Feminist bir hafıza okuması

Bugün açılan ‘Hafızayı Harekete Geçirmek: Kadınların Tanıklığı’ sergisi, savaşlar, soykırımlar, cinayetlerle örülmüş bir tarihi, aralarında Gülsün Karamustafa, Silvina Der-Meguerditchian, Hera Büyüktaşçıyan ve Susan Meiselas’ın da bulunduğu kadın tanıkların dilinden aktarıyor. Serginin küratörleri Ayşe Gül Altınay ve Işın Önol’la konuştuk.

Fotoğraf: BERGE ARABIAN

TUĞBA ESEN
ztugbaesen@gmail.com

Tophane’deki kültür sanat merkezi Depo’da, kadın sanatçıların, toplumsal hafıza üzerindeki erkek egemenliğini yıkarak, geçmişin bilinmeyen yönlerini açığa çıkaran çalışmaları sergileniyor. Bugün açılan ‘Hafızayı Harekete Geçirmek: Kadınların Tanıklığı’ sergisi, savaşlar, soykırımlar, cinayetlerle örülmüş bir tarihi, aralarında Gülsün Karamustafa, Silvina Der-Meguerditchian, Hera Büyüktaşçıyan ve Susan Meiselas’ın da bulunduğu kadın tanıkların dilinden aktarıyor.Bilindik meseleleri, alışılmışın dışında bir yöntemle masaya yatıran serginin küratörleri Ayşe Gül Altınay ve Işın Önol’la, hafızanın ve sanatın feminizmle ilişkisi ve sergi hakkında konuştuk.

  • Toplumsal hafızayı kadınların bakış açısıyla aktaran bir sergi yapma ihtiyacı nereden doğdu?

Ayşe Gül Altınay: Kolombiya Üniversitesi’nde birkaç yıl önce ‘Değişim Yaratan Kadınlar’ üst başlığı altında bir dizi araştırma grubu kuruldu. ‘Hafızayı Harekete Geçiren Kadınlar’ bunlardan biri. Ağırlıklı olarak Kuzey ve Güney Amerika’dan akademisyenler ve sanatçılardan oluşan, toplumsal cinsiyet ve hafıza odaklı bir ağ bu. İlk toplantısı (‘Eylem için Hafızayı Harekete Geçirmek’) Aralık 2013’te Şili’de yapıldı, o toplantıya Türkiye’den ben katıldım.

Işın Önol: Bu sergi de o toplantısı kapsamında düzenleniyor. Aslında bir tür atölye çalışması; bu uluslararası ağın Şili’den sonraki ikinci toplantısı.

  • Proje kadınların ne tür pratiklerine odaklanıyor?

AGA - Hafıza çalışmaları uzun yıllar toplumsal cinsiyeti dikkate almadan gelişti ama bu değişiyor. Artık pek çok araştırmacı, toplumsal cinsiyetin hafızaya etkilerine bakılmadığında birçok şeyin gözden kaçacağı konusunda hemfikir. Feminist bir bakışla yürütülen hafıza çalışmaları, geçmişe ve bugüne dair yeni pencereler açıyor. ‘Hafızayı Harekete Geçiren Kadınlar’, hafızayı sadece geçmişe dair bir unsur olarak değil, bugünü ve geleceği şekillendirmenin bir aracı olarak görüyor. Kadın sanatçıların, soykırımlar ve şiddete dair tanıklıkları üzerine düşünen işlerini içeren bu sergi de, bu anlayışla şekillendi.

  • Kadınların bu tür olaylara dair tanıklıkları ne gibi farklılıkları açığa çıkarıyor?

IÖ - Bir konuya tanık olmak, ilk bakışta pasif bir eylem gibi görünebilir. Olanların sadece izleyicisi olsanız da, gördükleriniz artık sizde kayıtlıdır. Bundan sonra o kayıtlı bilgiyle ne yapacağı ve hayatına nasıl devam edeceği meselesi ise, kişinin taraflı eylemidir. Bu sergideki işler, örneğin Aylin Tekiner’in ‘Cumartesi Anneleri/İnsanları’ ile ilgili çalışması, onların zorla kaybedilen yakınlarının peşine nasıl düştüklerini ve bu kayıpla nasıl yaşadıklarını gözlemliyor. Burada artık aktif bir tanıklıktan söz ediyoruz. Sergideki bazı işler belgesel nitelikte, bazıları ise sanatsal anlatımı ön planda tutuyor. Nar Photos ve Hakikat Adalet Hafıza Merkezi gibi, kendini sanatçı olarak tanımlamayan, tanıklığı görsel ve yazılı anlatım üzerinden aktaran oluşumların çalışmaları da sergide yer alıyor.

