OHANNES KILIÇDAĞI

Ohannes Kılıçdağı

MUHALEFET ŞERHİ

Düşman diye diye...

Türklerin kendilerine ve dünyaya bakışlarının, başta Kürt meselesi olmak üzere birçok sorunun çözümünün önündeki en büyük engellerden biri olduğunu zaman zaman vurguluyoruz. Bu bakış tarzı, bu zihniyet, resmi eğitimden tutun da popüler kültür unsurlarına kadar her araçla beslenmeye, canlı tutulmaya devam ediliyor. Hiç beklemediğiniz bir yerde, ilgisiz bir bağlamda pat diye karşınıza çıkıyor. Şu sıralarda televizyonlarda dönen bir reklam filmi buna tipik bir örnek. Bankanın biri, olimpiyatlara giden Milli Kadın Basketbol Takımı’na sponsor olmuş, bu kliple de onu duyuruyor. Duyuruyor duyurmasına da, takip ettiği mantık, yaptığı benzetmeler oldukça abartılı. Ekranda omzunda mermi olan bir kadın figüründen elinde basketbol topu olan bir kadın figürüne geçiş yapılırken, dış ses de şöyle diyor: “Bu eller dün cepheye top mermisi taşıdı, dünyaya meydan okudu. Bugün aynı eller yine dünyaya meydan okuyor, avucunda basket topuyla.”

2012 yılında yapılacak bir dizi basketbol maçıyla ‘Kurtuluş Savaşı’nı birbirine benzetmek nasıl bir zihniyetin ürünüdür? Buradaki hamaset samimi midir, yoksa milliyetçiliğin bu topraklarda her zaman iş yapacağını bilenlerin bu hisleri sömürüsü müdür? Alt tarafı bir oyun oynanacaktır, spor yapılacaktır. Savaş gibi onbinlerin can verdiği bir olayla bağ kurmak ne kadar doğru? Bu anlayışın olimpiyat oyunlarının ruhundan hiç nasiplenmediğini geçelim, hem kadın basketbolculara haksızlık, hem de cepheye gerçekten mermi taşımışların anısına saygısızlık. Kadın basketbolculara haksızlık, çünkü omuzlarına haddinden fazla bir yük konuyor. Sanki onlar orada maçlarını kaybedelerse burada memleket batacak, aynı ‘Kurtuluş Savaşı’ kaybedilmiş gibi olacak (öyle değilse niye böyle bir benzetme yapılıyor?). Nitekim, çeyrek finalde çok iyi mücadele ettikleri bir maçta kılpayı denebilecek bir şekilde Rusya’ya kaybettiler. Ne oldu şimdi, kaybettikleri için yaptıkları her şey değersiz mi oldu? Spor böyle bir şey değil. Gerçekten savaşmışlara da saygısızlık, çünkü öyle veya böyle, o veya bu düşünceyle bir savaşın parçası haline gelmekle, orada çekilen acı, verilen mücadeleyle bir topu bir çemberden geçirmek için verilen mücadele aynı kefeye konuyor. Hiçbir savaş bu kadar hafife alınmamalı.

Bu nasıl bir ölüm-kalım psikozudur ki bunca sene sonra bile hâlâ bu kadar canlıdır? Neredeyse bir asırdır ‘kurtuluş’ psikolojisiyle yaşamak normal midir, sağlıklı mıdır? Alt tarafı otuz saniyelik bir reklam filmi, fazla önemsemeye değmez denebilir ama öyle değil. Birincisi, bu film bu zihniyetin eski-yeni bütün nesillerin ne kadar iliklerine işlediğini gösteriyor. Düşünzenize, reklam ajansındaki adamlar oturuyorlar, bir bankanın basketbol sponsorluğu için bir tanıtım filmi çekecekler, akıllarına ‘dün’ dedikleri doksan yıl evvelki Kurtuluş Savaşı geliyor, kimse de bunu tuhaf bulmuyor. İkincisi, başta da söylediğimiz gibi, bu ideolojiyi canlı tutmada bu tür kültür ürünlerinin önemli bir rolü var. Hâlâ bütün dünyanın bize düşman olduğu fikrini bilincimizin gerek altına gerek üstüne bilerek ya da bilmeyerek tekrar tekrar kazıyorlar. Bu anlayış yaşadıkça ve güçlendikçe hem iç hem dış siyasi meselelerde tıkanma yaşıyoruz. Herkesi kendimize düşman gördüğümüz için de diğerleri hakkında vicdanımıza başvuramıyoruz. Herkes soğukkanlı birer reelpolitik uzmanı kesiliyor.

İşin ironik yanı ne biliyor musunuz? Siz, herkes size düşmanmış gibi davranırsanız gün geçtikçe düşman sayınız artar, bir de bakarsınız ki herkes size gerçekten düşman olmuş; sonra da “Ben zaten biliyordum” dersiniz. Halbuki herkesi size düşman eden gene sizsinizdir. Herkesi düşman bellediğiniz için herkese düşmanca davranırsınız, sizden düşmanlık görenler de sonunda size düşman olur. Bir süre sonra da zaten iş tavuk-yumurta hikâyesine döner. Bu durumun sosyal bilim literatüründe de yeri vardır. Sosyolojide Thomas Teoremi diye bir teoriden bahsedilir. Bu teoreme göre gerçek tamamen bizim dışımızda bir olgu olmadığı, onu biz inşa ettiğimiz için, gerçek olarak tarif ve kabul ettiğimiz durumlar sonuç itibariyle gerçek olur. Velhasıl, “Dünya bize düşman” diye diye dünya âlemi kendimize düşman etmeyi başaracağız. Her an, her alanda ‘dünyaya meydan okumak’tan yorulmadık mı? Biraz da o dünyanın en ileri özgürlük ve yaşam kalitesi ölçütlerini yakalamaya çalışsak.