiye’de sosyal demokrasi özgürlükçü, demokrat bir çizgiye oturduğu takdirde ciddi bir iktidar alternatifi haline gelebilir. CHP’de yaşanan liderlik değişikliği, Deniz Baykal’ın yerine Kemal Kılıçdaroğlu’nun gelmesi bu umudu artırdı ama henüz CHP’nin çok ciddi ideolojik ve siyasi eksiklikleri var.

  • Solda sık sık 68 ve 78 kuşaklarının tahakkümünden yakınılıyor. Özellikle sizin de içinde yer aldığınız 1980 sonrası kuşaklar bu yakınmayı dile getiriyor. Buna katılıyor musunuz?

1980 öncesi yaşanan siyasal mücadeleler bugünkünden çok daha farklıydı. Bugün benim kuşağım, yani 80 sonrası doğanlar, askeri darbe yaşamadı. Çok demokratik bir ülkede yaşamıyor olsak da en azından bir muhalefet partisinin iktidara gelme şansı  var. Bugün Türkiye siyasetinin en büyük sorunu ideolojisizlik. Bu, maalesef benim kuşağım için de geçerli. Siyasete katılımın, özellikle Gezi Direnişi’nden sonra oluşan muhalefet yapma biçimlerinin Türkiye siyasetine yeni bir ruh vereceğini düşünüyorum. Ancak bunun kurumsal düzeyde yansımaları henüz gerçekleşmedi. 

Genç Siviller’de yer alan bazı arkadaşların, 2007 seçimlerinde AKP’den aday adayı olacak kadar AKP’yle içli dışlı olduklarını gördük. Benim için kuruluşuna ön ayak olduğum bir kuruluşun AKP’ye bu kadar yakınlaşması, üstelik kişisel siyasi ikbal uğruna bu hareketi kullanıyor olmaları kabul edilemezdi.

  • Sizin kuşağınızın kamusal alanda öne çıktığı oluşumlardan biri, kurucuları arasında yer aldığınız Siyasal Ufuk (SU) Hareketi’nin daha sonra dönüştüğü Genç Siviller oldu. Ama siz o süreçte Genç siviller ile yollarınızı ayırdınız. Neden?

SU Hareketi’ni 2004’te kurduğumuzda, amacımız sivil toplum tabanlı bir siyaset üretebilmekti. Farklı görüşleri de olsa demokrat eğilimli gençleri bir araya getirmeyi amaçladık. İnterneti çok etkili kullanıyorduk. Bağışlarla, şeffaf bir şekilde faaliyet gösteriyorduk. SU Hareketi’nde liderlik de rotasyon usulüne göre değişiyordu. 2006’ya kadar da böyle gitti. Genç Siviller adı ilk kez ‘Genç Siviller Rahatsız’ başlıklı bildiriyle duyuldu. Bu da SU Hareketi’nin bir projesiydi. Askerin siyasete karışmasına tepki anlamına gelen bu bildiriyi ben de destekledim. Daha sonra benim de içinde yer aldığım bazı kurucu arkadaşlar bu oluşumdan koptuk. Çünkü Genç Siviller’de yer alan bazı arkadaşların, 2007 seçimlerinde AKP’den aday adayı olacak kadar AKP’yle içli dışlı olduklarını gördük. Benim için kuruluşuna önayak olduğum bir kuruluşun AKP’ye bu kadar yakınlaşması, üstelik kişisel siyasi ikbal uğruna bu hareketi kullanıyor olmaları kabul edilemezdi. Doğru olan AKP’den aday olurken, bunu grupta yer alan diğer arkadaşlarla paylaşıp hareketten ayrılmaktı. Bunu yapacaklarına hareketi kullanmaya çalıştılar.

  • ABD kamuoyunda, Amerikan yönetiminde, Türkiye’de yaşanan siyasi gelişmeler nasıl algılanıyor? ABD’de nasıl bir Türkiye, AKP ve Başbakan Erdoğan algısı var?

Türkiye ABD için önemli bir ülkedir. Türkiye’nin jeopolitik önemi ve ekonomik gücü asla yadsınamaz. ABD’nin küresel güvenlik anlayışı açısından da öyle… Özellikle Ortadoğu’daki gelişmelerin her gün gündemi belirlediği, ABD’nin askeri olarak Ortadoğu’dan çekilmeye başladığı bir dönemde, Türkiye’nin önemi daha artıyor. Bunda Türkiye’nin laik ve zayıf da olsa demokrasinin işlediği bir ülke olmasının da payı var. Ortadoğu’da Sünni-Şii geriliminin hızla yükseldiği bir dönemde mezhepçi politika gütmeyen bir Türkiye de ayrıca önemlidir. 2011’e kadar ABD’deki AKP ve Erdoğan olgusu olumluydu. 2011’den sonra ise özellikle dış politikada Sünni mezhepçi tutumun artması, bölgedeki gelişmeleri yönlendirme hevesi, Amerikan yönetiminde AKP ile ilgili soru işaretleri doğurdu. Gezi olaylarında yaşananlar ise bu olumsuz algıyı pekiştirdi. ABD’de Erdoğan’ın demokrasi anlayışına güven çok azaldı. Amerikan yönetimi için Erdoğan tahammül edilmesi gereken bir lider haline geldi. ABD Erdoğan’la ve AKP hükümetiyle çalışmak zorunda ama bunu taktiksel ve zorunlu bir işbirliği olarak görmek mümkün.