AGA. - Kadın sanatçılar olayları hem kendi tanıklıkları, hem de başka kadınların tanıklıkları üzerinden ele alıyor, izleyiciyi de bu duruma tanıklık etmeye davet ediyorlar. Hep birlikte, savaşlarla, soykırımlarla örülmemiş, farklı bir gelecek için, bu hafızaları nasıl harekete geçirebileceğimizi sorguluyorlar.

  • Aslında faili olmadıkları olaylara mı tanık oluyorlar?

AGA - Evet. Kadınlar şiddet olaylarında hep kurban olarak sunulur. Halbuki burada kadınların en pasif göründükleri anlarda bile, aslında nasıl mücadele ettikleri görülüyor. Hem gündelik hayatta hem de kamusal alanda siyasete müdahiller; ‘Cumartesi Anneleri’nin yaptığı gibi, unutulan ve unutturulmaya çalışılan bir olayı bize sürekli hatırlatan, her alanda politika yapan özneler olarak karşımıza çıkıyorlar.

  • Gülsün Karamustafa’nın sergide video çalışmasında, Taksim Meydanı’nda yaşanan kritik anların, bir ailenin ev yaşantısına nasıl yansıdığını görüyoruz. Kadın figürü genellikle ev içiyle özdeşleştirilir. Sergide, toplumsal olayların bireye ve iç mekân yansımalarını ele alan işler sergide çoğunlukta mı?

IÖ - Hayır, ama sergide özel yaşamla toplumsal yaşamı yan yana getiren başka çalışmalar da var. Örneğin Nar Photos’un sergideki yerleştirmesinde, kişinin direnişteki hali ile özel yaşantısındaki hallerini bir arada görüyoruz. Hakikat Adalet Hafıza Merkezi, zorla kaybedilen kişilerin anneleri ve eşleriyle görüşmelerini ev ortamında yapıyor ve kaydediyor. Öte yandan, bu görüşmeleri, erkekleri odadan çıkararak yapmak zorunda kalıyorlar, çünkü erkekler orada olduğunda sürekli olarak konuşmaya müdahale ediyor, kadınlar da sözü onlara bırakıyor. Kadınlar ancak yalnız kaldıklarında, güvenle hafızalarındakileri aktarıyorlar. Burada da özel hayata çok yakın duran bir bakış açısı var. Aynı zamanda, mücadeleyi, zorluluklara rağmen, kararlılıkla sürdürdüklerini görüyorsunuz.

Gülçin Aksoy’un ‘Anonim’ adlı yerleştirmesi, 80 darbesinin ardından katledilen 14 yaşında bir kız çocuğunun hikâyesiyle, toplumsal bir yarayı gündeme taşıyor.

  • Sergi metninde, feminist bir yaklaşımdan bahsediliyor. ‘Feminist bir sergi nasıl olur?

AGA - Bu çalışma, aslında bir feminist bakış açısı arayışı. Toplumsal cinsiyetin hafızayı, hafıza pratiklerini ve ifadelerini nasıl şekillendirdiğini araştırma çabası. Tarih kitapları da, kamusal alandaki anıtlar da militarist ve cinsiyetçi savaş anlatılarıyla dolu. Bu sergi savaşlara bambaşka bir pencereden bakıyor; ‘kamusal’ ve ‘özel’ alanlar arasındaki geçişkenliğin altını çiziyor. Gündelik olanı, bedenlerde yaşananı, kolay ifade edilemeyenleri bulmaya çalışıyor. Hafızanın aktarımında kadınların oynadığı rolü tartışıyor. Hafıza, kamusal alanlardaki eylemlerle olduğu kadar, aile içindeki sohbetlerle, kimi zaman söze bile yansımayan duygularla da aktarılıyor. Sergi, kadınların her alandaki öznelliklerini ciddiye alan, çoklu bakış açıları sunuyor.

IÖ - Fakat serginin ‘Kadınlar aslında çok güçlüdür’ gibi bir söylemi yok. Hatta, kadınların çaresizliklerini tüm açıklığıyla dile getirdikleri işler de görüyoruz. Gündelik hayattaki kadın olma hali ve bunun yarattığı zorluklar, kaçınılmaz olarak mücadelelerine de yansıyor. Sergi, mevcut sistemin içinde kadın olma mücadelesini, kadın sanatçıların tanıklıkları üzerinden yansıttığından, feminist bakış açısını ön planda tutuyor.


‘Hafızayı Harekete Geçirmek: Kadınların Tanıklığı’ sergisinin katılımcıları eserlerini şöyle anlatıyor: 

Gülçin Aksoy'un 'Anonim' adlı yerleştirmesi, 80 darbesinin ardından katledilen 14 yaşında bir kız çocuğunun hikâyesi üzerinden, toplumsal bir yarayı gündeme taşıyor.

