BERCUHİ BERBERYAN

Bercuhi Berberyan

KAPLUMBAĞA

Vartovyan’ın ruhu şenlendi

Geçen Cuma akşamı, Büyükada’daki Adaevi’nde, Boğos Çalgıcıoğlu’nun yaptığı sunumla Hagop Vartovyan’ın resmen ruhu şenlendi diyebilirim. Hiç olmazsa bu sayede yeniden anıldı. ‘Ermeni Tiyatrocuların Türk Tiyatrosuna Katkıları ve Güllü Agop Belgeseli’ başlıklı bu sunumda, Boğos, önce detaylıca ülkemizde tiyatronun nereden nereye ve nasıl geldiğini, sonra Hagop Vartovyan’ın ‘Güllü Yakup Efendi’ olana kadar neler yaşadığını anlattı. Sonra da, duyduğu özel ilgiyle, yeri belli olmayan ve de varlığına kimsenin aldırmadığı mezarını, kendi çabasıyla nasıl bulduğunu anlattı.

Mezarı bulduğu gün ben de oradaydım biliyorsunuz, uzun uzun yazmıştım. Uluç Esen, Serda Arslan, Boğos ve ben, kendimizi bir Indiana Jones filmindeymiş gibi hissettiğimizi, yaptıklarımızı ve duygularımızı anlatmıştım. Bununla ilgili bir de filmimiz var artık. Öyle dense de pek belgesel sayılmaz. Daha çok hatıra filmi gibi. Kısa bir şey ama belge niteliğinde, çünkü hiç kurgulanmadan, tastamam olduğu gibi çekildi.

Biz bu amatörce çekilmiş, yirmi dakikalık hatıra filmini pek ortaya çıkarmak istemedik bir süre. Daha sonra, olayı evveliyatından alıp birçok bilgi ve belge ekleyerek kurgulayacak, bu bölümü de olduğu gibi arasına katarak, doğru dürüst bir belgesel film haline getirecektik. Biz değil tabii, işi iyi bilenler yapar gibi bir düşümüz vardı. Doğrusu, pek güzel olurdu ama bir türlü olamadı. Bilmem, belki yine de olur bir gün. Çünkü olmalı.

Bir süre, bilgisayarlarımıza kaydettiğimiz parça parça çekimleri birlikte ya da tek başımıza seyredip, birlikte ya da tek başımıza duygulandık durduk. E, unutulacak gibi değildi paylaşılanlar. Üzerinde “Burada Türk Tiyatrosu’nun kurucusu yatıyor” yazdığı halde, kimsenin bilmediği bir mezar taşını bulmuştuk. Neyse, o konu derin...

Aradan biraz zaman geçince, Serda, elimizdeki o bölüm bölüm çekimleri birleştirerek, anlaşılmayan yerlere altyazı, arkasına da fon müziği ekleyerek, tek parça ve seyrebilebilir bir kısa film haline getirdi. Amatörce bir çalışmaydı ama pek güzel olmuştu doğrusu. Bunu yine uzunca bir süre kendi kendimize izledik. Valla, hâlâ ciddi bir belgesel film umudumuz sürüyor.

Geçtiğimiz Dünya Tiyatrolar Günü’nde, ani bir kararla, bu anımızı, Getronagan Derneği’nde yıllardır yapılmakta olan etkinlikte, tiyatroseverlerle paylaşıverdik. Etkisi çok büyük oldu ve o gün gelmeyenler çok şey kaçırdı. Ta Büyükada’dan kalkıp gelen, Adaevi programından sorumlu Sibel Akkaş Hanım da etkilenenler arasındaydı. Yaz döneminde Büyükada’da bir tiyatro gecesi düzenleyip, konuyla ilgili bir söyleşinin ardından bu kısa filmin de gösterilmesini arzu etti. Öyle de oldu. Şimdi diyebilirim ki, pek keyifli geçen bu etkinliğe gelmeyenler de çok şey kaçırdı.

Benim bu yazıyı yazmamın nedeni “Oh ya, böyle ilginç bir şeyi kaçırdınız işte” demek değil. O mezarı bulduğumuzda aramızda heyecanla konuşurken demişiz ki, “Şimdi Türk tiyatrocular bunu duyunca ne yapacaklar acaba?” Boğos da demiş ki, “Ben asıl Ermenilerin ne yapacağını merak ediyorum.” Benim şom cevabım ise şöyle: “İplemeyecekler bile.” Aynen öyle oldu. Esas vurgulamak istediğim bu. Bunca yıldır, ülkemizdeki bütün tiyatrocular bugün sahnelerde olmalarını ona borçlu oldukları halde, tek bir kere bile onu anma teşebbüsünde bulunmadılar.

Muhsin Ertuğrul Tiyatrosu’nun girişinde bütün tiyatrocuların fotoğrafları arasında bir yerlerde, lütfen onunki de var. İyice aramalısın bulmak için. Son on yılda konmuş. Herhangi bir oyuncu gibi. Vasfi Rıza yıllarca uğraşmış, tiyatronun kurucusu olarak ayrıca bir fotoğrafını koydurmak için, izin vermemişler. O da 92’de öldüğüne göre...

Eh, Ermeniler dönek diye sevmemişler, Türkler dönme diye. Bu ülkede dönmek zorunda olmanın nasıl bir şey olduğunu herkes unutmuş. Bakın, önemli işler başarmış insanların özel hayatları önemli değildir. Koskoca Leonardo da Vinci bile hem eşcinselmiş, hem dinsiz. Ama nerde ipeeek, nerde cambaz Ohannes? Bu bir Bilecik deyimidir. Arto söylerdi. İyi laf, değil mi? Ama şimdi açıklamasına girecek kadar yerim yok. Uydu, yazdım.

Sonuç olarak, ısrarla bir örnek vermek istiyorum. ‘Şark Dişçisi’ oyunuyla garibim Hagop Baronyan, ölümünden tam 120 yıl sonra ilk kez nasıl alkışlandı? Demek ki ses yükseltmek bazen gerekli.

Hagop Vartovyan, namıdiğer Güllü Yakup Efendi ya da Güllü Agop hiç mi alkışı hak etmiyor? Bu yıl da ölümünün 110. yılı, biliyor musunuz? Neyse... Bu yazdıklarım neye yarar bilmem. İçimi döktüm de... Acaba Vartovyan’ın ruhu, Baronyan’ı kıskandı da tiyatronun başına son dönemdeki netameli olaylar ondan mı geldi dersiniz?