OHANNES KILIÇDAĞI

Ohannes Kılıçdağı

MUHALEFET ŞERHİ

Mütekabil rezillik

 

‘Lozan azınlıkları’nın Türkiye’deki sayısının içler acısı durumu herkesin malumu. 1927 nüfus sayımında, yani o kadar badire atlattıktan sonra bile gayrimüslimlerin nüfusa oranı %2,5 civarındayken, bugün bu oran aşağı yukarı %0,1dir. Yani binde bir! 2 bin civarındaki nüfusuyla, Rumlar en küçük grup. Buna paralel olarak toplam öğrenci sayıları 200’den biraz fazla. Yakın geçmişte, bir Rum okulunun tek bir öğrencisi kaldığına şahit olduk. Koskoca bir okulun tek öğrencisi olma halinin içerdiği trajedi ve hüznü hayal edebiliyor musunuz? Benim şahsen içim eziliyor. Düşünebiliyor musunuz, küçücük bir çocuksunuz ve koskoca sınıfın bomboş sıralarında tek başınıza oturuyorsunuz, öğretmenler gelip gidiyor, size bir şeyler anlatıyor. Sorulan sorular için parmak kaldırmak, kendinizi öğretmene göstermek ya da tam tersi, sorunun cevabını bilmiyorsanız arkadaşınızın arkasına saklanmaya çalışmak gibi şeyler yok. Teneffüs zilinin de hiçbir manası yok, çünkü beraber koşup oynayacağınız, haylazlık edeceğiniz bir kişi bile yok. Tek öğrenci öğle arasında ne yapar? Öğle yemeğini yalnız yedikten sonra bahçede tek başına kovalamaca oynar mı acaba? Bahçenin bir köşesine oturmuş ders zilinin çalmasını tek başına bekleyen bir çocuk kadar hüzün verici bir şey olabilir mi? Bu aslında Türkiye’nin ‘azınlıklar’ına reva gördüğü muamelenin ta kendisi: azaltma, yalnızlaştırma, sindirme, ezme.

Öğrencisi kalmayan okulları kapatmak bile bir sorun. Vakıf yönetimleri, haklı olarak, öğrencisi kalmayan okulları kapatıp, binaları ve diğer imkânları başka amaçlar için kullanmak istiyorlar. Fakat devlet bürokrasisi bu okulları kapatmayabiliyor, hatta “Burada bir okulun kapanabilmesi Batı Trakya’da da bir okulun kapanması gerektirir” gibi gerekçeler ileri sürebiliyorlar. Mütekabiliyet (karşılıklılık) saçmalığının geldiği noktaya bakar mısınız? Aslında devletlerin aklı aynı çalışıyor. Türkiye, burada bir Rum okulu kapatarak Yunanistan’a Batı Trakya’da bir okul kapatma gerekçesi vermekten çekiniyor. Görüyorsunuz, bir yanda insanlara yaşatılan dramlar, öte yanda devletlerin vicdansız hesapları...

Bir devletin kendi vatandaşlarına mütekabiliyet ilkesini gözeterek muamele edemeyeceğini söylemekten, ben de dâhil birçok kişinin dilinde tüy bitti. Mütekabiliyet, ancak iki devletin birbirlerinin vatandaşlarına uygulayacakları bir ilke olabilir. Üstelik, temel insan hakları söz konusu olduğunda, kişi hangi ülkenin vatandaşı olursa olsun mütekabiliyete bakılması da kabul edilemez. Geldiğimiz noktada, insanın insan olmaktan gelen hakları başka hiçbir şarta bağlanamaz.

Bütün bunlar bir yana, Türkiye’nin uygulamaları söz konusu olduğunda, mütekabiliyetin kendi mantığı içerisinde dahi anlayamadığım bir durum var. Diyelim ki buradaki Rumların okullar, vakıflar vs ile ilgili bir talebi olduğunda, aynı konuda Yunanistan’daki duruma bakılıyor. İlkesel olarak kabul edilemez ama kendi içinde tutarlı. Peki, Türkiye Ermenilerinin mütekabiliyet bahanesiyle geri çevrilen taleplerinde mütekabiliyet için nereye bakılıyor? Ermenistan’a bakılmasının hukuki ve pratik bir zemini olmadığına göre, yine Yunanistan’a mı? Öyleyse Türkiye Ermenileri ile Yunanistan arasında nasıl bir bağ öngörülüyor? Acaba şöyle mi düşünülüyor: “Aman ne fark eder, ha Rum ha Ermeni, ikisi de gâvur değil mi?” Yok, eğer Ermeniler için mütekabiliyet diye bir şey yoksa, bunun açıkça deklare edilmesi gerekir ki tereddüde mahal kalmasın.

Bugün mütekabiliyet nasıl çağdaş insan hakları mevzuatı açısından geri bir kavramsa, aslında bu ilkenin dayandırıldığı Lozan Antlaşması da çağdaş insan hakları hukuku açısından geri bir anlayışı temsil eder. Bu da anlaşılabilir, zira üzerinden 89 sene geçmiş ve bu 89 sene bir dünya savaşı, birkaç soykırım, Doğu Bloku’nun çöküşünü ve daha neler neler görmüş. Gelgelelim, Türkiye Cumhuriyeti, kurucu anlaşması olarak gördüğü ve yücelttiği Lozan Antlaşması’nı dahi en çok ihlal eden ülkedir. Bu anlaşmanın ilgili hükümlerini uygulamayarak, bizleri, uluslararası insan hakları hukuku açısından çoktan ötesine geçmiş olmamız gereken Lozan Antlaşması’nda zikredilenleri talep etmek durumunda bırakmıştır. Ne acıdır ki, Türkiye, insan haklarında geri bir anlayışın temsilcisi olan Lozan Antlaşması’nı uygulamaya başladığında ileri doğru bir adım atmış olacaktır.   

not: Taksim’deki Hocalı mitinginin katılımcılarına 1915’in tekrar yaşanması için yeterli sayıda Ermeni temin edemeyeceğimiz için üzgünüz. Canım, kabahat biraz da onlarda, insan böyle ‘dar zamanlar’ için kenara üç-beş Ermeni koyar, di mi ama... Biz onlara her zaman istediklerini yapacakları kadar Ermeni’yi nereden bulalım? Sonuçta kaynaklarımız kısıtlı.