ROBER KOPTAŞ

Rober Koptaş

HAYAT OLDUĞU GİBİ

Sünnilerin demokratlıkla sınavı

Geçen hafta, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın, başta Aleviler olmak üzere, Sünni inancı dışında kalan gruplara karşı ürettiği adaletsizliğin yanı sıra, yarattığı ‘devlet tipi İslam’ nedeniyle esasen Sünnilere de zarar verdiğini tartışırken, bilinçli olarak göz ardı ettiğim bir gerçeklik vardı. Sünnilerin, Alevilere ve diğer inanç gruplarına yönelik sistemli ayrımcılığı daim kılan bu en önemli devlet aygıtına, adalet temelinde karşı çıkmamalarını bir an için ihmal etsek bile, kendi dinlerini diledikleri gibi yaşamalarına engel olan katı laik anlayışının din alanındaki koçbaşı olan bu kuruma itiraz etmeleri gerektiğini ifade etmeye çalışırken, Sünni inancın çok eski zamanlardan beri, devleti bir Sünni devleti olarak tahayyül etme pratiğinden hiç söz etmemiştim. Yazıyı okuyan bazı okurların dikkatinden kaçmayan bu eksikliğin nedenini açıklayayım izin verirseniz.

İslam, Hıristiyanlığa nazaran, hayatın her alanını düzenlemeye daha istekli bir din. Bu niteliği, İslam doktrininin temel dayanak noktalarından biri. Bu durumun başat tezahürlerinden biri ise, İslam dininin devlet işleri ve toplum-devlet ilişkisi hakkındaki düzenleyici geleneği. Zamana, coğrafyaya, kültüre bağlı olarak çok farklı uygulamaları olsa da, Şeriat, çok boyutlu bir hukuk sistemi ve toplumsal ilişkilerden kamu düzenine kadar pek çok konuda yüzlerce yıllık bir geleneğe dayanan bir düzen öngörüyor. Özellikle Osmanlı geleneğinde, din-devlet ilişkisi belirli dönemeçlerden geçtikten sonra çok net bir Sünni renk kazandı. 16. yüzyılda Kızılbaşlara ve Alevilere yönelik katliamlar, 19. yüzyılda Yeniçeri Ocağı’nın kapatılması sırasında Mevlevi ve Bektaşi ocaklarına yönelik yoğun şiddet, bu niteliği pekiştirdi. Osmanlı Devleti, bir Sünni İslam İmparatorluğu olarak, tebaası içindeki farklı unsurların varlığını belli koşullarla ‘hoşgörürken’, İslam’ın tekçi bir yorumunu meşru kabul etti. Devlet sistemi bu yorum doğrultusunda oluştu; dolayısıyla, asırlar boyunca hem yönetici seçkinlerin hem de halk tabakalarının düşünüşü bu yapının gereklilikleri doğrultusunda şekillendi.

Devletin dini İslam’dı, Sünni İslam’dı; gayrimüslimler zımmi yani ikincil statüdeydi, İslam’ın farklı yorumları ise sapkınlıktı ve ortadan kaldırılmalıydı. ‘Devlet = İslam devleti’ kabulü, millet-i hâkime zihniyetinin en önemli unsurlarından biriydi. Laik Türkiye Cumhuriyeti ise, din-devlet ilişkisini kökten değiştirse de, Sünni inancın üstünlüğü anlayışına asla dokunmadı. Dini alana müdahale ederken, İslam’ın devletlu yorumunu hâkim kılmaya çalışırken, esasen hayli zayıf olan meşruiyetini güçlendirmek için, diğer inançlara karşı Sünni iktidarına zarar verecek adımlardan kaçındı.

Sünni çoğunluğun Diyanet İşleri Başkanlığı’nı sahiplenmesini eleştirdiğim yazıda, bu tarihi, analizin dışında tuttum. Yani, Sünnilerin tam da devletin Sünniliğini içselleştirdikleri için Diyanet’e eleştirel bakamayacakları iddiasını ileri sürmedim, bu önermeye prim tanımak istemedim.