Öte yandan Erdoğan’ı ya da AKP iktidarını Türkiye’de bazı muhalif kesimlerin sandığı gibi Amerikan yönetiminin defterden silmesi mümkün değil; buna niyeti olsa bile böyle bir gücü yok. ABD basınında AKP ve Erdoğan’la ilgili çıkan olumsuz haber ve yorumları sanki ABD yönetimi istediği için yayınlanıyormuşlar gibi algılamak da doğru değil. ABD’nin Türkiye’nin içinde bulunduğu bölgedeki çıkarları Türkiye’deki siyasi iktidarla kontrol dışı bir gerginliğe izin vermez. ABD Irak’ın bütünlüğünden yanayken Türkiye’nin daha farklı tutum takınması, Ortadoğu’da Sünni-Şii gerilimi artarken Türkiye’nin mezhepçi bir tutum alması gibi konulara ABD tepki gösteriyor elbette ama bu köprüleri atmaya dönüşemez.

  • Bazı yorumcular, Türkiye’nin enerji koridoru haline  gelmesiyle dış politikada daha aktif tutum takınmaya başladığını iddia ediyorlar. Katılıyor musunuz?

Enerjide önemli olan enerji koridoru olmak değil, bizzat kendi enerjini üretmektir. Oysa Türkiye, enerjide büyük oranda dışa bağımlı. Üstelik enerjide bağımlı olduğumuz ülkeler Rusya ve İran gibi küresel alanda istikrarsızlık üretmeye yatkın ülkeler. Dış politikadaki aşırı özgüvenli ve küstah politika her gün Türkiye’yi başka bir olumsuzlukla karşı karşıya bırakıyor. Irak Şam İslam Devleti’nin Türkiye vatandaşlarını kaçırması, Libya’da Türkiye vatandaşlarının neredeyse sınırdışı edilmesi bunun örnekleri. 

  • Son günlerde Merkez Bankası’nın özerkliği de Başbakan Erdoğan ve bazı AKP’li siyasetçiler tarafından daha sık eleştirilmeye başlandı. Bunun anlamı nedir? 

Merkez Bankası’nın siyasallaşmasına engel olunması çok önemlidir. Bir siyasi iktidar, Merkez Bankası’yla oynayarak kısa vadede gerçekleşebilecek bir riski öteleyebilir. Ama bunun sonucu olarak orta vadede çok daha büyük bir krize de neden olabilir. Merkez Bankası’nın siyasi iktidardan bağımsız olmasının anlamı budur. Türkiye, Yiğit Bulut-Numan Kurtulmuş gibi popülist ve içe kapanmacı siyasetçilerin yönettiği bir ekonomi politikasına mı sahip olacak, yoksa Ali Babacan-Mehmet Şimşek gibilerin yönettiği daha rasyonel ve dünyayla uyumlu bir ekonomi politikası mı uygulayacak? Şu anda yaşanan ikilem bu. Maalesef Yiğit Bulut’un ulusalcı dilinin etkili olduğunu görüyoruz ki, bu ciddi bir risk. Ali Babacan ise yabancı yatırımcı için bir istikrar faktörü. Yiğit Bulut’un yorumları ABD’de alay konusu oluyor ama ekonomide yanlış kararlara neden olabileceği için de endişe kaynağı oluyor.

‘Taziye mesajı gibi adımlar demokratikleşmeyle birlikte inandırıcı olur’

  • Ermeni Soykırımı’nın yüzüncü yılında, 2015’te ABD’de neler olabilir?

Görünen o ki 2015’te de Ortadoğu’daki krizler devam edecek. Irak’ta ve Suriye’de durum gittikçe ciddileşiyor. Böyle bir dönemde ABD yönetiminin Türkiye’ye karşı çok sert bir pozisyon alacağını sanmıyorum. Öte yandan, Türkiye demokrasisiyle ilgili olumsuz algı Amerikan kamuoyunda Türkiye’ye yönelik tepkiyi artırabilir. 2015’te sivil toplum alanında çok ciddi hareketlenme olacaktır. Ama bu hareketlenmenin ABD Kongresi’nde ya da Obama yönetiminde çok ciddi yansımaları olacağını sanmıyorum. Hükümet, özellikle Türkiye’yi terk etmek zorunda kalmış Ermenilere ve onların çocuklarına vatandaşlık hakkı verirse bu bence çok önemli ve olumlu bir adım olur. Dışişleri kulislerinde bu konuşuluyor, umarım olumlu adımlar atılır. Başbakan Erdoğan’ın Ermenilere yönelik taziye mesajı da olumluydu ama Türkiye’nin demokrasi sorunlarının gölgesinde kaldı. Türkiye’de demokratikleşme sorunları çözüm yoluna girerse, ‘taziye mesajı’ gibi adımlar da daha çok ciddiye alınır. Demokrasisini güçlendiremeyen bir Türkiye’nin, attığı bu tür adımların samimiyeti her zaman sorgulanır. Türkiye’deki eşit vatandaşlık, insan hakları sorunları çözüm yoluna girerse, 2015’e doğru atılacak adımlar da daha inandırıcı olur. Örneğin hiçbir Ermeni yurttaşın bürokraside ya da siyasi iktidar içinde yer bulamadığı bir Türkiye’de taziye mesajı gibi adımlar ne kadar inandırıcı olabilir ki?

Kategoriler

Güncel Türkiye