KONUK YAZAR

Bu bölümde internete özel konuk yazarlarımızdan ve okurlarımızdan gelen yazıları yayımlıyoruz. Bu köşede yer almasını istediğiniz yazıları çekinmeden yollayın. Burası sizin pencereniz...

Medyanın ‘gizemli İncil’ merakı - ÖZCAN GEÇER

Geçtiğimiz hafta ajanslara, Ankara Adli Emaneti’nde 1500 yıllık, Aramice bir İncil bulunduğu haberi yansıdı. Olayın duyulması ile, Barnabas İncili’nin bulunmuş olabileceğine dair spekülasyonlar da basında yer almaya başladı. Medya, dünyayı ayağa kaldırabilecek böyle bir İncil’i, bir psikolojik tahrip kalıbı ya da inanç sistemine düşebilecek bir düşünsel atom bombasıymış gibi irdeledi.

İki yıl önce de, Kıbrıs’ta ele geçirilen benzer bir yazmayla ilgili olarak, yurtdışından Aramice ve elyazması uzmanlarına ulaşmıştık. Yazma, değil 1500 yıllık, bu gazetenin kuruluş tarihinden bile eski olamazdı. Tabaklanmış deri, özel işlemlerden geçirilerek antik doku izlenimi verilmiş, kimi sayfalarında kenarlardan eskitilmiş, yıpranmış havası verilmişti. Yüzlerce yıl önce çeşitli reçinelerle elde edilen mürekkep ve bitkisel boyalar yerine kimyasallar kullanılmış, içerik olarak eski orijinal metinlerden bir kısmının kopyalanmasına çalışılıp ona da eklemeler yapılmış ve sayfalar gevşek şekilde birbirine bağlanmıştı. Bu tarz çalışma (!) grupları birkaç yıl önce, işi biraz daha ileri, pardon geriye götürüp, dünya dillerinin kökeni olan Fenike Alfabesi ile sözde antik Yezidi elyazmaları bile üretmişlerdi. Bizim söz konusu kadim (!) yazmadaki tezhipler de, bildiğimiz altın yaldızlı keçe kalemle yapılmıştı.

İnsanoğlunun okuduğu ilk kitap olan gökyüzünden sonra yazılı hayata geçişle tarih sahnesindeki yerlerini alan antik elyazmalarının gerçekliği, yurtdışındaki uzmanlar tarafından detaylı analizlerle test edilebiliyor. Sahte olanları ile yapılan dolandırıcılık da, özellikle kültürün beşiği olan Irak, Anadolu ve Afrika gibi bölgelerde kendini iyice hissettirmekte.

Gerçek kültürel objelerin ve sahtelerinin uluslararası piyasalardaki dolaşımını konu alan, ‘Ben Kendim Değilim’ isimli çarpıcı bir belgesel film var. Kültürel miras kaybının ve Afrika kıtasının yağmalanmasının anlatıldığı belgeselin bir bölümünde, ayinlerde kullanılan sözde orijinal maskların nasıl hazırlandığı ve bölgedeki turistlere ve yurtdışındaki antikacı dükkânlarına nasıl pazarlandığı aktarılıyordu.

Halihazırda, sahte dünya ile gerçekleri birbirine karışıyor. Aramice bilgisine güvenilen bir arkadaşım kendisine tanımadığı birileri tarafından okutulan orijinal antik bir dua kitabından (‘Fanqito’) bahsetmişti. “Her kim ki, Musul Süryani Kadim Kilisemize ait bu kitabı yerinden çıkarırsa Allah tarafından lanetlenecektir, Amin!” yazısını okuyunca, her birinin ağzından vurgulu bir “Aaamin!” çıktığını; o şok anında, içindeki kahkahayı patlatmamak için ortamın tekinsizliğinde kendini zor tuttuğunu anlatmıştı. Çevresindekiler, onu kitabı çalmadıklarına inandırmaya çalışarak, mimikleriyle, sanki yaklaşmakta olan laneti def edercesine söylenmişler...

Yağmalanan bu varlıklarla geçmişimizin kimliksizleşmesi, taklit edilen eserlerin gittikçe bozulan kalitesini andırıyor. Aramicenin bir formu olan Süryanice de, Mezopotamya’nın engin uygarlık beşiğinde doğmuş, şimdi ise unutulmuş, binlerce yılın birikimi ile yaşayan en eski üç dilden biri. Oxford, Princeton, Leiden gibi köklü üniversitelerde yüzyıllardır akademik düzeyde araştırılan bir dil olarak, kendi anavatanında da susuzluğunun giderilmesini hak ediyor. Anadolu’da gelişmiş ve dünya kültür tarihinde, ‘Doğu’nun metinlerinin ‘Batı’ya, Batı’nın metinlerinin ‘Doğu’ya tercümesinde oynadığı kilit rolle kültür köprüsü olmuş bu varlığa en azından taklitçiler kadar değer veren bir yaklaşıma ihtiyaç var.

Her karışından tarih fışkıran bu topraklarda heykelden yazmaya, pişmiş topraktan yapılmış gereçlerden ahşap gemilere, ait oldukları coğrafyadan koparılanların geride bıraktıkları gömülerden, Anadolu’nun arkaik medeniyet eserlerine kadar pek çok gerçek tarihi eser bulunmuştur ve bulunacaktır. Tarihine ve köklerine sahip çıkmayan, kültürünü ancak turizme katkısı ölçeğinde değerlendiren ve onu yarına taşıyamayan bir anlayışla, ülkede arkeoloji ve sanat tarihinin üvey evlat muamelesi görürken, tabii ki, sahte dünyaların ‘büyüklere masallar’ı da her zaman yanıbaşımızda olacaktır.

 

ogecer@yahoo.com