OHANNES KILIÇDAĞI

Ohannes Kılıçdağı

MUHALEFET ŞERHİ

Mayram Yaya

Benim bir yayam vardı, Mayram Yaya, babamın maması. Mezar taşında doğum tarihi yanılmıyorsam 1899 veya 1900 olarak yazar. 1982’de ben ilkokul ikinci sınıfa giderken öldü. Bizimle birlikte aynı evde yaşardı ama kendisi hakkında çok şey hatırlamıyorum. Kafamda kalan görüntüsü, kalın kaşları gözlerini kapatan, Ermeni kadınlarında sıkça rastlandığı üzre üst dudağı kalınca tüylü, kafasında koyu renk bir tülbent bağlı, fazla gülmeyen asık suratlı biri olduğu. Divanının üstünde otururdu, nedense ayakta dolaştığını pek hatırlamam, sanki hep otururdu, tabii benim aklım ermeye başladığında onun seksene merdiven dayamış olmasının da bunda payı vardır! Dediklerine göre on beş doğum yapmış ama bunlardan babam dahil sadece üç tanesi yaşamış.

Asık suratlı oluşundan mı bilmem, torunları olarak kendisiyle çok “içli dışlı” değildik. Yanına sokulamazdık pek. Büyüyüp de onun hikayesini öğrenince neden öyle olduğunu biraz daha iyi anladım. Ama onun hikayesini başkalarından öğrendim çünkü dedim ya bizimle pek konuşmazdı, hele ‘o konuları’ hiç konuşmazdı.

Van Gölü Ekspresi’nin Kayseri’den sonra uğradığı istasyonlardan Karaözü ile Yeni Çubuk arasında kalan bir köy vardır, Tekmen köyü. Kayseri’ye daha yakındır ama Sivas’a bağlıdır. Benim mama tarafımın da baba tarafımın da kökeni o köydendir. Ama aslında Mayram Yaya’nın ailesi oralı değilmiş, yakınlarda Burhan diye başka bir köy varmış (Google’dan bakıyorum, kara yoluyla aralarındaki mesafe 13 km.), onlar oralıymış. 1915’in artık hangi ayındaysa, Burhanlı Ermenileri yollara dökmüşler. Diğer aile üyeleri ne olmuş bilmiyorum ama yayamın yanında ablası varmış. Bu tür hikayelerin hemen hepsinde olduğu gibi, kafilenin başındakilerin uygun gördüğü bir mevkide köylerden toplanan Ermenileri kesmeye başlamışlar. O curcunada ablası yayamı yere, diğer yaralı ve ölülerin arasına yatırmış, onların kanlarından kendi üstlerine başlarına sürmüşler.

Uzun lafı kısası, ölü taklidi yaparak kurtulmuşlar. Kurtulmuşlar ama tam bir kaos var, anlaşıldığı kadarıyla yakındaki başka bir Müslüman köyünden gelip, kurtulan Ermenileri toplamışlar. Buraya kadar yaşananlar bile bir insana bir ömür boyu travma yaşatmaya haydi haydi yetecek olsa bile yayam için trajedi orada bitmemiş. Anlattığına göre, tehcirden ve belki ölümden kurtulmak için Müslüman olan Gemerekli bir Ermeni varmış (adı bende saklı). Anlaşılan, onun gerçekten Müslüman olmadığını, canını kurtarmak için numara yaptığını düşünenler varmış. Ondan samimiyetini ispatlamasını istemişler: “Ne bilelim senin gerçekten Müslüman olduğunu? Götür şu kızı dere kenarında kes de inanalım” (İmanının ispatı için biri birinden daha kurban istemişti, kimdi o?). Bahsettikleri yayamın ablasıymış. Yayama göre o adam ablasını götürüp gerçekten öldürmüş ama o, bunu hiçbir zaman kabul etmemiş. Olaylar yatışınca da tekrar Hıristiyan olmuş. Hatta, o havalinin çoğu Ermenileri gibi o ve ailesi de İstanbul’a göçüp Ermeni olarak yaşamaya devam etmişler. Yayam ne zaman onunla karşılaşsa...işte tahmin edersiniz ne yaptığını.

O kişi yayamın ablasını gerçekten öldürdü mü bilmek mümkün değil belki ama ortada bir gerçek var ki yayam ablasını bir daha hiç görmemiş. Gene sık rastlanıldığı gibi, oralarda Sefer Ağa diye bilinen biri kendisine ‘sahip çıkmış’ ve evine almış. Onun için yayam, ‘Sefer’in kızı’ olarak da bilinirdi. Gerçek babasının akibeti meçhul (galiba ismi Ovagim’di). Aileden başka kimse kalmış mı derseniz o hikaye de dramatik. Ne kadar sonra bilmiyorum, yayam bir gün bir koyun sürüsünü otlatan bir erkek çocuğu görmüş, bakmış ki kırım karmaşasında kaybolan küçük kardeşi. “Bu benim kardeşimişdir”, diyerek çocuğu almaya kalkmış ama tabii vermemişler. Sonra Sefer Ağa’nın araya girmesiyle çocuk da Sefer Ağa’nın evine alınmış. Böylece yayam hayatının geri kalanında ailesinden bir kişiyle olabilmiş. Bir zaman sonra da, kendi gibi ‘kılıç artığı’ olan ve bir başka ağa tarafından sahiplenilen babamın babasıyla, ağaların “Evlendirelim şu gavurları, sevaptır” sözüyle ‘çiftleştirilmiş’. Sizin anlayacağınız, ben ve ailemizin sonraki üyeleri varlıklarını bu ağaların sevapkarlığına, yüce gönüllerine borçluyuz!

Yayamın yerinde olup da böyle bir hayat yaşayan kaç kişi yaşlılığında güleryüzlü olur, torunlarıyla oynar? Şu kısacık hikayede kaç farklı trajedi vardır? Hikayenin ‘kötü kişisi’ olarak görünen Gemerekli Ermeni bile acınası durumda değil midir? Öldürmek ya da ömür boyu böyle bir ithamle yaşamak...

İşte Ermenilere yaşatılan budur ve daha niceleridir.