Çünkü Sünni inancının devlet meselelerinde diğer inançlara üstünlüğünü verili kabul eden, bunu sürdürmek için başka inançlara adaletsizlik eden, üstelik Sünniliği de devletin izin verdiği sınırlar içinde yorumlayarak adeta devlete rehin veren bir anlayışın sürdürülmesi, bu kez bizatihi Sünni inancı açısından derin bir meşruiyet krizi doğuracaktır ve bu son kaçınılmazdır.

Ha, eğer böyle bir kriz Sünni çoğunluk açısından bir sorun teşkil etmiyorsa, etmeyecekse, var olan adaletsizliklerin devamından yana bir Sünnilik anlayışıyla karşı karşıyayız demektir ki, bunun adalete belki her şeyden çok önem veren bir dinin, yani İslam’ın öğretilerine ne kadar aykırı olduğu ortadadır.

Öyleyse, asıl mesele, rabıtası sorunlu görünse de, Sünnilik ile demokratlık arasındadır. Yani Sünni çoğunluk, din-devlet-toplum ilişkilerinde, adaletin sağlanmasını kendi inancının üstünlüğünün önüne koyan bir yaklaşım geliştirme sınavı karşısındadır. Bu da ancak, mevcut sorun alanlarının demokratça bir zihniyetle yeniden değerlendirilmesinden ve bu yöndeki bir dönüşümden geçer. Bu tip bir yeniden ele alış ve değişimin İslam’a aykırı olduğu yönündeki önermeler ise, ayrılıkları körükleyen çok dar ve katı bir İslami yorumu ima eder ki, tüm dar ve yorumlar gibi, eninde sonunda olumsuz sonuçlar doğurmaya mahkûmdur.

Tokatlıyan ve toplum vicdanı

Seçimin mahkeme kararıyla ikinci kez iptalinin ardından, Beyoğlu Üç Horan Vakfı yönetimi, Tokatlıyan Han’ı kiraya vermek için yaklaşık 1,5 yıldır teklif topluyor. Vakfın önemli gelir kaynaklarından olan, ancak son onyıllarda bakımsızlığı nedeniyle gereğince değerlendirilemeyen, eskinin görkemli otelinin aylık birkaç yüz bin dolara uzun süreliğine kiralanmasının vakfın yararına olduğunu düşünen yönetim, artık son aşamaya gelen teklif toplama işini bir an önce sonlandırarak bir karara varmak istiyor.

Ancak Üç Horan yönetiminin idrak etmesi gereken bir gerçek var. Bütün tartışmaları, iddiaları, çekişmeleri bir yana bırakarak düşünsek bile, neticede son iki seçimi mahkeme kararıyla iptal edilmiş bir vakfı yönetiyorlar. Üstelik bu yönetim, Ermeni toplumunun 603 üyesiyle davalı durumda ve toplumun genişçe bir kısmı, onlara en hafif tabirle ‘şüpheyle’ yaklaşıyor. Bu durumda, mahkeme yeni seçim yapılması yönünde karar vermişken, bu karar temyiz edilecek bile olsa, bu vakfın en önemli mülkünü kiralamak ahlaki açıdan kabul edilemezdir. Bu kiralama, en uygun koşullarda, vakfa çok gelir getirecek şekilde yapılmış bile olsa toplum vicdanı rahat etmeyecek, bunu toplum yararına bir icraat olarak görmeyecektir.

Böylesine sorunlu bir ortamda, vakıf yönetimine düşen, yasal durum netleşene kadar teklif toplama sürecini askıya aldığını duyurmaktır. Aksi takdirde, kiralama işlemi aleyhine açılacak bir dava veya davalar, hem vakfı hem de müstakbel kiracıyı büyük zararlara uğratabilir.

Üç Horan yönetimi, Ermeni toplumunun geleceği açısından önem taşıyan bu vebalin altına girmemeli, hiç olmazsa toplumda var olan gerginliği bir nebze olsun dindirmek adına, güven uyandırıcı bu adımı atmalı, Tokatlıyan’ı kiralama işlemini durdurmalıdır. Bu, salt mali bir karar değil, bir dürüstlük, ahlak ve vicdan meselesidir.