OHANNES KILIÇDAĞI

Ohannes Kılıçdağı

MUHALEFET ŞERHİ

Kim sahtekâr, kim ikiyüzlü oluyor şimdi?

Türkiye’deki Protestanların faaliyetleri hakkında bilgi toplamak ve grubu “eritmek” amacıyla Protestan olup aralarına sızan uzman çavuş haberini okumuşsunuzdur. 29 Haziran tarihli Agos’taki Ferda Balancar’ın haberinden kısaca hatırlatmak gerekirse, söz konusu kişi askerliğini yaptıktan sonra TSK’nın açtığı uzman erbaş sınavına girer ve kazanır. Bir süre sonra istihbarat şubesine ve onun içinde de “misyonerlik faaliyetlerine karşı görev yapan” bir birime geçer. Tabii, önce kendinin ‘misyonerlik tehdidi’ne karşı bilinçlenmesi gerekmektedir. Onun için aylarca Genelkurmay’da misyonerlik konusunda ‘eğitim alır’. Üstleri, istihbarat toplamanın en iyi yolunun Protestan olup cemaatin içine sızmak olduğuna karar verince bu kişi Hıristiyan olur ve cemaate girer. Böylece istihbarat toplamakla kalmayacak, ‘kaleyi içerden yıkabilecektir’. Nitekim, belli bir süre sonra kendisi de misyoner olmuş, hatta cemaat içinde ‘yükselmiş’tir; artık sözüne değer verilen, kendisine inanılan bir Protestan din adamıdır. Yıllarca böyle görev yaptıktan sonra en baştaki amacını gerçekleştirmek için, gene emirle Müslümanlığa ‘döner’ ve sonra misyonerlerin ‘içini bilen’ biri olarak, onların ‘yıkıcı ve bölücü faaliyetler’ini anlatmaya başlar. En büyük yıkımı da, o zamana kadar onu din adamı bilmiş, ona inanmış, hatta belki de psikolojik olarak onu kendine dayanak yapmış Hıristiyanlar yaşar. Nitekim, haberde belirtildiği gibi, onun katıldığı programlara bağlanan ve onu tanıyan bazı Protestanlar ağlayarak, bu konuşanın o olduğuna inanmadıklarını söylerler. Burada, bu kişilerin ruh durumunun altını çizmek gerekir: Aldatılmış, ihanete uğramış birinin bilindik duygusallığı ve gerçeği inkârı.

Bu hikâyede ilginç ve ironik olan ne, biliyor musunuz? Bu devlet doksan yıldır milleti, misyonerlerin gerçek yüzlerini saklayan, gizli siyasi emelleri olan, Hıristiyanlık kisvesi altında insanları tuzağa düşüren kişiler olduklarına inandırmaya çalıştı. Evet, en sonunda bu tarifteki gibi bir misyoner bulundu bulunmasına ama onu yetiştiren de aynı devlet! Yani bu devlet yıllardır insanları korkutmaya çalıştığı tipte sahtekâr, ikiyüzlü bir misyoner yetiştirip ‘sahaya salmış’. Bak Allah’ın işine?! Şimdi bu manzarada aldatan kim, aldatılan kim? Dini, inancı istismar edilen kim? Dini, siyasi emellerine alet eden kim?
Bu misyoner denen adamlar, bana oldukça naif gelen bir hâletiruhiyeyle, doğruluğuna inandıkları bir dini diğer insanlara da anlatmaya çalışıyorlar. Beğenirsin ya da beğenmezsin, o ayrı mesele ama ben bugüne kadar insanların gırtlağını kesen misyoner duymadım; halbuki onların gırtlağı kesildi bu ülkede. Üstelik sadece bugün de değil. Unutmayın, söylemiştim, Antep’teki Amerikan Hastanesi’nin bahçesinde yatan misyoner James Perry’nin mezar taşında şunlar yazıyor: “1 şubat 1920’de Antep yakınlarında hizmet etmeye çalıştığı insanlar tarafından öldürüldü / onlar ne yaptıklarını bilmiyorlardı.”
Bir de misyonerlik yoluyla Bizans’ın, yok efendim Pontus’un, Anadolu Hıristiyan devletlerinin ‘hortlatılması’ hikâyesi var (aslında bu tabiri kullanarak bile bunların ‘ölü’ olduğunu itiraf etmiş oluyorlar ve ölüler sadece fimlerlerde hortlar). Tamam, bu misyonerler naif adamlar dedik ama o kadar da değil! Onlar bile kendilerinden bu kadar büyük bir başarı(!) beklemiyorlardır (bizim ülkede insanlar ironi karşısında üç yaş zekâsına indikleri için, “Vay, sen buna başarı dedin, demek ki Bizans’ın, Pontus’un canlandırılmasını istiyorsun” diyenler olabilir. Ne Bizans, ne Pontus, ne de tarihteki herhangi bir devlet umurumda. Benim derdim insanların birbirinin kafasını kırmadan ama birlikte, özgürce yaşayabilecekleri bir toplum yapısı ve siyasi sistem.) Kaldı ki, bu ülkede tek bir Hıristiyan dahi kalmasa bu toprakların Bizans geçmişi, Hıristiyan kültürü tarihsel bir vaka olarak ortadan kalkacak mı? Ne yani, son Hıristiyan’ın da kökü kazınınca Anadolu’nun Hıristiyanların ilk sığınağı olduğunu insanlık unutacak mı?
Rahat bırakın şu adamları artık. Sizin korkunuz Bizans falan değil. Siz kendinizden, var olma biçiminizden ve onun toplumsal çeşitlilikle imtihan edilmesinden korkuyorsunuz. Çünkü kendinizden hiç emin değilsiniz. Ödülü insanlık olan bu imtihanı geçemeyeceğinizi biliyorsunuz.