“Toplumsal hafızanın sürekli kesintiye uğradığı, iktidarı elinde bulunduranın yeniden tarih yazdığı bir coğrafyada yaşıyoruz. Kesintiler yüzünden hafızalar kopuşlar üzerine kuruluyor ve bugün var olan yarın yok oluyor. Bir çeşit ayakta kalma refleksi ile olan biteni, yaşadığını, yaşananları ifade etmek ihtiyacı hasıl oluyor. Unutmak, tekrar yaşamamak için hatırlamak, kimlik ve varoluş sorunu haline geliyor. Sanki yaşadığın coğrafyaya , doğasına, insanına saygı duymak, onu önemsemek hatta iltifat etmek isteğiyle hatırlıyor insan. Yok olanlara saygı duymak, kıymet vermek için... Kendi serüvenimde ise, siyah beyaz diye nitelendirdiğim 'an'ları yok sayılan renkleriyle hatırlamak istiyorum veya bireysel hafızam beni böyle yönlendiriyor.”

Hera Büyüktaşçıyan 'Kırmızı Hat' isimli çalışmasında, yıllar önce dedesi tarafından çekilmiş bir videoyu kullanıyor. Videoda küçük bir kız çocuğu, bir taraftan kendisine söylenenleri yaparken, aynı zamanda bir nevi kent hafızası çiziyor.

“'Kırmızı Hat' görünmeden hayatın her alanında, aşılması kimi zaman güç olan ve yaşamı belirli çerçevelere sığdıran sınırlara işaret etmekte. Kültürel kimliğin, ailenin, cinsiyetin beraberinde getirdiği bu sınırlar doğduğumuz andan itibaren toplumun ve içerisinde yaşadığımız düzeninin dayattığı, kendini sürekli tekrarlayan bir döngüye dönüşmekte. Bu döngüye, dedem Theodoros'un gözünden bakmak, benim için farklı bir tanıklık durumu yaratmakta. Bu işle beraber geçmişte yaşamış birinin bakış açısını bugüne taşıyarak aracılık etmek ve bütün bu döngüyü geçmişin gözünden bugüne yansıtmak benim için önemliydi.”

Sergide, Silvina Der Meguerditchian'ın iki farklı yerleştirmesi yer alıyor. Sanatçı Ermeni soykırımına maruz kalan ailesinin izlerini sürerek, büyük bir trajediye işaret ediyor.

“Sergi çalışmalarım bana sesimi duyurma imkanı verirken, aynı zamanda Türkiye toplumuna musallat olmuş bir meseleyi gündeme getirmiş oluyor; mutlak kabul edilenleri sorgulama ve bakış açılarını değiştirme imkânı sunuyor. Hafızayı kadınlar taşır; aynı zamanda çocuklarına, torunlarına aktarır. Benim için bu serginin bir parçası olmanın bir diğer önemli tarafı, ailesi parçalanmış ve bu ülkeden sürülmüş biri olarak, serginin küratörlerinin benim varlığımı ve sesimi yeniden bu ülkenin sosyal ifadesinin bir parçası olarak görmeleri. Bu, yapılanların telafi edilmesi için de doğru bir adım.”

Hakikat Adalet Hafıza Merkezi, 90'larda zorla kaybedilen insanların eşleriyle yaptıkları görüşmeleri 'Fotoğrafı Kaldırmak: Eşleri Zorla Kaybedilen Kadınların Deneyimleri' başlıklı videoda derliyor.

“Hakikat Adalet Hafıza Merkezi son bir yılda, eşleri zorla kaybedilen kadınlarla görüştü ve görüşmelerden çıkan sonuçları derleyen bir rapor yayımladı. Sergideki video da, görüştüğümüz kadınların tanıklıklarını içeriyor. Kaybolan yakınlarının ardından kadınların neler yaşadıklarını, nasıl ayakta kaldıklarını, ‘hem erkek hem kadın’ olma durumlarını, ‘Türklerle birlikte' çalışmanın onlar için ne ifade ettiğini, ‘bilmedikleri bir dilde’ dertleri anlatmak zorunda kalmalarını ve ne için mücadele ettiklerini anlatıyor, taleplerini dile getiriyor. Görüştüğümüz kadınların eşleri genellikle 90’larda, OHAL bölgesinde, devletin Kürt sorunuyla mücadele stratejisi sonucunda kaybedilmiş; kadınlar ise bu kayıplarını tüm yakıcılığıyla ve sonrasın sürdürdükleri mücadeleyle birlikte anlatıyorlar.”

Sergide Nar Photos'un beş kadın fotoğrafçısı Serra Akcan, Fatma Çelik, Gülşin Ketenci, Aylin Kızıl ve Serpil Polat'ın çalışmalarından bir seçki yer alıyor.

