OHANNES KILIÇDAĞI

Ohannes Kılıçdağı

MUHALEFET ŞERHİ

Diasporik karmaşa

 

Türkiye’de ‘diaspora’, Ermeni disaporasına atfen, genellikle hakaret amaçlı kullanılan bir sözdür. Nitekim, son Dersim tartışmasında Kemal Kılıçdaroğlu, Tayyip Erdoğan’a kötü bir şey söylemiş olmak için “Ermeni disporası gibi düşünüyor” dedi. Öteki de karşılık olarak “Haddini bil” dedi ve Ermeni diasporası olmanın kötü bir şey olduğunu onaylamış oldu. Bu durum kitleler için de böyle, onlara da ‘diaspora’ dedin mi Ermeni diasporası, pek pek de Yahudi diasporası, daha doğrusu onların lobi faaliyetleri gelir akıllarına. Halbuki ‘diaspora’ kavramsal olarak oldukça yüklü, çok uzun bir tarihi olan, bir varoluş biçimini ve tecrübesini tanımlayan bir kelime. Türkiye’de bunları bilen yok gibidir. Örneğin, zaman içinde kullanımı değişmekle birlikte, kelimenin kökeni M.Ö. 5. yüzyıla kadar gider. Literatürde klasik diaspora örnekleri olarak Yahudi ve Ermeni diasporaları gösterilse de, 20. yüzyılda hem kelimenin anlamı o kadar genişledi hem de insanlar o kadar hareketli hale geldi ki, birçok topluluk için ‘diaspora’ kelimesi kullanılır oldu. Bugün artık Avrupa’da Türk diasporası diye bir şeyden rahatlıkla bahsedebiliyoruz örneğin. Benzer şekilde, bugün dünyada bir Çin diasporasından, bir İran diasporasından bahsetmek mümkün. Hatta, tek bir ülke sınırları içinde olmasına rağmen bölgesel diasporlardan bahsedenler bile var – Fransa’daki Korsika diasporası gibi. Tabii, her kavram gibi bunun da kapsama alanı genişledikçe sınırları da esnedi, hatta belirsizleşti. Örneğin, bir topluluğun diaspora olarak nitelenebilmesi için geri dönülmesi mümkün olmayan bir anayurt hayaline sahip olması belirleyici özelliklerden biri iken, artık kimi örneklerde anayurdun geri dönülemez olması bir kriter olmaktan çıktı. Mesela, Türk diasporası için Türkiye istenirse geri dönülebilecek bir yerdir.

Bir topluluğun ‘diaspora’ olarak nitelenip nitelenemeyeceğini belirlemenin başka bir zorluğu da, ‘diaspora’nın tanımında nesnel ölçütlerle öznel ölçütlerin iç içe geçmiş olmasıdır. Yani, bir topluluğun tarihsel geçmişi itibariyle diaspora durumunu yansıtıp yansıtmamasının yanı sıra, o topluluğa mensup kişilerin kendilerini nasıl gördükleri, nasıl hissettikleri de belirleyicidir. Bu iki grup kriter zaman zaman birbiriyle çelişebilir. Örneğin, bir topluluk nesnel tarihsel verilere göre diaspora olmasa bile kendini öyle görebilir, öyle hissedebilir. Böyle bir durumda hangi kriterler grubuna öncelik verilmesi gerektiği tartışmaya açıktır.

Özel olarak Ermenilerin diasporalaşması konusunda bir şey söylemek gerekirse bu sürecin Ermeniler için, Yahudiler kadar olmasa da, oldukça erken bir dönemde başladığı belirtilmelidir. Boğos Levon Zekiyan’ın, Aras Yayıncılık’tan ‘Ermeniler ve Modernite’ ismiyle çıkan kitabında söylediği gibi Ermenilerin diasporalaşma yani dağılma süreçlerinde birkaç dönüm noktası belirlemek mümkün. Misal, Pakraduni hanedanının başkenti Ani’nin 11., Kilikya Krallığı’nın 14. yüzyılda yitirilmesi diasporalaşma sürecine ivme kazandıran tarihsel olaylardır. Ermenilerin diasporalaşmasının son safhasını da, hiç şüphesizi 1915 soykırımı oluşturur. Bu olay neticesinde Ermeniler, tarihlerinde daha önce görülmedik ölçekte dünyanın dört bir yanına savruldular.

Bütün bu kavramsal ve tarihsel komplikasyon içinde ‘uzman sorusu’, günümüz Türkiye Ermenilerinin bir diaspora topluluğu olup olmadığıdır. Bu soruyla beraber düşünülmesi gereken bir diğer soru ise, bu sorunun neden önemli olduğudur. Başka bir deyişle, “Türkiye Ermenileri diaspora mıdır, değil midir?” diye tartışmaya değer mi? Takiben, Türkiye Ermenileri diaspora iseler nerenin diasporası oldukları da sorulmalıdır. Fakat, bu yazının sınırları ne bu soruları, ne de yukarıda ancak birkaç noktasına temas edebildiğimiz diaspora kavramını hakkıyla ele almamıza müsaade eder. Geçtiğimiz günlerde yayımlanan iki çeviri kitap, Stephane Dufoix’nın Hrant Dink Vakfı Yayınları’ndan çıkan ‘Diasporalar’ kitabı ve George Bournoutian’ın Aras Yayıncılık’tan çıkan ‘Ermeni Tarihi’ kitabı, bu konularda düşünmek isteyenlere şiddetle tavsiye olunur. Malum, fikir sahibi olmadan önce bilgi sahibi olmak gerekir.