Orta Yeri Sinema - 15 Ağustos haftası

Orta Yeri Sinema'da bu hafta ‘Ben, Kendim ve Annem’ ile 'Cehennem Melekleri-3' var.

'Ben, Kendim ve Annem'

EVRİM KAYA
evrimkaya@agos.com.tr

Az seks, çok analiz
‘Ben, Kendim ve Annem’

Guillaume Gallienne’in yazdığı, yönettiği ve iki başkarakterini birden canlandırdığı ‘Ben, Kendim ve Annem’, sinema tarihinin ‘tek adam şovu’na en yakın filmlerinden olabilir; zaten filmin ana çatısını da başkarakter Guillaume’un sahne şovu oluşturuyor. Öyle olunca da, filmi sevip sevmemek, kaçınılmaz olarak o tek adamı sevip sevmediğiniz sorusuna gelip dayanıyor. Guillaume içinse, hayatın bütün soruları annesinin onun sevip sevmediği sorusuna ipotekli. Spoiler: Annesi, iri yarı, atletik ve dolayısıyla erkeksi oğullarından hep ayrı tuttuğu ve kabul edildiğini bir türlü hissettirmediği bu yarım erkeği elbette seviyor. Hatta, hayatını mahvedecek kadar çok seviyor.

Aslında pek seksi, pek komik ve tam da Fransız olmayan bu Fransız seks komedisinin temel sorunu, psikanalizin de temel sorunu olabilir: Çocukluk, rüyalar, nevrozlar, korkular, bir şeyleri açıklamak için çok önemli, belki de yegâne anahtarlar. Ancak onları nasıl kullanacağınız başlı başına bir problemdir ve insan çoğu zaman, acelecilikle, karşısına çıkan ilk kapıyı zorlar. Bu da bazen, banyoya gidecek birine kanırta kanırta kilerin kapısını açtırır ki, filmde bir kez daha gördüğümüz gibi, banyonun kapısını kimin açtığı ziyadesiyle önemlidir. Kalanı biraz bayat, ve sevişmenin ata binmeye benzediğini ilan etmek için 2014 biraz geç bir tarih gibi duruyor.

Filmin cinsel kimliğin keşfi hikâyelerinde hoş bir twist gibi görünen buluşu (belki de açık-gizli eşcinseller, gizli-açık heteroseksüellerdir?) insanda nedense, hayatın belki de yanıtsız kalması gereken sorularının güzelliği, anlaşılır yanıtlar uğruna kurban edilmiş hissi uyandırıyor. Bana sorarsanız, anneler bazı kapıların da anahtarı olmayabilir. “Üst-üst-üst orta sınıf narsist bir Fransız’ın Bavyera spa’larından İngiliz kolejlerine lüks içinde yüzerken kapıldığı özgüvensizlik hezeyanlarına bir buçuk saat katlanırım, işim ne” diyorsanız, gidin kendiniz karar verin.

Gözden çıkamayanlar
Cehennem Melekleri - 3

Filmin özgün adı, ‘The Expendables 3’, belki de gizli bir paradoks barındırıyor: Bu insanlar sahiden ‘expendable’, yani gözden çıkarılabilir ise, neden bir değil, iki değil, üçüncü kez karşımıza geliyorlar? Yanıt Amerikan rüyasının ve bilmem kaçıncı kez CIA’in halkla ilişkilerinin emrine verilen Hollywood’un ruhunda bir yerlerde gizli: Amerikalı olmak, Vietnam’da, Kore’de, Irak’ta ya da Rusya’da ölüm makinesine dönüşüp herkesi gözden çıkarırken biraz gözden çıkarılabilir olmak, ama bunu kerameti kendinden menkul bir kahramanlık halüsinasyonu içinde, gururla göğsüne takmak demektir.

Dev bir perdede botokslarına bakmakta gerçekten çok zorlanacağınız ‘sapkın bir baba figürü’ olan Sylvester Stallone’nin başını çektiği ekip, gençlerden ve yaşlılardan, ustaca oluşturulmuş bir örneklem gibi – bir zenci, bir kadın, bir Hispanik ve diğerlerinden oluşuyor. Kaçınılmaz olarak önce birbirini yiyen eski ve yeni ‘yeni dünyalar’, elbette vatanına ihanet ettiğinden her türlü felaketi baştan kabul etmiş bir eski dosta karşı birleştiğinde de, gecenin bir barda gülüşmelerle biteceğini ve aslında bu şarkının kolay kolay bitmeyeceğini herkes biliyor. Ama size bir sır vereyim mi; oyuncular başta olmak üzere, filmi karşımıza getirenler bile bu hikâyeden biraz sıkılmışa benziyor.

Kategoriler

Kültür Sanat Sinema