BERCUHİ BERBERYAN

Bercuhi Berberyan

KAPLUMBAĞA

‘Büyük Ustalar’ tokat gibi çarpıyor

 

Yine gündemdeki tatsızlıkları bir yana bırakıp, az biraz keyifli bir yazı yazma modundayım. Hem duygularımı paylaşayım, hem de gülümseteyim istiyorum. Malum, birkaç yıldır Babalar Günü de Anneler Günü gibi hüzün veriyor bana. Öyle ki, o günün ne olduğunu hiç aklıma getirmeden, Tophane-i Amire Kültür Sanat Merkezi’ne, ‘Büyük Ustalar’ın interaktif sergisine gittim geçen Pazar günü.

İyi yapmışım. “Tokat gibi çarpıyor” demek az gelir valla. O ustalara yalnızca ‘büyük’ demenin az geldiği gibi. Tabii ki en büyük tokat, orta yerde gerçek boyutlarıyla duran, Michelangelo’nun beş metrelik Davut heykeli. Vaktinde onu kırk kişiyle götürmüşler duracağı yere. Altından sığmıyor diye köprüleri kırmışlar geçirebilmek için. Düşünmeden edemiyor insan; tam 500 yıl sonra, aynı olay bizde olsa, heykeli kırarlar. Anadan üryan, her şeyi alenen ortada... Tüh tüh tüh, ne ayıp, ne ayıp... Bir de sergiliyorlar, çoluk çocuk, açık kapalı, herkes gözünü dikip bakıyor. Kapattım konuyu.

Biz o günün anlam ve öneminden kaçmak istesek de orada yine çıktı karşımıza. Kapıda ‘Babalar Günü için babalara bedava’ yaftası vardı. Bilet alırken, baba olduğunu ispat edersen para almıyorlar. O yüzden de millet çocuğunu takmış koluna gelmiş. Ha, bir de, öğrencilere ve 65 yaşın üstündekilere indirim vardı. Biz hiçbirinden yararlanamadık. Neyse, hiç olmazsa daha o yaşlara gelmedik diye küçük bir teselliyle girdik içeri. Herkese birer kulaklık veriyorlar, önünde durduğun eserle ilgili, istediğin dilde bilgiler alabiliyorsun. Seslendiren, güzel sesli insan, isimleri genelde yanlış telaffuz ediyordu ama olsun, bilgilendik.

Girerken bir de boş bir panonun önünde poz verdirip resmimizi çektiler ama onu sonra anlatacağım. Benim şahsen içeriye göz atar atmaz bir karış açıldı ağzım, çıkana kadar da kapanamadı. Dijital ortamda da olsa büyüleyici eserleri böyle yakından görebilmek müthiş bir şey. Michelangelo’nun Sistine Şapel’deki muhteşem tavan fresklerini; Leonardo’nun anatomi çalışmalarını, ‘Vitrivius İnsanı’nı, gerçek boyutuyla ‘Son Akşam Yemeği’ freskini; Raphael’in bir dolu tablosunu ve özellikle ‘Atina Okulu’ freskini, detaylarıyla dokunmatik ekranlar ve interaktif sistemlerle inceleyebilmek inanılmaz bir deneyim.

Dijital ekranlarda, renkler olduğundan daha parlak görünüyorsa da, bana göre, dönemin alışılmış renklerinden en farklı ve en çeşitli renklerini Raphael kullanmış. Özellikle moru çok kullanmış. O yıllarda boya renklerinin bin bir zorlukla elde edildikleri bilinir ama morun, bir tür deniz kabuğunu ezip, insan dışkısıyla karıştırılarak elde edildiğini bilir miydiniz? Kırmızı için de en çok kan kullanılırmış mesela. Yumurta, kireç, çiçek, böcek ve de akla gelmeyecek bilumum pis kokulu şey... Resim yapan bir insan olarak, bunları düşünmek bitirdi beni tabii.

Ama en çok etkilendiğim, kesinlikle, Leonardo da Vinci. İcat ettiği makinelerin 40’tan fazlasının maketleri yapılmış. Öyle hayret verici ki... Adamın bir dahi olduğu kesin. Ben buna bilimkurgusal yaklaşmayı pek severim. Bence o, bir zaman yolcusu. Çağından, hatta çağımızdan çok ileri zamanlarda yaşamış, sonra o çağa gönderilmiş sanki. Henüz aynanın icat bile edilmediği bir zamanda bir aynalı oda tasarlamış. Onu da yapmışlar; içine girdiğinizde, binlerce kendinizi, asla göremeyeceğiniz açılardan görüyorsunuz. Kapıda beklerken girenin çıkamamasına sinir oluyorduk ama içeri girince, asıl girmesiyle çıkması bir olanlara sinir olduk. Şaşkınlıkla kalakalıyor insan.

Anatomi çalışmalarıysa dudak uçuklatıcı. Bir duvarda küçük bir pencere var, bir yükseltiye çıkıp içeri bakıyorsun. İçerde temsili bir ceset var. Kolu kesilmiş, damarları dışarıda. Beleş gezi için çocuğunu delil olarak getirmiş bir baba, sıkıntıyla mızıldanan oğlanı az daha oradan baktıracaktı. Dayanamadım, “Önce bir kendiniz baksanız” dedim. Beyinsiz.

Gelelim başta söz ettiğim fotoğrafa. Sizi o verdiğiniz pozla, arzu ettiğiniz ünlü bir tablonun içine yerleştiriyorlar, bilgisayarla renklerinizi o resme uyduruyorlar, çıkışta alıp gidiyorsunuz. Teknoloji nelere kadir oldu, di mi? Biz Serda’yla Leonardo’nun ‘Son Akşam Yemeği’ tablosunda tam Hz. İsa’nın yanında duruyoruz. Onu işaret ederek fısıldaşıyoruz. Boğos da Raphael’in ‘Atina Okulu’nda, Diogenes’le sıkı fıkı bir halde...

Şimdi bu resimleri bin yıl sonra bulanlar, bizi onlarla aynı dönemde yaşadık sanarlar mı acaba, ne dersiniz?