OHANNES KILIÇDAĞI

Ohannes Kılıçdağı

MUHALEFET ŞERHİ

Kürtaj ama Roboski unutulmaz

Başbakanımız sağolsun, bir süredir kürtaj tartışmalarına daldık. Kürtaj konusunun yalnız devlet katında değil sosyal medyada da bu kadar yaygın biçimde tartışıldığı başka bir zaman hatırlamıyorum. Ama çoğu konuyu olduğu gibi bunu da sağlıklı ve soğukkanlı bir biçimde tartışabiliyor muyuz, orası hayli şüpheli. Bir tarafta hükümet veya iktidar partisi, diğer tarafta onların söylediklerine karşı olanlar. Karşı olmakta da haksız değiller, zira engelli çocukların da, tecavüz çocuklarının da ne olursa olsun doğması gerektiğini söyleyenler, hatta bunun yasal zorunluluk haline getirilmesi gerektiğini ima edenler oldu; Gökçek’in iğrenç sözlerine hiç değinmiyorum bile (tecavüz mağduru kadınlar dava açamazlar mı acaba?). Öte yandan, ne iktidarın ne de muhaliflerinin üçüncü bir fikir duymaya, üçüncü bir pozisyon görmeye tahammülü var. İktidar partisi üyelerinin sözlerine haklı tepki gösterenler de, “Benim gibi düşünmüyorsan onlar gibi düşünüyorsundur” tavrı sergiliyorlar. En azından benim gözlemleyebildiklerim...

Ben kürtajın, kimilerinin dediğinin aksine, “tartışılacak bir yanı olmayan, basit bir mesele” veya her zaman, her koşulda ve sadece tek bir kişiye ait bir karar olduğunu düşünmüyorum. Evet, bazı zamanlar, hatta belki çoğu zaman bu karar sadece kadının kendisine ait olabilir, ama bazı durumlarda mesele biraz daha karışık olabilir. Tabii ki nihayetinde, doğurmak istemeyen kadın doğurmaz; böyle birine zorla doğum yaptırtmak anlamsız, kabul edilemez ve ahlak dışı. Benzer şekilde, hükümetin kürtaja yaklaşımında gördüğümüz, bireylerin birtakım makro devlet politikalarının basit piyonları konumuna indirgenmesi ve araçsallaştırılması da, tarih boyunca birçok felaketin arkasında yatan temel tutumdur, dolayısıyla reddedilmesi gerekir. Öte yandan, ‘çocuk yapımı’nda partner konumundaki kişiye, “Sana söz düşmez” tavrıyla, istendiğinde kullanılacak ‘şabalak damızlık’ muamelesi yapmak da pek doğru bir yaklaşım olmasa gerek.

İkincisi, kürtajı tartışmak demek, ister istemez, insanlığı, hayatı, bunların ne zaman başladığını tartışmak demek olacaktır ki bunlar kolay kolay içinden çıkılabilecek, hemencecik fikir birliğine varılabilecek konular değil. Uzun uzun konuşulması, tartışılması lazım ki yine de ortak bir sonuca varılamayabilir. Yalnız, bu tartışmanın yapılabilmesi için bir önkoşul var: Devlet kürtaja toptan veya büyük ölçüde kısıtlayıcı bir yasak getirmeyecek. Devletin böyle bir hakkı olup olmadığı sorusu bir yana, böyle bir yasakçı müdahale, tartışmayı imkânsız ve anlamsız kılar. Evet, tartışmalı bir konu ama bunu biz vatandaşlar olarak tartışırız, zaman içerisinde geniş bir mutabakat sağlarsak ne âlâ, zaten o herhangi bir yasadan daha kuvvetli olur; sağlayamazsak gene herkes kendi bildiğini, vicdanı doğrultusunda yapar. Bu konuda üst bir otoritenin getireceği yasak, doğrudan kürtajla ilgili kısıtlamaların yanı sıra vatandaşların tartışma ve muadilleriyle diyalog kurma hakkının gaspı manasına gelir. Bu bağlamda, “Kürtajı erkekler konuşmasın” demek de pek anlaşılır değil. Tabii ki, böyle bir konuda kadının deneyimleri özeldir, özellikle ve hassasiyetle dikkate alınmalıdır ama “Bu konuyu sadece kadınlar konuşsun” demek, toplumsal gerçekliğe ters bir istektir. Bu mantığı genişletirsek, siyah sorunlarını sadece siyahlar, Ermenilerin sorunlarını sadece Ermeniler, ne bileyim, göçmenlerin sorunlarını da sadece göçmenler mi tartışacak ve karara bağlayacak? Bu şekilde, ‘bölünmüş söz söyleme alanları’ yaratmak, siyaset dediğimiz faaliyetin de özüne ve tanımına aykırıdır gibime geliyor.

Kürtaj konusunu bu kadar çok konuşarak Başbakan’ın ‘oyununa geldiğimizi’ söyleyenler de var. Eğer Başbakan gerçekten bu konuyu planlı bir şekilde Roboski katliamını unutturmak için ortaya attıysa, beyhude çaba (kaldı ki kürtaj da önemli bir konu). O katliam orada öylece durdukça unutulmaz ve evet, orada öylece duruyor. Bu bir ’33 kurşun’ vakasıdır; o nasıl hafızalarda yer edip simgeleştiyse, bu da öyle olacak. Hele hükümetin katliam acısını ve öfkesini tekrar tekrar yaşatan bu tavrı sürdükçe, bunun için yeni bir Ahmed Arif’e gerek bile kalmayabilir.