OHANNES KILIÇDAĞI

Ohannes Kılıçdağı

MUHALEFET ŞERHİ

1915’e giden yol

1915’i anlamak için II. Meşrutiyet döneminin (kabaca 1908-1914) olaylarını takip etmek şarttır. Tabii ki, ‘Ermeni Sorunu’nun geçmişi çok daha eskidir ama 1908 gibi, umutların ve iyimserliğin tavan yaptığı bir andan nasıl olup da 5-6 senede felakatin göbeğine düşüldüğünü kavramak, özellikle önemlidir. O zamana ait tanıklıklar, hatıralar da bu konudaki başlıca kaynaklardan biridir. Bu tanıklıklardan biri de William Mitchell Ramsay adında bir İngiliz’e ait (1909’da yayımladığı kitabının ismi ‘The Revolution in Constantinople and Turkey’ – İstanbul’daki ve Türkiye’deki Devrim–). Ramsay, 1880’lerden itibaren Anadolu’ya gelip giden ve arkeoloji çalışmaları yapan biri. Bugün bile faillerinin, organizatörlerinin kimler olduğu tartışmalı, görünüşte anayasanın Temmuz 1908’de tekrar yürürlüğe konmasıyla oluşan yeni düzene karşı ‘gerici’ bir başkaldırı olan 31 Mart (13 Nisan 1909) ayaklanmasının patlak vermesinden bir hafta sonra, karısı ve kızıyla birlikte İstanbul’a varan Ramsay, o andan itibaren şehrin havasını yansıtan, ilk elden olması sebebiyle çok değerli gözlemlerini bize aktarıyor.

Ramsay, şehrin havasını anlatırken bir duruma özellikle dikkat çekiyor: Ayaklanmayı bastırmak üzere Selanik’ten yola çıkan Hareket Ordusu İstanbul’un kapılarına dayanmışken, halkta, şehrin Hıristiyanlarına ve özellikle Ermenilerine karşı katliama girişileceğine dair bir beklenti ve dolayısıyla gerginlik var. Hatta bunun 23 Nisan Cuma günü selamlık töreninden sonra başlatılacağı dahi konuşulur. Bu beklenti o kadar yaygındır ki Ramsay bunun “herkes tarafından bilinen” bir durum olduğunu ama belgelerle ispatlanamayacağını söylüyor. Bu işin arkasında da, şehirde böyle bir karışıklık çıkararak Batılı devletlerin müdahalesini sağlamak, böylece de tahtını korumak isteyen Abdülhamid’in olduğu söyleniyor; zira o saatten sonra Abdülhamid’in İttihat ve Terakki tarafından tahtta tutulacağına kimse ihtimal vermiyor. Gene söylentilere göre, bu katliam hazırlıklarını haber alan Hareket Ordusu şehre girişini hızlandırarak muhtemel katliamı önlüyor.

Bu tür söylentiler İstanbul’la sınırlı kalsaydı pek üzerinde durulmayabilirdi, ama arkeolojik çalışmalar yapmak üzere Anadolu’ya geçen Ramsay farklı yerlerde de, hemen hemen İstanbul’la aynı zamanda benzer beklentiler olduğunu gözlemliyor ve aktarıyor. Bu izleniminin kaynağı, gittiği şehirlerin yerlilerinden edindiği bilgiler. Örneğin, Konya’da 31 Mart Ayaklanması’dan hemen sonra, şehirdeki Hıristiyanların katledileceği dedikodusu ortaya atılıyor. Hatta hikâye o kadar ayrıntılandırılıyor ki, şehre dışarıdan gelen üç hocanın (ya da hoca kılığındaki üç kişinin) Müslümanları bu yönde kışkırttığı bile söyleniyor. Başka bir ilginç nokta da, bu gerilim sırasında valinin hiç ortalarda görünmemesi. Anlatılana göre, katliamı önleyen, oraya daha evvel sürgün edilen Murat Bey isminde bir subayla, yerel ulemadan Çelebi Efendi. Ramsay, benzer bir gerginliğin Kayseri’de de yaşandığını söylüyor. Harput’taki Amerikan konsolosu Masterson da Nisan’ın son haftasının Harput Ermenileri için çok gergin geçtiğini aktarır. Hatta konsolos, güvenilir bir kaynaktan aldığı bilgiye göre Vali Ali Nusret Paşa’nın 23 Nisan’da Harput’ta katliam yapılması emrini veren bir telgraf aldığnı belirtir. Neyse ki, vali bu emre itibar etmez. Gelecek dört gün boyunca, yani Abdülhamid’in tahttan indirildiği haberi Harput’a ulaşana dek, 1895 olaylarını henüz unutmayan Harput Ermenileri bir katliam beknetisiyle gergin ve şaşkın haldedirler (Bu bilgiler için Richard Hovannisian’ın editörlüğünde çıkan ‘Armenian Tsopk/Kharpert’ adlı kitapta yer alan, Barbara J. Merguerian’ın ‘Kharpert: The View from the United States Consulate’ başlıklı makalesine bakılabilir). Bütün bunların ötesinde, katliamın Adana Vilayeti’nde beklentiyle sınırlı kalmadığını, en vahşi biçimde gerçekleştiğini, onbinlerce kişinin öldürüldüğünü biliyoruz.

İnsan düşünmeden, sormadan edemiyor: Aynı zaman diliminde, bu kadar farklı yerlerde (bildiğimiz kadarıyla İstanbul, Konya, Kayseri, Harput) katliam söylentisi çıkması ve Adana’da katliamın gerçekleşmesi bir tesadüf mü? Diyelim ki bunlar (tabii ki Adana hariç) bir gerçekliğe dayanmayan, tamamen uydurma söylentiler; o zaman da şu soru varN nasıl bir toplumsal atmosfer ve psikoloji var ki, bu tür söylentiler farklı yerlerde aynı anda çıkıyor, kabul görüyor ve neredeyse bir gerçeklik haline geliyor? Bu sorunun cevabı, 1915’e giden yolda kritik bir noktaya işaret ediyor.

Tabii bir de, manzaranın Müslüman kitleler ve onların psikolojisi boyutu var. Ramsay’ın aktardığı bazı durumlar bize bu konuda da ipucu veriyor ama yerimiz kalmadığı için onu haftaya bırakalım.