“Türkiye'nin değişen politik gündemine karşı 'ben de buradayım ve söz hakkına sahibim' diyen kadınların, meydanlardaki eylemci hallerini, orada var olma, taraf olma biçimlerini yansıtmaya çalışan bir dizi fotoğraf seçtik. Somut veya duygusal anlamda onlarla aynı yoldan yürüyen; fakat fotoğraflarda göremediğimiz diğer kadınların sesleri de, metinlerle fotoğraflara eşlik ediyor.”

Aynı zamanda Magnum fotoğrafçılarından olan Susan Meiselas, Kürt bölgelerine yaptığı ziyaretlerde topladığı hikayelerle oluşturduğu, ‘Nam-ı Diğer Kürdistan’ (AKA Kurdistan) projesini sergiliyor. 

“Hafıza elimizde kalan tek şey. O olmadan bizi şekillendiren geçmişimizi de bilemeyiz. ‘Nam-ı Diğer Kürdistan’da (Aka Kurdistan) anlatılan hikayeler, sadece bazı katmanlar. Ve bu katmanlar, aslında neleri kaybettiğimizi anlamamıza yardımcı oluyor.” 

Lorie Novak ‘Random Interference’ (Rastgele Müdahale) başlıklı projesinde, New York Times gazetesinin birinci sayfa görsellerini rastgele yan yana getirerek, özellikle kadın ve erkek figürlerinin sunuluşundaki farklılıklara dikkat çekiyor.

“Anaakım medyada, farklı toplumsal cinsiyet rollerinin sunumları arasında tipik farklılıklar var. 1999’dan bu yana yayımlanan New York Times gazetelerinin ön sayfalarına baktığımda, erkeklere daha çok yer verildiğini gördüm. Ön sayfalarda çoğunlukla erkek politikacıların veya silah tutan, şiddet uygulayan erkeklerin fotoğrafları kullanılıyor. Kadınlar ise ya yas halinde ya da çocuklar ile birlikte sunuluyor. Diğer taraftan kendimi, gazeteyi tutan ellerim, gazeteye ve izleyiciye yönelttiğim bakışlarımla, hem bir tanık hem de bir görsel üretici ve tüketici olarak görüyorum. Feminist bir bakış açısıyla, algıya ve yaygın anlayışa fotoğrafik müdahalelerde bulunuyor, bireysel ve politik olani birbirine bağlıyorum.”

Emine Gözde Sevim’in sergideki interaktif yerleştirmesi, ziyaretçilere, Filistin ve İsrail fotoğrafları arasında seçim yaparak, kendi hikayelerini kurgulama olanağı tanıyor.

“Bu fotoğraflar, şiddetin kısır döngüsü içerisinde, hayatın nasıl devam ettiğini tasvir etmeyi amaçlıyor. Belki de gündelik hafıza, şiddetin devamını körüklüyor. Bu hafızayı, günlük yaşantının durumları, belki dolaylı ama derinden açıkladığına olan inancımdan dolayı, hikayenin bir parçası olarak görüyorum. Ziyaretçileri bitmeyen, anlam veremediğim, çok karmaşık bu hikayeyi, konuya seyirci olmanın ötesinde, aktif olarak yazmaya teşvik etmek istedim.” 

Aylin Tekiner Cumartesi Anneleri ile görüşerek, onların kayıplarının izini, evlerinin duvarlarında, fotoğraflarda sürüyor.

“Fotoğraf, bellek oluşturmak ve belleği diri tutmakta oldukça güçlü bir mecra. Özellikle yasın yaşandığı evlerde, fotoğraflar önemli bir yere sahipler; aynı zamanda bir tür yüzleşme sağlıyorlar. Bu proje için Cumartesi Anneleri ile görüştüm ve sekiz evin evin yas duvarını fotoğrafladım. Evlerinin duvarına astıkları, kaybolan yakınlarının fotoğraflarını belgeledim. Yaşanan kaybın belleğini duvarda yaratmak, evin içerisindeki yas duvarının izini sürmek istedim.” 

* ‘Eylem için Hafızayı Harekete Geçirmek’ atölyesi kapsamında, 17 Eylül saat 13:00’de Depo’da, ‘Soykırım, Savaş ve Siyasi Baskıların Cinsiyetlendirilmiş Anılarıyla ‘Yüzleşmek’ başlıklı bir panel düzenlenecek. Konuşmacılar arasında; Leyla Neyzi, Nancy Krikorian, Silvina Der-Meguerditchian, Carol Becker ve Nükhet Sirman gibi isimler var.

 

Kategoriler

Kültür Sanat Sergi