BERCUHİ BERBERYAN

Bercuhi Berberyan

KAPLUMBAĞA

Sanat maratonu bitti

 

Geçtiğimiz günlerde ülkemizde, hatta dünyada ilk kez uygulanan bir maraton gerçekleşti ve bir rekor kırıldı. Ödenekli tiyatrolarla ilgili yeni düzenlemeleri protesto etmeye yönelik bir etkinlik olarak, tiyatrocuların başlattığı bu sanat maratonu, kesintisiz, tam 151 saat, 48 dakika, 52 saniye sürdü. Guiness yetkililerinin de ilgiyle izlediği, daha önce emsali görülmeyen bu olay, kesinlikle rekorlar kitabına aday. İşte, tiyatrocu yaparsa böyle yapar.

Her gün gitmek isterdik ya, karşıda olunca birkaç kez gidebildik, ama gittik. Tiyatroya gönül ver de ilgisiz kal; olur mu? Gidemediğimiz günlerde de sürekli izledik, orada birçok dostumuz vardı. Gördüklerimizi, duyduklarımızı, izlediklerimizi sizinle de paylaşayım dedim. Ki unutmak zor.

Kadıköy-Selamiçeşme’deki Özgürlük Parkı’nın uygun bir yerine attırıvermişler bir sahne, arkasına bir perde, direklere eğreti kelepçelerle birkaç spot... “Hadi buyurun” demişler, izleyeniyle, izleteniyle tüm sanatseverlere. İster sırf destek vermek için gel, ister bir şeyler sergile. İstersen meraktan orada ol, istersen eğlence say. Profesyonel, amatör bilumum sahne sanatçısı, müzisyen, pantomimci, kuklacı, tolkşovcu... Deneyimli, acemi ya da yalnızca hevesli... Bir kadın vardı mesela, ev hanımıymış, sırf bu olay için kendi kendine bir oyun yazmış, çıktı oynadı. Çok acemiydi ama çok tutkuluydu.

Dekora, makyaja, kostüme gerek duymadan, sırf gönül-beden uyumuyla, durmadan sahne aldılar. Sabahtan akşama, akşamdan geceye, geceden sabaha, bir an bile sahneyi boş bırakmadılar. İki gösteri arasında geçen süreler bile boş değildi. Gönüllü konuşmacılar, sırf o boşlukları doldurmak için orada bulunan sanatçılar vardı. Günün ve günlerin hiçbir saatinde izleyicisiz de kalmadılar Allah için. İnsanlar izleyebilecekleri kadar izliyor, sonra onlar gidiyor, yerlerine başkaları geliyor. Kimileri gidip bir şeyler yiyip geliyor, kimileri yanında çıkın getirmiş, kâh izliyor, kâh sohbete dalıyorlar...

Öyle bir ortam ki, tarifi mümkün değil. Ama keyifli, her şekliyle keyifli... Bir film oynatılırken, rüzgâr fon perdelerini uçuruyor. Bu arada, parkta sürekli piknik yapanlar var. Olup bitenle pek ilgileri yok, gecenin geç saatlerine kadar yiyip içiyorlar. Ama onlar bile saatlerin bir yerinde, birden kalkıp “Bakalım orada neler oluyor” diyerek temaşaya katılıyorlar. Kahvesini alan geliyor. Oradaki küçük büfe, bir haftada köşe oldu. İlk günlerde, beklemedikleri bu izdiham karşısında panikleyip, geceyarıları açık market arayıp tost ekmeği yetiştirme derdine düştüler, sonra alıştılar, ellerinden geldiğince tedarikliydiler.

Sanki orta yerde kocaman bir yürek vardı ve herkes ona bağlıydı. En önemli organlardan en küçük sinir ucuna kadar, durmasın diye elbirliğiyle çalışıyorlardı. Hani Shakepeare’in ünlü “Bütün dünya bir sahnedir, bütün kadınlar ve erkekler sadece birer oyuncu. Girerler, çıkarlar” diye başlayan sözünden yola çıkmışlar ya, olayın kendisi tastamam öyleydi. Zaten eylemden çok bir festival havası vardı. Keşke öyle olsaydı, keşke her yıl böyle festivaller yapılsaydı. Keşke, biz de katılabilseydik, tiyatroyu kuranların torunları olarak. Ama hiç olmazsa Vartovyan’ın adı geçti, Hagop Ayvaz, Misak Toros rahmetle anıldılar. Eh, bir nebze tatmin olduk.

Benim pek hoşuma giden bir ‘keşke’m daha var; keşke yönetici konumunda bulunan insanlar tiyatroculardan seçilse. Ya da en azından, yüz paralık bir sahne tozu yutmuş olanlardan... O da bulunamazsa, tiyatroya eğilimi olanlardan. İnanın, dünya bambaşka olurdu. Onlar empatiyi, doğru iletişim kurmayı, elbirliğini, fedakârlığı ve paslaşmayı iyi bilirler. Duygusal olup her şeyi derinlemesine hissettikleri halde, gerektiği kadar ağlayıp, gerektiği kadar gülebilirler. Gerektiğinde ağlatır ya da güldürürler. Ve daima önemli olan oyunun selametidir. Bugün hangi yönetici, yönettiği şeyin selametini kendininkinden üstün tutuyor? Tiyatrocu grev bile yapamaz yahu. Nasıl yapacak? Oynamayarak mı? Oynamazsa var olamaz ki... Onun derdi oynamak.

Tiyatro, insanı insana, insanla anlatan, dünyanın en eski sanatıdır. İnsanlık kadar eskidir. Ve artık özgür olmayı hak etmiştir. Onun kendi içinde, kendi inisiyatifi ve otosansürü vardır. Dizginlenmesi gerekmez.

Bu eylemle, baş koydukları yolda, yan yana olabileceklerini ve kolay pes etmeyeceklerini hem kendilerine hem sevenlerine ispat ettiler. Arkadan doğal olarak akıllara bir soru geliyor: Tüm bunlar bir şeyleri değiştirmeye yarar mı? Bence hayır. Üzgünüm; bizi yönetenler, halka kulak vermekten çok uzak artık. Onlar hep “Dediğim dedik, çaldığım düdük” diyorlar. Ne yazık, değil mi?