KONUK YAZAR

Bu bölümde internete özel konuk yazarlarımızdan ve okurlarımızdan gelen yazıları yayımlıyoruz. Bu köşede yer almasını istediğiniz yazıları çekinmeden yollayın. Burası sizin pencereniz...

KAZANANLAR MI? BİZ OLMADIĞIMIZ KESİN… - Tamer Yazar

 

“Tarihsel sorunları çözüme ulaştırmak için Devlet Gücü’nü kullanmak, tehlikeli noktalara gidecek kapıları da aralayacaktır…”

Amerika Birleşik Devletleri Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’ın, Fransa-Türkiye arasında yaşanan son “Soykırım” tartışmalarında gelinen duruma ilişkin verdiği değerlendirme bu.

Ama Clinton önemli bir şeyi daha eklemiş bu uyarıyı yaparken…

“Tarihsel konular noktasında tarafları konuşabilmeleri adına cesaretlendirmemiz gerekiyor…”

Sanırım ilki daha çok işimize geliyor!

Hani, Amerikan Kongresi’nde her Nisan ayının kazasız (!) belasız (!) atlatılması adına !!!

Peki ya ikincisi!...

O konuda ne durumdayız?

Taraflara ne kadar cesaret verebiliyoruz?

Haklısınız, konunun “yok” diyen tarafı çok güçlü!

Peki, “var” demese de “hadi tartışalım” diyen tarafı… !!!

O ne durumda?

Ne kadar güçlü?

Ne kadar cesur?

Ne kadar konuşabiliyor?

Ne kadar konuşabildiğimiz “kocaman” bir soru işareti ama “resmi” söylemde tekrar ettiğimiz bir şey var…

“Devlet Arşivlerini açalım…”

Ama bu aynı neye benziyor biliyor musunuz?

Kütüphanenin kapılarını açıp, ardından da öğrencilere “hadi ödevinizi yapın” demeye…

Ödev!

Tamam da bu kimin “ödev”i ?

Kime yükleniyor o sorumluluk?

Kimlere?

Oysa ki o kütüphaneye girmesi gereken öğrenciler değil, “öğretmenler”!

O arşivleri tarayıp topluma cevap vermesi gerekenler “tarihçiler değil, o tarihe bekçilik yapan, “Devlet” !

O yüzden de şu “Devlet arşivlerini açalım da baksınlar, hatta açık, bakıversinler…” demek komik oluyor!

Hani “gidin bakın, elinize ne geçecekse” der gibi…

Haklısınız!

Çözmek istemiyoruz!

Zaten çözemiyoruz da…

Hem de hiçbir şeyi…

Hayatlarımız FastFood gibi!

Tüketiyoruz sadece…

Çözüme ulaştırmadan…

Anlam katmadan…

Anlam olmadan…

İzliyoruz sadece!

Yaşamak için “susuyoruz”…

Bazen de “cebimizi” doldurmak için!

Ama vicdanlarımızı da boşaltırken birileri…

 

Düşünün bir kere!

Yukarıdaki konuyu bir kenara bırakın ve şunu sorun kendi kendinize…

 

Sahi bugüne kadar gündeme düşen kaç konuya dair bir araya gelebildik?

Ses verebildik!

İdeolojiye dökmeden yan yana yürüyebildik!

Var mı öyle bir konu?

Cevap?

Yok!

Mesela mı?

Düşünsenize bir kere, işçisi memuru bile hak arayışında “sağ” “sol” sendika ayrımında değil mi bugünün Türkiye’sinde?

Hele ki aynı “doymak” isteyen o “aç” talepler adına mücadele ederken?

Tamam da fark ne?

Hani o “açlık” noktasında!

 

En iyisini sona sakladım… !!!

O, bizim FastFood hayatlarımızın madalyası!

Hani şu Milletvekili Emekli Maaşları’ndaki düzenlemeden bahsediyorum…

Ne oldu sonunda biliyor musunuz?

Düzenleme Cumhurbaşkanı onayından geçti bile!

Değişen mi?

Maaşlardaki artış yüzdesi…

Anlayacağınız, “Emekli” vekil maaş zam oranı yüzde 45'e çekildi!

Bu mu bizi rahatlatan?

Tepkisiz bırakan!

Unutturan…

Vazgeçiren…

“Dün dündü bugün bugün” dedirten…

 

Anlayacağınız, yan yana gelemediğimiz her noktada kaybediyoruz!

Kazananlar mı?

Biz olmadığımız kesin…