OHANNES KILIÇDAĞI

Ohannes Kılıçdağı

MUHALEFET ŞERHİ

Eski Dünya, Yeni Dünya

Türkiye’nin derdi bitmez. Bu dertler kaç kuşak gömdü; hiç kuşkunuz olmasın, bizi de gömer evelallah. Böyle dedim ve kendimi Yeni Dünya’ya attım. Bir süre size Amerika Birleşik Devletleri’nden bildireceğim. Türkiye’nin gündemini ne kadar yakalarım bilmiyorum ama zaten gündemin de hiç tadı yok, yakalamak insanın içinden gelmiyor hani... Ruhen çok yıpratıcı oluyor. Bu sabah (buranın sabahı) kalkıp da haber sitelerinden Beytüşşebap çatışmasını ve ölülerini öğrenince mesela, hem üzüldüm, hem de her şey çok uzak ve anlamsız geldi (her şey hep anlamlı mıydı sanki?). Bu saldırıdan hemen evvel, Hürriyet Genel Yayın Yönetmeni Enis Berberoğlu, kendisi adına büyük talihsizlik eseri olarak, “Buralar çok güzel, dert üstü murat üstü” demek için Şemdinli’ye gitmiş ve akıllara ziyan o pozu vermiş. Onu da görünce, Enis Berberoğlu’yla aramda bir okyanus olması içimi rahatlattı doğrusu. O resim neydi öyle Allah aşkına? Ne olduğunu bilmesem, bir artistin ironik permormatif bir işi sanacağım. Hani Karolin Fişekçi, etekleri sıyrılmış kırmızı elbisesiyle demirden dökme bir topun üzerine oturup resim çektirmişti ya, onun gibi bir şey. Yazıda kullanılan dil ve üslup da cabası. Sizi bilmem ama o resim ve o yazı bana fena halde bir ‘beyaz adam’, bir koloni valisi duruşunu hatırlattı. Günahı boynuna. Mehveş Evin’in 3 Eylül’de Milliyet’te yayımlanan yazısı Enis Berberoğlu’nun ‘performans’ına iyi bir eleştiriydi, okumanızı tavsiye ederim. Ama aynı Milliyet, 4 Eylül’de internet sitesinde yer alan bir habere şu spotu koymuş: “Şırnak’ın Beytüşşebap ilçesinde Pazar gecesi 10 askerin şehit olduğu PKK saldırısında güvenlik güçlerinin aldığı önlemler sayesinde daha büyük olayların önüne geçildiği ortaya çıktı.” Ne yapalım, sevinelim mi? “İyi ki önlem almışlar” mı diyelim? Önlem alınmış hali buysa, alınmasaydı neler olacaktı acaba? Ayrıca, bu olay yeterince büyük değil mi? Eğer bu olay bile artık bize yeterince büyük gelmiyor da daha beteri olmadı diye şükrediyorsak zaten oldukça acıklı bir durumdayız demektir.

Neyse, herkes (devlet, örgüt, medya vs.) kendi yanlışında bu kadar ısrar ettiği sürece, dediğim gibi, Türkiye’nin derdi bitmez. Ben belki size biraz buralardan bahsederim. Yalnız, öyle çok şey beklemeyin, küçük bir yerdeyim, söyleyeceklerim bütün Amerika’yı bağlamaz. Olduğum yerde sokaktan günde üç buçuk insan geçiyor (Kurtuluş’tan sonra biraz tenha ama idare edeceğiz artık, başa gelen çekilir), sessizlik dikkat çekecek kadar ‘yüksek’, havada bir rahatlık, bir dinginlik var (Türkiye’de ise her yerde bir ‘dingillik’ var).

Amerika kimi açılardan Türkiye’den –ve Avrupa’dan– oldukça farklıyken, kimi açılardan Türkiye’ye oldukça benzer. Orta sınıfın dindarlığı ve milliyetçiliği örneğin, Türkiye’yi çok andırır. Türkiye’deki gibi bir bayrak fetişizmine burada da rastlayabilirsiniz. Orta sınıf mahallelerin birçok evinde ya bahçeye bir Amerikan bayrağı dikilmiştir ya da pencereye asılmıştır ve bazen de şu yazı bayrağa eşlik eder: “United we stand” ki Türkçe meali “birlik ve beraberliğe en çok ihtiyacımız olan şu anda” gibi bir şeydir. Ayrıca, zaman zaman orada burada şu sloganı da görürsünüz: “Love it or leave it” ki bu da ‘Ya sev, ya terk et’in bire bir karşılığıdır. Herhalde Türkiye bunu Amerika’dan ithal etti. Aynı Türkiye’deki gibi, insan ‘Bu bayrakların ve sloganların muhatabı kim?’ diye düşünüyor. Cevap tabii ki, ‘iç düşmanlar’ ve olan biteni sorgulayarak çıkıntılık edenler. Yoksa, Amerika’nın bilmem hangi kasabasının bilmem hangi mahallesine asılan bayrağı Ortadoğu’da, Afganistan’da kim bilecek, kim görecek... Mesela ben seneler evvel ilk Amerika’ya gelip de bahçelerde bayrakları görünce nedenini merak ettim, “Herhalde bugün bir milli bayram” diye düşündüm. Sonra baktım, bayraklar her gün orada. İstanbul’da da adım başı dev direklerde dev bayraklar var ki, bu son on senenin modası. Bu bayraklar neyi gösteriyor?

Buranın Türkiye ile benzerliklerini ve farklılıklarını ilerki yazılarda başka açılardan da ele alırız. Memlekete bir süre uzaktan bakmak nasıl olacak bakalım... Gözden kaçırdıklarım olursa beni uyarın.

Agos, 6 Eylül 2012