KONUK YAZAR

Bu bölümde internete özel konuk yazarlarımızdan ve okurlarımızdan gelen yazıları yayımlıyoruz. Bu köşede yer almasını istediğiniz yazıları çekinmeden yollayın. Burası sizin pencereniz...

Aziz Jobs ve Çinli işçileri - Doruk Tatar

doruktatar@gmail.com

Hepimizin malumu, 2011’in son çeyreğinde, Apple’ın kurucusu, başkanı, beyni, sureti Steve Jobs hayatını kaybetti. Yas tutmaya çağırıldık evrensel biçimde, Jobs’u bilmeyenler hemen bilgilendirildi. Yaşamı süresince başardıklarıyla sınırları aşan bir dâhi olan Steve Jobs’un ölümüne üzüldükçe biz de yerel ve millli sınırlarımızı aşarak evrenselleştik ya da daha doğrusu küreselleştik... mi? Öyle mi gerçekten? Nereden geliyor Jobs’un iddia edilen evrenselliği/aşkınlığı? Neydi gerçekten bu insanın hayatı boyunca altına imza attığı büyük başarılar?

İkinci sorudan başlayalım, ve elbette“–i” ön ekli Apple ürünleriyle. Kullanım değerinden ziyade tasarımları, stilleri ve trend-belirleyicilikleri ile öne çıkan bir teknoloji. Dokunmatik ekranlar, zarif tuş takımları ve estetik tasarımlarıyla yeni bir duygusal/dokunsal deneyim ve hayat tarzı sundu iPod, iPhone ve iPad. Teknolojinin soğuk ve duygusuz bir deneyimden ibaret olmadığını ürünlerine samimiyet ve yakınlık katarak gösterdi bize Jobs. Her şeyden önce bir bütünlük ve sentetiklik duygusu kaplıyor insanın içini bu ürünlerden birini  eline aldığında.Takılıp çıkarılan bir parçası olmaması kusursuz bir devamlılık hissi yaratıyor. Gayet steril. Üretim bandı deyince aklımıza gelen işlemleri göremiyoruz yüzeyde. Ne sıkılmış bir vida, ne de çakılmış bir çivi... ‘Küçük kafalı, kocaman gövdeli’ işçilerin yapabileceği cinsten bir iş değil sanki. Neredeyse Jobs’un o mükemmel zihnindeki tasarımın gerçek dünyaya yansımış hali, öylesine “el değmemiş” yani. Bir Apple ürünü aldığımızda, Jobs’un zihniylekurduğumuz ilişki bu denli “aracısız” ve bu yüzden de bu kadar “samimi” belki de.

“Hiçbir uygarlık belgesi yoktur ki, aynı zamanda bir barbarlık belgesi olmasın' demiş zamanında Walter Benjamin. Bugün baktığımızda uygarlığın ve barbarlığın esas uygulayıcısı olarak sermayeyi görüyoruz. Bu açıdan şehirlerdeki görkemin, katedrallerden (ya da camilerden) başkanlık saraylarına (ya da hükümet konaklarına) oradan da çokuluslu şirketlerin yuvası haline gelen gökdelenlere kayması tesadüf değil. Apple firmasının ve Steve Jobs’un görkeminin kaynağı ise ‘sıradan insanları’ büyüleyen sermaye birikimi, yıllık ciro rakamları gibi devasa boyutlar.  Bir “sevgi ve hoşgörü” dini olarak bilinen Budizm’e mensup Jobs’un haftada 98 saat çalıştırıp karşılığında 125 pound verdiği, dış dünyaya kapalı kamplarda çalışan-yatan-kalkan-yiyen-içen  ve yılda sadece bir kez ailelerini görmelerine izin verilen Çinli işçilerin ise bu eserde pek katkıları yok gibi. Öte yandan iPad gibi ürünlerin espirisinin devasa boyutlarda saklı olmadığı aşikar. Jobs’un ve ‘eserleri’nin büyüleyici yanı, yarattığı kusursuz bütünlük hissiyle, bu ürünlerde sıradan insan emeğinin olmadığı hissini yaratması belki de. Sadece 2010 yılında 14’ü ölümle sonuçlanan 18 Apple çalışanının intiharı ise yasları tutulmayan birer “barbarlık belgesi” olarak görünmezliğe mahkum.

Steve Jobs figürünün aşkınlığının arkasında sermayenin küreselleşmesi var. Ulusal sınırları aşan sermaye üzerinden Çin’deki işçiler ile Amerika’da Ermeni bir koruyucu anne tarafından büyütülen Budist ve dahi girişimcimiz bir şekilde birbirine bağlanıyor. Bu şahane çokkültürlülük ortamında herkes eşit bireyler olarak ait oldukları kimlik ve inandıkları din doğrultusunda istediği gibi yaşayıp ölebiliyor...mu? Pek değil. Sermayenin çöplüğünde “şehit olan” (Jobs) ile “ölü ele geçirilen” (Çinli işçi) arasında tepeden dayatılan yas hiyerarşisinde, birileri için tüm internet bloke olurken, kimilerinin ölüm haberine ulaşmak bile imkansız. Bir de yeni oyuncaklarımız var tabii sayısı ve seviyesi gün be gün artan, bize çok da canımızı sıkmamamız gerektiğini ve hayatın güzelliğini hatırlatan... Dünyanın muhtelif yerlerindeki çokuluslu şirketlerin ucuz işçi toplama kampları (ve “ancak intihar özgürleştirir” mottoları) ile hayat daha da güzelleşecek i-Nşallah!